23 Ağustos 2009 Pazar
22 Ağustos 2009 Cumartesi
GİRİTLİ TÜRKLERİN ÖZELLİKLERİ... ALINTI.
Giritli Türklerde evlilik çok kutsaldır. Kız ve erkek tarafı düğüne en iyi şekilde hazırlanır. Düğünden önce kız ve erkek tarafı birbirlerine seleler içerisinde hediyeler sunar, buna Giritliler arasında SELEÇA denir.Giritli Türkler boşanma nedir bilmezler. Çocuklarına aşırı düşkün olurlar. Büyüklerine de saygıları kusursuzdur. Birbirlerine yakın evlerde oturmayı tercih ederler Giritlilerin içki muhabbetleri çok uzun sürer ama asla birbirlerine kötü söz söylemezler. Sağlıklı beslenmeye özen gösterirler.Zeytin yağı ve doğal yetişen otları çok severler. Girit Türkleri çok misafirperverdir. Milli duyguları çok yüksektir. Atatürk'e ise son derece bağlıdırlar.
NEDEN TÜRKÇE KONUŞMUYORLARDI?... ALINTI
Binbir zorlukla Anadolu'ya yerleştirilen Giritli Türkler, ikinci zorluğu da Türkçe konuşamadıkları için yaşadılar.Anadolu halkı mübadelenin ilk yıllarında Türkçe konuşamayan Giritli Türkleri bir türlü kabul edemedi. Okullarda öğrenciler Türkçeyi iyi konuşamadıkları için alay konusu oldular, aşağılandılar. Oysa Giritli Türkler kendi istekleri dışında Türkçeyi unutmuşlardı.1878 yılında Girit'te asilerle Osmanlılar arasında HALEPA ANTLAŞMASI imzalandı ve adanın Valiliği Rumlara, yardımcılığı da Türklere bırakıldı. 80 üyeli meclise 50 Rum seçilince de resmi işlerde ve yazışmalarda Rumca'nın kullanılması kabul edildi.Bu tarihten sonra Türkçe konuşanlar ağır cezalandırılmaya başlandı. Türkler için zor günler başladı ve bu durum büyük mübadeleye kadar devam etti.Türklerin yaşadıkları zorlukları ünlü yazarımız NAMIK KEMAL şu satırlarla dile getirmiştir. (1865 TASFİR_İ EFKÂR): Girit'te felakete uğramış olan kardeşlerimiz, adanın karışıklığına bakarak mülklerini satıp başka yerlere göç etmek ellerindeyken, vatanlarının, Anavatandan ayrılmaması için sabrettiler, neticede; şimdiki felakete uğradılar. Millet uğrunda hasıl olan bunca yaralar, merhemsiz kalmıştır. " Vatanı korumak için gece, gündüz çarpışan vücutlar takatsiz haldedir.Feryatlarını bizden başka kim işitsin? Onlar vatanımıza ellerinden gelen hizmeti yaptılar. Biz de onlara elimizden gelen yardımı yapalım. Yurdunu severlik ve insanlık böyle günde belli olur. Biz, acizlerin gönlünü kazanmakladünyada ün yapmış bir milletiz." Böyle şerefli bir ünvanımızın lekelenmesi yakışık alır mı?"
