Aziz Mahmud Hüdayî ve Girit İlişkisi
Evliya Çelebiyi herkes bilir, seyyahtır, nerdeyse gezmedik coğrafya bırakmamıştır. Ancak seyahatnamesini merak edip de okuyan çok az kişi vardır. Seyahatnameyi günümüz sadeleştirilmiş Türkçesiyle yayınlayan ise Yücel Dağlı. Son cildini de 2008'de çevirip yayınladı ve bundan 7-8 ay önce gencecik yaşında bir kalp kriziyle bu hayata veda etti. Bazı insanlar vardır sanki dünyaya bir şey için görevli gelmiştir ve mühür gibidirler. Yücel Dağlı'da öyleydi. Nûr içinde yatsın.
Evliya Çelebi'nin seyahatnamesi dünyada yazılmış en önemli seyahat kitabıdır. Dünyanın en şöhretli seyyahlarından olan Marco Polo ve İbn-i Battuta'nın seyahatnameleri bile Evliya Çelebi'nin seyahatnamesinin yanında cüce kalır. Gezip gördüğü yerler hakkında verdiği bilgilerle bir çok milletin tarihine, dini, coğrafi ve kültürel hayatına ışık tutmuştur.
Seyahatnamede İstanbul'dan Sudan'a, Gürcistan'dan Suriye'ye, Bulgaristan'dan Irak'a, Ukrayna'dan, Arnavutluk'a kadar birçok yeri anlatır. İstanbul dışına ilk seyahatini Bursa'ya 1640 yılında yapmış, 1645 yılında ise Girit Seferine katılmış ve Girit'de uzunca bir süre kalmıştır. Bu sebeple Girit seyahatnamede önemli bir yer tutar, Girit hakkında anlattığı olayları zaman zaman yazacağım.
Seyahatnamede Girit ile ilgili anlattığı bir olay ise hayli ilginçtir. Aziz Mahmud Hüdayi ve Girit meselesi ile ilişkisi. Aziz Mahmut Hüdayi ile tanışıklığım bir kaç ay öncesine dayanıyor, erguvan mevsimi gelip kapıyı çaldığı ve mor salkım kokularının etrafa yayıldığı vakitlerde, bu sene de bu güzelliklerden sebeplenmek için Üsküdar'a gittim. O vakit türbesini ve camiini tesadüfen farkedip ziyaret ettim. Ama kim olduğu hakkında en ufak bir fikrim yoktu ne yalan söyliyim. Türbesi ve camii; Hüdayi Camii diye anılan, içinde tarihi bir mezarlığın da olduğu ahşap sade bir camii. Eski mezarlıkları görmek ve incelemek benim çok özel meraklarımdandır, bir açıkhava müzesi gibidirler, geçmişten bize fısıldayarak konuşurlar ve her biri birer eşsiz sanat eseridir.
Malum 17. yy Osmanlı toplumunda tasavvufi bir hayat biçimi yaygındı. Bundan seyahatnamede bolca bahseder, 44 tarikat, kurucuları, halifeleri ile tekke, türbe ve ziyaretgâhları hakkında önemli bilgiler bulmak mümkündür. Evliya Çelebi'nin bilgi verdiği tarikat pirlerinden birisi de, Aziz Mahmud Hüdayi'dir. Aziz Mahmud Hüdayi, 17.yy Osmanlısında yetişen tarikat pirlerindenir. Celvetiyye tarikatının kurucusudur, otuza yakın eser bırakmıştır. Tarikat, sağlığında ve 1628 yılında vefatından sonra İstanbul, Bursa ve Balkanlarda yayılmıştır.
Hüdayi, 1543-1628 tarihleri arasında bir asra yaklaşan ömrü boyunca 8 padişah görmüştür. Döneminde II. Murad, III. Mehmed, I. Ahmed ve II. Osman gibi padişahlar ile yakın ilişkileri olmuş hatta IV. Murad'a saltanat kılıcını kuşatmış, Sultanahmet Camii'nin temel atma şeyhi olmuş, Şeyhülislâm Mehmed Efendi, Vezir-i Azam Kuyucu Murad Paşa ile birlikte ilk kazmayı vuran kişi olmuştur. Sultan Ahmed Camiinin açılışında ilk hutbeyi de kendisi okutmuş ve her ayın ilk pazartesi günü vaaz vermiştir. Boğaziçi'ne köprü yapılması fikri de ilk onundur. Bunun için bir plan hazırlamış ve padişah III. Murad'a sunmuştur. III. Murad'a yazdığı mektupta zaruret gereği boğaz köprüsü yapılmasının elzem olduğunu, korkmaması gerektiğini bunun kıyamete kadar dualara muhatab olunacak güzel bir iş olacağını belirterek, halkın buna şiddetle ihtiyacı olduğunu beyan etmiştir.
Tarihi kaynaklar Hüdayi'nin III. Mehmed'den sonra padişahlık tahtına oturan I. Ahmed'le samimi bir münasebet içerisinde olduğunu, I. Ahmed'in "rikabında piyade yürüyecek" kadar sevgi ve saygı beslediğini kaydetmektedir. Aziz Mahmud Hüdayi'nin şeyhi olan Üftade Efendi, Hüdayi'ye "Bir zaman ola ki, padişahlar rikâbında yürüyeler." şeklinde yapmış olduğu dua, zamanı gelince gerçekleşmiştir. Evliya Çelebi I. Ahmed'in Aziz Mahmud Hüdayi hazretlerine gösterdiği hürmet hakkında seyahatnamesinde "Kutbiyete kadem basup Sultan Ahmed rikâbında piyade yürümüştür" demektedir.
O dönem de yazlık saray olarak kullanılan bugün Harem iskelesi diye anılan yerde bulunan Üsküdar Sarayı'na; I. Ahmed Kösem Sultan ile birlikte her geçişinde ilk olarak Aziz Mahmud Hüdayi'yi ziyaret ettiği hayır dualarını aldığı ve istişare ettiği bilinmektedir. Bu bağlılığı onu, devlet işlerinde istişare etmeye bile götürmüştür. I. Ahmed Akdeniz'den korsanları uzaklaştırıp hac ve ticaret yolunu güvenli hale getirmeyi düşünüyordu. Padişah Hüdayi'nin görüşünü sormuş, Hüdayi'de Akdeniz ticaret ve hac yolunda deniz seferi düzenlenerek güvenliğin sağlanmasını, korsanların saklandığı yerin Girit Adaları olduğunu belirterek problemin kökten halledilmesini istemiştir. Bu işin de padişahın halis hizmetçisi ve duacısı "Kaptan Paşa" tarafından yapılabileceğini belirtmiştir. Kaptan Paşa Hüdayi'nin müridi olan Kaptan-ı Derya Halil Paşa'dır. Bunun içindir ki Hüdayi'nin müridi olan Kaptan-ı Derya Halil Paşa bu işle görevlendirilmiştir.