çok da güzel yarı rumca yarı arapça dua.. alıntı
rahmetli babaannem Esma (Merhaci) Derbent'in kucukken babama ogrettigi yari arapca yari rumca gece yatarken okuduklari bir duayi hatirladi babam, ben de dun aksam babama tekrarlatarak fonetik olarak yazdim, bunu da sizinle paylasmak isterim :E unzi billahi mine seytani racim, bismillahirahmanirrahimRabbi esir velatuasir rabbi temin bil hayirPeftu ya allah haskuthu insallah (yatiyorum ya allah, kalkarim insallah)Andeskhuto tevekkek tu allah (kalkmazsam eger allaha tevekkel ederim)La ilahe illallah Muhammeden resulallahHakim to sandarni haskutho pli (yatacagim koyun gibi, kalkacagim kus gibi)Sandu cocu to pedi (sanki kucuk bir cocuk gibi)Amin yarabbi (3 kez)Paylastiginiz, aktardiginiz bilgiler icin tekrar tesekkur eder, iyi gunler dilerim.Saygilarimla,Ozlem Derbent Evinc"
ŞEKERİ BREKYA (BADEM) KURABİYESİ.. alıntı
(Resmin üstüne tıklayarak büyütebilirsiniz)
Blogumu okumak zahmetine katlanan değerli okurlarımdan bazıları
Yanya yemeklerinin tarifini yazmamı istiyorlar. Haddim değil. Ben onların inanılması güç lezzetlerini, ninem Zeliha Yenitar'ın nurlu ellerinden tattım.O kadar. Tarif yazmak neyime benim ?Ama bir iyilik yapacağım:Saygıdeğer bir Yanyalı hanımefendinin kitabından alıntı yaparakninemden başka hiç kimsenin elinden yemediği bir kurabiyenin tarifinideğerli büyüğümün kitabından kopyalarak yazacağım.Gelgelelim hepsi bu kadar. Çünkü sizlere söz konusu kitabı,yani Sayın Müşerref Kayademir hanımefendinin yazdığı"YANYA-İOANNİNA YEMEK VE LEZZETLERİ"adlı eserini hemen satın almanızı ve okumanızı şiddetle tavsiye ediyorum.Tarif, Sayın Kayademir'in kitabında "Şekerli Breka" ismiyle verilmiş.Ninem ise buna "Şukubreka" derdi.
Blogumu okumak zahmetine katlanan değerli okurlarımdan bazıları
Yanya yemeklerinin tarifini yazmamı istiyorlar. Haddim değil. Ben onların inanılması güç lezzetlerini, ninem Zeliha Yenitar'ın nurlu ellerinden tattım.O kadar. Tarif yazmak neyime benim ?Ama bir iyilik yapacağım:Saygıdeğer bir Yanyalı hanımefendinin kitabından alıntı yaparakninemden başka hiç kimsenin elinden yemediği bir kurabiyenin tarifinideğerli büyüğümün kitabından kopyalarak yazacağım.Gelgelelim hepsi bu kadar. Çünkü sizlere söz konusu kitabı,yani Sayın Müşerref Kayademir hanımefendinin yazdığı"YANYA-İOANNİNA YEMEK VE LEZZETLERİ"adlı eserini hemen satın almanızı ve okumanızı şiddetle tavsiye ediyorum.Tarif, Sayın Kayademir'in kitabında "Şekerli Breka" ismiyle verilmiş.Ninem ise buna "Şukubreka" derdi.
Giritli Fatma Hanım'ın en büyük derdi.....
Canım Annem rahmetli Girit'li Fatma hanım, daha önceleri de bahsetmiştim, annesi öldüğünde kendisi 6 yaşında ama geriye de 6 aylık bir kızkardeşi kalmış....Dedem de çocuklarının bakımı için kısa sürede bir evlilik yapmış.Annemin, analığı dedemi etkileyip kız kısmı okumasa da olur deyip annemi okuldan aldırmış ve annem 6 aylık kız kardeşi Safiye'nin bakımını üstlenmiş.Hep içinde dert kalmıştı okuması , yazması olmaması... Benim en büyük şansızlığım derdi çünkü ablaları okutulmuş ağabeyi okutulmuş ve benim canım anacığım yukarıda bahsettiğim sebebten okuldan alınmış olması idi.Ben de ortaokul çağlarındayım, annem "Ah! hiç olmazsa şu otobüslerin üzerinde yazanları okuyabilseydim" diye hayıflanırdı...Ve yalnız bir yere rahatlıkla gidebilseydim yanımda kimse olmadığı zaman bu otobüs nereye gidiyor diye sormayı kendime yediremiyorum derdi...Ben de çocuk aklımanne gel ben sana öğreteyim alfabeyi ve yavaş yavaş da okumayı öğrenirsin yazmasan bile dedim...Büyük bir hevesle, anneme defterler hazırladım, ilkokuldan alfabe kitabı edindim ve biz annemle derslere başladık...İşte A B C vs vs. derken heceleri birleştirmeye başladık, kelimeler, cümlelertabii ben kendisine ödev hazırlıyordum annem büyük bir heyecanla derslere sıkı sıkı sarıldı. Eve geldiğimde ödevlerine bakıyorduk velhasılı bir gün, ödev kontrolünde okumasını istediğim cümlelerden birini yanlış okudu....Ben de çocukluk tabii , yanlış okuduğu cümle için güldüm ve "Ah! anneciğim dedim ama kıkırdıyorum tabii...öyle değil" dedim..Rahmetli annem Girit'li Fatma hanım çok onurlu bir kadındı...Bana şöyle bir ters baktı ve defterini, alfabe kitabını, kalemini, silgisini, düzgün bir şekildeönüme koyarak "artık ders filan yok, ben çoluğun , çocuğun maskarası olamam" dedi.. "Bunca yıl öğrenmemişim, öğrenmem daha iyi" dedi.Böylece benim manasız bir gülüşümden içinde yıllarca dert olan okuma sevdasına son verdi....Ama, ya ben..ya ben...Hala utançla hatırlıyorum...hatırladıkça da içimden hep özür diliyorum..Umarım canım annem beni duyuyordur....