Evliya Çelebi'nin Seyahatnamesinde ki bilgilere göre Aziz Mahmud Hüdayi, Girit Adasının Osmanlı topraklarına katılması için I. Ahmed'i ikna eden grubun içinde bulunuyordu. Evliya Çelebi Sarayın kuyumcubaşısı babası Derviş Mehmed Zıllî'den dinlediği hatırasını şöyle nakleder. I. Ahmed bir gün yapımı devam eden Sultan Ahmed Camii'nin bahçesinde devrin ileri gelenlerine muhteşem bir ziyafet verir. Davetlilerin içinde, komutanlar, devlet adamları, alimler ve birçok tarikat şeyhleri de bulunur. Ziyafetten sonra topluca dua edilir ve davetliler dağılır. Ancak Sultan I. Ahmed çadırında hatırı sayılı birkaç kişi kalır. Bunlardan birisi de Aziz Mahmud Hüdayi'dir. Sultan I. Ahmed "İnşallah bu camimiz tamamlanıp aydınlık bir mabed olur. Hûda tamamlanmasını nasip eyleye. Fakat bu camiye büyük vakıflar lazımdır" der. Bunun üzerine Aziz Mahmıd Hüdayi, daha önceden düşündüğü Girit Adasının fethi konusundaki düşüncelerini şöyle açıklar. "Padişahım! İmaretlerini, cizye gelirlerini camiye vakfetmek amacıyla bir ülkeyi fethetmek için gazaya niyet edin. Kanuni Sultan Süleyman, Malta ve Rodos Adaları ile İstanköy, Hereke, Eliki, Sönbeki'yi fethederek bütün gelirlerini camisine vakfetti. Bundan dolayıdır ki, Süleymaniye Vakfı büyük vakıflardandır. Ne olaydı siz de, deniz yoluyla Hicaz'a giden hacıları ve Mısır'a giden tüccarların mallarını yağmalayıp öldüren Venedikli korsanların elindeki Girit Adasını alsaydınız da Müslümanları Venedikli korsanların kötülüklerinden kurtarsaydınız" der. Aziz Mahmud Hüdayi ve orada bulunanlardan Cerrahi İbrahim Efendi, "Bu halis niyet için Allah rızası için Fatiha" deyip fatiha okurlar. İnşallah bu duamız kabul olur derler. Bunun üzerine Sultan I. Ahmed "Bizim, Venediklilerle anlaşmamız vardır. Antlaşmaya aykırı davranmak Peygamberimiz'in sünnetine aykırıdır. Hangi bahaneyi ileri sürüp, barışı bozacağız. Üstelik Anadolu'da birçok asiler halen mevcut. Onlarla uğraşmaktayız" der.
Evliya Çelebi'nin anlattıklarına göre bu toplantıdan on iki gün sonra, asilerin berteraf edildiği haberi saraya ulaşır. Aziz Mahmud Hüdayi Sultan I. Ahmed'in huzuruna çıkar ve şöyle der: "Gazanız mübarek olsun; Rakibin biri öldü biri kaldı / Yazık ki, öleceği diri kaldı. Şimdi Padişahım! Geçen gün yaptığımız konuşmalarımız üzere, Allah'a hamd olsun ki, Celali İsyanları kırıldı. Şimdi, Girit Adası gazasına niyet edip, Venedik Kralına bir elçi göndererek Girit Adasını iyilikle vermelerini isteyiniz, görelim ortaya ne çıkar? der. Sultan I. Ahmed, Aziz Mahmud Hüdayi'nin bu çeşit nasihat yollu teşvikinden çok hoşlanır ve derhal bir mektup yazdırır. Kurt Çavuş adındaki bir elçiyi gönderir. Elçi, Venedik Kralı tarafından kabul edilir. Sultan I. Ahmed'e sunmak üzere kendisine ayrıca bir mektup verir. Venedik Kralı Prençpirim'in gönderdiği mektup şöyle yazılıdır.
"Osmanoğullarının seçkini, onaltıncı şânı büyük padişah! Allah devletinizi kıyamete kadar devam ettirsin. Mekke ve Medine, Kudüs ve Irak, Arap ve Acem padişahı Sultan Ahmed Han padişahımız. Cenab-ı Hak mübarek vücudunuzu koruyup, devletinizin kudretini daim eyleye. Bizim gibi Prençpirim'den Girit Adasını talep etmişsiniz. Altıyüzbin reâyâsı ile, yetmişaltı kalesi ile senelik yedi Mısır hazinesi hasıl olur. Yediyüzyetmiş parça köyü, yedi adet altın ve gümüş ve diğer madenleri ile yediyüzyetmiş mil genişliğindeki Girit Adamız ki, herkesin göz diktiği yerdir, onu size verelim." şeklinde yazılmıştır. Padişahın huzurunda bu mektup okunduktan sonra, Aziz Mahmud Hüdayi yüksek sesle "bu niyete fatiha" der ve orada bulunanlar tarafından çeşitli dualar okunur.
Aziz Mahmud Hüdayi, I. Ahmed'den önce de; Hicri 1001 tarihinde III. Murad'a gönderdiği mektupta Girit meselesine değinmiş ve bu işin hal yoluna konulmasını tavsiye etmiştir. Aziz Mahmud Hüdayi III. Murad'a yazdığı mektupta da "Husûsen bu sene de saadetlü padişahım gaza-yi bahr hazırlığı yapıp Girit meselesinin ortadan kaldırılmasına ihtimam takayyüt buyurmak gereklidir. Sizler himmet ve dikkat edin, müsebbibü'l-esbâb teysir eder." demiştir. Aziz Mahmud Hüdayi'nin siyasi ve idari konularda padişaha ve idareye yönelik tavsiyelerinin bazılarının yerine getirildiği bazılarının ise gerçekleştirilmediğini görüyoruz. Mesela Girit meselesinin ortadan kaldırılması ve sefer düzenlenmesinin hayırlı olacağına dair tavsiyesi III. Murad döneminde gerçekleştirilmemiştir.
Girit Adasının Trablus, Tunus ve Cezayir deniz yolları üzerinde bulunması ve Venediklilerin buraya hakim olmaları, Doğu Akdeniz'deki Türk hakimiyeti bakımından ciddi bir engel teşkil ediyordu. Bu stratejik nedenlerden ötürü Osmanlı İmparatorluğu öteden beri Girit'i almak istiyordu. Venedikliler'de bir gün mutlkaka Osmanlı'nın Girit'e fetih seferi düzenleyeceğini iyi biliyorlardı. Venediklilerin kaleleri iyi tahkim etmiş olması ve Osmanlı'nın barışı bozan taraf olmak istememesinden dolayı fetihten hep vazgeçilmişti. Topkapı Sarayı harem dairesinde bir cariyenin hamile olduğunun anlaşılmasıyla patlak veren skandalın sorumlusu olarak tutulan Sümbül Ağa padişah I. Ahmed tarafından Mısıra sürüldü; Ağa'nın o tarihte Mısır vilayetinin beş yıllık vergisine eşit servetini, elli cariye, bir o kadar köle, 40 Arap atı ve 500 muhafızını yanına alıp donanmaya ait bir gemiyle gitmesine izin verilmişti. Osmanlı donanmasına ait gemi Venedikli korsanların saldırısına uğrayıp kızlarağasının öldürüldüğü, ele geçen ganimetin Girit'e götürüldüğü, cariye ve kölelerin pazarda satıldığı ve korsanların Girit yöneticilerine pay verdikleri haberi İstanbul'a ulaşınca, beklenen bahane de bulundu ve 19 Nisan 1645 günü sefer kararı alındı.
Osmanlı başkentindeki Venedik elçisinin durumu ülkesine bildirmemesi için hazırlıklar 'Malta seferi' adı altında sürdürüldü. Savaş hazırlığı 10 günde bitti, donanma 348 gemi 100 bin asker ve gemiciyle yola çıktı... Savaş 24 sene 4 ay sürdü... 130 bin şehit verildikten sonra IV. Mehmed'in saltanatı döneminde 1669 Eylül'ünde adanın tamamen teslimiyle son buldu.