Giritli Şevki Babalaki’nin Batı Trakya maceraları alıntı
Giritli Şevki Babalaki (veya Babaali), ilk olarak 1922 yılında Gümülcine Müftüsü olarak tayin edilmiş ve 1924 yılına kadar bu görevini sürdürmüştür. Daha sonraları 1927’lerde Şevki Babalaki’nin İskeçe’ye müftü olarak tayin edildiğini ve 1930 yılına kadar İskeçe müftülüğü görevini sürdürdüğünü arşivlerden öğreniyoruz. Şevki Babalaki’nin ilginç bir kişilik olduğunu dönemin gazetelerinden anlamak münkün. Batı Trakya’da o dönemde müthiş bir kemalist–antikemalist çatışması yaşanıyor. Mustafa Kemal’in inkilaplarını savunanlar ve inkilaplara ölesiye karşı çıkanlar. Şapkalılar–sarıklılar diye mezarlıklar bile ikiye ayrılmış. Dönemin Gümülcine müftüsü Mehmet Nevzat’ın inkilaplara karşı sürdürdüğü sert tutumu yüzünden daha sonraları Dimetoka’ya tayin edildiği bilinmektedir. Batı Trakya’da o dönemde iki gazete öne çıkıyor. İlginç olanı ise birbiriyle çatışan her iki gazetenin de İskeçe’de çıkması. Biri Mehmet Hilmi’nin çıkardığı “Yeni Adım” diğeri ise Hasan Fehmi’nin çıkardığı “Yarın” gazetesi. Mehmet Hilmi, İskeçe Türk Birliği’nin kurucusu ve inkılâpların en hararetli savunucusu olarak bilinmekte. Yarın gazetesi sahibi Hasan Fehmi ise Osmanlı’nın son dönem Şeyhulislamlarından Mustafa Sabri Efendi’nin damadı olarak öne çıkmakta. 1927’nin Temmuz ayında yayın hayatına başlayan Yarın’da Sabık Şeyhulislam sıfatıyla Mustafa Sabri Efendi’nin Türkiye hükümeti ve inkilaplarına karşı sert bir dille eleştirel yazıları ve makaleleri yayınlanmakta. Bu çerçevede şapka ve harf devrimleri eleştirilmekte ve devrim karşıtı ve taraftarı olanların kavgaları dönemin özellikle de Yarın ve Yeni Adım gazetelerinin ana tartışma konusu olduğu görülmektedir. Bu tartışmaların sadece basın alanında kalmayıp dönemin dini ve siyasi kişiliklerine de yansıtıldığını görmekteyiz. Şevki Balalaki ise bu dönemde adeta iki arada bir derede kalmış ve hiçbir tarafa kendisini tam olarak sevdirememiştir. Gümülcine müftülüğü döneminde bir imamı sakal bırakmadığı gerekçesiyle azlettiği bilinirken, İskeçe müftülüğü döneminde İskeçe’nin inkılâp taraftarı beyleriyle birlikte hareket ederek inkılâp karşıtlarının eleştiri oklarını üzerine çektiğini dönemin gazetelerinden öğrenmekteyiz. Şevki Babalaki’nin İskeçe’ye müftü olarak tayinini destekleyen Yarın gazetesi, daha sonraları Şevki Efendi’nin en büyük karşıtı haline gelecek ve hükümetten bizzat azlini talep edecektir. Yarın gazetesinin 19 Ağustos 1927 tarihli sayısında Şevki Babalaki’den önceki İskeçe müftüsü Süleyman Efendi’nin, Yeni Adım gazetesine gönderdiği yazılı beyanında şapka meselesine karşı olmadığını belirttiği ve Yeni Adım gazetesinin Şevki Efendinin İskeçe’ye müftü tayin edilmesine şidetle karşı olduğunu ve dönemin İskeçe müftüsü Süleyman Efendiyi desteklediğini belirtmektedir. Yarın Gazetesi, müftü Süleyman Efendi’nin inkılâpçıların isteği doğrultusunda Pazaryeri Medresesi müderrisini görevinden aldığını ve medreseyi dağıtmaya çalıştığını da yazmaktadır. Yarın Gazetesi’nin 22 Temmuz 1927 tarihli ilk nüshasında “İskeçe Müftülüğü” başlığı adı altında yayınlanan yazıda, eski Gümülcine Müftüsü Şevki Efendi’nin İskeçe’ye müftü olarak tayin edileceği söylentilerinin olduğunu, bu tayine ise en çok Yeni Adım gazetesinin karşı çıktığını belirtmektedir. Gazete konuyla ilgili şöyle demektedir: “Bir zamandan beri kasabamızın müftülüğünde tebdilat vuku bulacağı ve sabık Gümülcine Müftüsü Şevki Efendi’nin İskeçe Müftülüğü’ne tayin olunacağı söylenmektedir. Ahali-i İslamiyenin ekseriyet-i azimesi tarafından vaki olan talep ve arzu üzerine husul-ü kuvve-i karibeye gelen bu tebdile Yeni Adım pek muarızdır. Bunun için Şevki Efendi’nin mülteci olduğunu ileri sürerek Türkiye’nin haini tabirine ilaveten son zamanlarda mumaileyhin aleyhinde her nüshasıyla neşriyatta bulunuyor” şeklinde yazmaktadır. Yarın Gazetesi Yeni Adım’ın Şevki Efendi’nin müftü olarak gelmemesi için “tir tir titrediğini” de belirtmektedir. 10 Teşrin-i Sani 1927 tarihli Yarın Gazetesinde, Şevki Efendi’nin İskeçe’ye müftü olarak tayin edildiği ile ilgili şu haber yer almaktadır: “Sabık Gümülcine müftüsü Şevki Efendi’nin İskeçe Müftülüğü’ne tayini meselesinin intac edildiğini Atina gazetelerinden memnuniyetle okuduk. Cenab-ı Hak mesai-i meşkure tevfik etsin” şeklindeki tebrik mahiyetinde olan bu haberinden Şevki Efendi’nin İskeçe’ye resmen müftü olarak tayin edildiği anlaşılmaktadır.2 Kanun-u Evvel 1927 tarihli Yarın’da ise “İskeçe Müftüsü Şevki” imzasıyla İskeçe Müftülüğü tarafından yayınlanan bir ilanın yer aldığı görülmektedir. 27 Nisan 1927 tarihli Yarın gazetesinde yer alan bir başka haberde ise Yeni Adım gazetesinin Gümülcine Müftüsü Mehmet Nevzat hakkında asılsız haberler yayınladığı, bunun üzerine de Müftü Nevzat Efendi’nin aynı tarihli nüshada hakkında çıkan asılsız haberlerle ilgili bir tekzip yayınladığı görülmektedir. Görüldüğü üzere Yarın gazetesi Gümülcine Müftüsü Mehmet Nevzat ve İskeçe’ye yeni tayin edilen Şevki Babalaki’yi sonuna kadar desteklemektedir. Buna karşın Yeni Adım gazetesinin ise her iki müftüyü de hedef alan açıklamaları ve yazıları yayınlanmaktadır. Buraya kadar her şey anlaşılmakta. Fakat bir süre sonra Şevki Babalaki ile ilgili Yarın gazetesinde ilginç bir haber yayınlanıyor. 11 Mayıs 1928 tarihli Yarın gazetesinde “Münasebetsiz bir propaganda” başlığı altında aynen şöyle yazmaktadır: “ mevsukan istihbarımıza göre İskeçe Müftülüğü görevinde bulunan Babalaki Efendi, Gümülcine Müftüsü Nevzat Efendi’nin üç günden beri mazul olduğunu neşr ve işaa etmekte imiş. Bu Babalaki Efendi, Ramazan içinde de Nevzat Efendi’nin azli haberini bir emri vaki şeklinde neşre çalışmış idi. Biz mumaileyhin bu seferki propagandasının da evvelki gibi asılsız olacağına şüphe etmiyoruz. Yalnız Babalaki Efendi’nin Gümülcine müftüsünden ne istediğini anlayamadık” demiştir. Yarın Gazetesinin 25 Mayıs 1928 tarihli bir sonraki sayısında ise Şevki Babalaki ile ilgili “Babalaki ve Yarın” başlıklı aynen şu yazı yer almaktadır: “ Yarın gazetesinin intişarı dinsizlere, kemalistlere ve şapkalı Türklere pek ziyade dokunduğu malumdur. Bunda şaşılacak bir şey yok. Halbuki şer-i ve mantık delilleri ile dinsizlerin ve kemalistlerin başına başına çıkılmaz bir bela kesilen gazetemiz, İskeçe Müftüsü Babalaki Efendi’ninde gözüne batıyormuş. Gizli din taşıdığı sonradan anlaşılan bu adamın, vaktiyle müftülük makamına gelmesi için Yarın gazetesinin o kadar yardımı olduğu halde dinsizlere karşı mücahedesine nihayet tahammül edemediği gazetemizin karşısına şimdi bu ahirzaman müftüsünün de çıkmağa heveslendiğini görüyoruz. Lakin ne ile karşılaşacak? Boyu, posu, ilmi, ameli biribirinden kısa olan Babalaki Efendi, besbelli gayret-i ladiniyesine güveniyor. “Hiç bir şey yapamazsam gazetelerini iade ederim”demiş.“Gazeteniz alimane yazıldığından anlayamıyorum. Binaenaleyh ba’de ma, namıma gazete gönderilmemesi rica olunur” ibaresini havi bir mektuba lafven gazetemizi geri çevirmiş. Yeni Adım’ın altı okkalık olarak tahmin ettiği bu mektubun içinde işte böyle bomboş bir havay-ı acz esiyor. Altı okkalık değil, bir gramlık siklete ve kıymete malik değil! Zavallı Babalaki Efendi! Bize kızmış kendisinden intikam almış! Gazetemiz alimane yazılıyormuş, kendisi anlayamıyormuş!.. Ne büyük sitem! Din düşmanları çatlasın. Elbette gazetemiz alimane yazılıyor. Ve elbette Babalaki efendi gibi hem cahil hem de kalbi kararmış bir adam gazetemizi anlayamaz! Anlıyorum dese kim inanır! Şimdilik bu kadar” şeklinde yazılar yayınlanmıştır. Daha önceleri İskeçe’ye tayin edilmesine şiddetle karşı çıkan Yeni Adım gazetesinin ise daha sonraları Şevki Babalaki’yi desteklemeye başladığını, öte yandan İskeçe’ye müftü olarak tayin edilmesi için büyük gayret sarfeden ve kendisine tam destek vermiş olan Yarın gazetesinin ise Şevki Babalaki’nin ateşli bir muhalifi kesilerek kendisinin müftülükten bir an önce uzaklaştırılmasını talep etmeye başlaması hayli ilgi çekicidir. Yarın gazetesi 31 Ağustos 1928 tarihli nüshasında Babalaki’nin azlini hükümetten beklediklerini yazmaktadır. Gazete, “Müftü Babalaki” başlığı altında şunları yazmaktadır: “Mebusan intihabında tütüncü Hamdi Bey’in Yeni Adımcılardan da aşağı rey alarak mağlup olması üzerine, Hamdi Bey’in cemaat riyasetine getirdiği Hakkı Bey’in mevkiinden çekilmek lazım geliyordu, çekildi. Şimdi biz müftülükle ne ilmen ve ne amelen hiç bir münasebeti olmadığı halde mahza Hamdi Bey’in kuvvetiyle o mevkiye getirilen ve vazifesinde ahkam-ı şeriyyeden ziyade Hamdi Bey tarafından gelen emirleri ve nehiyleri icra etmekte bulunan Babalaki Efendi’nin azlini hükümetten bekliyoruz. Mebusan intihabı neticesinde hükümetin muvaffakiyetinden dolayı Babalaki efendi makam ve vilayeti tebrike gelmişti. Gördük, fakat bu gelişle bir iki ay mukaddem sabık mebus Mustafa Aga ile birlikte İskeçe’nin Hamdi Bey ve Hakkı Bey gibi şapkalı Türklerinin önüne düşerek Gümülcine Müslümanlarının müftüsü Hafız Nevzat Efendi’yi makamından azlettirmek gayretiyle yaptıkları nümayiş günlerinde, Hamdi Bey’in otomobiline rağmen her gün Gümülcine’ye gelip giden müftü Babalaki Efendi’nin, ne o zamanki neşesi vardır, ne de o zamanki sıdk ve sadakati! O gün Müslümanların efkâr-ı umumiyesine kontra giden dinsiz Türk cereyanının önüne düşmüş bir müftü, Müslüman Türklerin mebus Türk namzedleri kazandıktan sonra, artık müftülük makamında duramaz. Kendisi saygı etmezse hükümet ona müktedai haysiyet ve ciddiyeti öğretmelidir. İşin bu cihetten yani dini bir mevkide bulunan Babalaki efendinin dinsizlerle birleşerek hem Müslüman Türklere ve hem bugünkü hükümet partisine karşı unutulmaz bir vaziyet almış olmasından başka, haddi zatında bu adam müftülük vazifesine hiç yakışır bir şahıs değildir. Vaktiyle bunu Gümülcine Müftüğü’nden attıran Müslümanlar, hükümete takdim ettikleri mazbata-i istirhamiyede, ne camiye ve ne kiliseye ayak basmayan bir reis-i ruhani görülmüş müdür? diye feryad etmişlerdi. Şimdi biz de aynı feryadı tekrar etmekle bir vazife-i diniye ve vicdaniye ifa ettiğimize kani bulunuyoruz. Babalaki’nin Gümülcine Müftülüğü’nden infisali bu şekilde olduğunu biz sonradan öğrendik. Yoksa kendisi Gümülcine’den azl olunmadım, istifa ettim, diyerek bizi aldatmıştı. İskeçe’ye tayin olunur olunmaz gazetede neşrettiği satış ilanına benzeyen beyannamesiyle, mahiyetini göstermiş ve mültecilik namına bizi de mahcup etmişti. Son müftülüğünde icra ettiği muamelatı hakkında elimizde vesaik vardır. Bunları neşredeceğiz. Böyle bir cahil na ehli Gümülcine Müftülüğü’nden uzaklaştırdıktan sonra bil ahira İskeçe’nin başına bela etmekte bir mani yoktu” şeklinde yazmaktadır. 22 Mart 1929 tarihli Yarın’da ise “Ahirzaman Müftüsü Babalaki” başlıklı yazıda şöyle demektedir: “Müftüden başka herşeye benzeyen Şevki Babalaki’nin yeni bir hareket-i cahilanesini daha işittik. Şöyleki Ramazan-ı şerif iptidasını Pazar gününden ispat etmek üzere muhacir-i cedid mahallesi ahalisinden bir zat, İskeçe Müftülüğü’ne müracaat etmiş, fakat şehadeti ret olunarak Ramazan-ı Şerif Pazartesinden itibar edilmiştir. Halbuki bayramda hilal şevvali ruyet ettiğine dair hiç bir kimse tarafından İskeçe Müftülüğü’ne müracaat vaki olmaksızın Salı günü bayram olduğu ilan edilmiş ve Ramazan 29 gün tutturulmuştur. Vakia Gümülcine’mizde de, bu sene Ramazan-ı Şerif 29 gün itibar edilmiş, fakat Uysallı karyesinden gelen şahidlerin bayram hilaline şehadetleri üzerine usul-ü şeriyyesine tevfikan bir gün evvel bayram yapılmıştır. Yani bayram bir gün evvel yapılacak olduğu takdirde mutlaka hilal şevvali ruyeti lazımdır. Ayı görmeksizin bayram yapmak, Ramazanı otuza tamamladıktan sonra mümkün olur. Müftülük makamında istediği gibi oynayan ve cehaletinin emrettiği vechile hareket eden Şevki Babalaki ise Ramazan iptidasında ret ettiği şahidin şehadetini bayram için esas ittihaz ederek, Ramazan-ı Şerifin birinci günü yerine kabul etmediği ve halka oruç tutturmadığı pazar gününü de Ramazan hesabına idhal etmiş ve yirmi dokuzundan sonra tekmil-i selasiyn (otuz’un tamamlanması) itibarıyla halka bayram yaptırmıştır. Eğer Müslümanların dinine hükümetin hürmeti var ise, bir gün evvel müftülük makamını bu liyakatsiz adamın elinden kurtarmalıdır. Babalaki’nin müftülük makamında kalması Müslümanlık namına açık bir hakarettir”. O dönemleri anlamak için o günün koşullarını iyi bilmek, hatta belki de yaşamak gerekir. Fakat ne ilginçtir aradan neredeyse yetmiş sene gibi uzun bir süre geçmesine rağmen azınlığımız o dönemden çok ta farklı şeyleri bugün için konuşup tartışmıyor. Müftülük meselesi o gün olduğu gibi bugün de azınlığın en önemli gündem maddelerinden bir tanesini oluşturmakta. O dönemin taraftar basını bugün de aynen mevcut. Hatta Ramazanın başlangıcı konusundaki benzer ihtilaflar bile bugün hâlâ var. Yani siyasi tartışmalardan tutun da dini ihtilaflara kadar bugün için aynen yetmiş sene önceki şeyleri konuşup tartışıyoruz.
Hanya’daki Sultan İbrahim Camisi’nin Kiliseye Çevrildiği..alıntı
[Hanya'da Müslüman nüfusun yoğun olduğu Hünkâr Mahallesi'nde bulunan iki minareli Sultan İbrahim Camisi'nin kiliseye çevrilerek metropolid ve papazlarla hükûmet görevlilerinin de içinde bulunduğu bir topluluk tarafından içinde ayin yapıldığı hakkında Dahiliye Nezareti'nin tezkiresi.]google_protectAndRun("ads_core.google_render_ad", google_handleError, google_render_ad);31 Temmuz 1918Bâb-ı ÂlîDâhiliye NezâretiEmniyyet-i Umûmiyye MüdîriyyetiŞu’be: 3Umûmî: 1678Husûsî: 155MahremdirHulâsa: Girid Hanya’daki Sultân İbrahim Câmi’-i Şerîfi hakkındaDevletlü efendim hazretleri,Girid Hanya’daki cemâ’at-i İslâmiyyenin en nefis ve muhteşem bir ibâdetgâhı olup İslam unsurunun en ziyâde kesîf bulunduğu Hünkâr mahallesinde kâ’in bulunan ve Sultân İbrahim Câmi’i ismini taşıyan iki minâreli câmi’-i şerîfin kiliseye tahvîl edilerek kable’l-feth hâ’iz olduğu Apiyos Nikolas ismiyle tesmiye edildiği ve geçenlerde metropolid vesâ’ir papaslarla ricâl-i hükûmet ve eşrâf ve mu’teberân hâzır bulunduğu hâlde rûhânî âyînler ve meserretkârâne tezâhürât yapıldığı Girid’den Neaimerisya(?) gazetesinde mütâla’a edilmiş olmağla berây-ı ma’lûmât tezkire-i senâverî terkîm kılındı. Efendim.// google_protectAndRun("ads_core.google_render_ad", google_handleError, google_render_ad);Fî 8 Şevvâl sene [1]336 veFî 17 Temmuz sene [1]334 Dâhiliye NâzırıMehmed TalatBâb-ı ÂlîHâriciye NazâretiUmûr-ı Siyâsiyye Müdîriyyet-i UmûmiyyesiKalem Numarası: 5330/857731 Temmuz sene [1]334Hulâsa: Hanya’daki Sultân İbrahim Câmi’-i ŞerîfiLahey Sefîri Nusret Beyefendi ,HazretlerineHanya’daki cemâ’at-i İslâmiyyenin en muhteşem bir ibâdetgâhı olup İslam unsurunun kesretle bulunduğu Hünkâr Mahallesi’nde kâ’in bulunan ve Sultân İbrahim ismini taşıyan ve iki minâreli câmi’-i şerîfin kiliseye tahvîl edilerek kable’l-feth hâ’iz olduğu Apiyos Nikolas tesmiye edildiği ve geçenlerde metropolid ve sâ’ir papaslarla ricâl-i hükûmet ve eşrâf ve mu’teberân hâzır bulunduğu hâlde rûhânî âyinler ve meserretkârâne tezâhürât yapıldığı Girid’den gelen Neaimerisya(?) gazatesinde mütâla’a edilmiş olmağla mu’âmele-i vâkı’a tarafımızdan kat’iyyen tecvîz edilemiyeceğinden câmi’-i şerîf-i mezkûrun kemâ fi’s-sâbık İslam unsurunun ibâdetine tahsîs ve sâ’ir me’âbid-i İslâmiyyenin bu kabîl tecâvüzâta ma’rûz kalmamaları esbâbının istikmâli zımnında Atina’daki Flemenk sefîri ma