Osmanlıda tarikatlerin devlet ve yönetimi üzerinde ki etkisini biliyoruz. Şeyh Edebali'nin damadı Osman Gazi ile başlayan devlet-tarikat ilişkisi son padişah Vahdettin'e kadar sürmüştür. Osmanlı tarihinin ilk dönemlerinden itibâren Padişahların hemen hepsinin siyasi otoritelerinin üzerine çıkarmamak koşulu ile âlimlere ve mutasavvıflara büyük değer verip, onlara yakın alâka göstermişler ve onları bütünleştirici bir figür olarak devlet işlerinde rol almalarını sağlamışlardır. Osmanlı yöneticileri ve sultanlar kuruluş döneminden itibâren tasavvufi zumrelerin cemiyet üzerindeki nufuzlarını devletin hizmetinde kullanmak suretiyle halk ve devlet arasında bir çeşit köprü oluşturmuşlar, mümkün mertebe onların hizmetlerinden faydalanmaya çalışmışlardır. Bu durum; tarikatların siyasi otorite tarafından birer güç odağı şeklinde algılanarak sahip oldukları imkanları, devletin bekâsında ve ilerlemesinde kullanma politikasıdır. Devletin tarikatlere olan desteği ve alakası bazen o dereceye ulaşmıştır ki "Mâna Sultanları" olarak kabul edilmişler ve diğer siyasi, askerii otoritelerden bile üstün tutulmuşlardır.
Diğer taraftan padişahlarla şeyhler arasında yaşanan bu yakınlık hiçbir zaman siyasi ve idari otoritenin tarikat şeyhlerine teslim edildiği veya müdahaleye açık bırakıldığı bir noktaya ulaşmamıştır. Devlet siyaseti, idâri, mâli ve askeri yönetim alanları bu ilişkilere kapalı tutulmuş, tarikat şeyhleri bu alanlarda sadece istişare edilen, nasihatleri alınan, duasına, hikmetine ve tavsiyelerine müracaat edilen "Mâna Sultanları" olarak görülmüştür.
Osmanlılarda saltanat kılıcını tahta çıkarken en muteber şeyh kuşatırdı. IV. Murad'a da kılıcını Eyüp Sultan'da Aziz Mahmud Hüdayi kuşatmıştır. Bu durum batı da krallara kilise tarafından taç giydirilme geleneği olarak tezahür eder. Böylece padişah manevi otoriteyi de yanına almış oluyordu. Bursa'da Emir Sultan II. Murad'a Eyüp'te de Akşemseddin Fatih'e aynı şekilde kılıç kuşatmıştır.
Osmanlı Padişahları siyasi ve idari alanlar da bazen devrin meşhur şeyhleriyle istişarelerde bulunmuş olsalar bile genellikle siyasi ve idari kararları aldıktan sonra onların dualarını almayı, hikmetlerine müracaatı düşünmüşerdir. Sefere çıkarken uğur sayarak onların elinden kılıç kuşanmayı bir nevi gelenek haline getiren padişahların, bazı tarikat şeyhlerinin ve müridlerinin fiilen sefere iştirak etmelerini istemiş olmalarını da maddi hazırlıklardan sonra başvurulan manevi tedbir olarak telakki ettikleri söylenebilir.
Bazı padişahlar ise şeyhlere intisâb etme isteği duymuştur, örneğin; Fatih Sultan Mehmet, Akşemseddin'e biat etmek istemiş ancak hocası tarafından bu reddedilmiştir. Akşemseddin, Fatih'e; "Dervişlikte bir halet vardır ki eğer lezzet alınırsa saltanat umurundan el çekmek lâzım gelir, memleketin işleri bozulur. O taktirde hem siz, hem biz vebale gireriz. Sultanlara lâzım olan adalet ve doğruluk, şer'i şerife uymaktır. Bundan daha iyi meslek yoktur." diye cevap vermiştir.
Sonuç olarak; Evliya Çelebi'nin Seyahatnamesinin ve tarihi vesikaların, Girit ve Aziz Mahmud Hüdayi ilişkisi ile ilgili aktardıklarından; Celvetiyye tarikatı kurucusu Aziz Mahmud Hüdayi'nin, Girit Fethinin manevi mimarı olduğu görülmektedir.
Hakan Atakan'dan alıntıdır..
24 Mayıs 2010 Pazartesi
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder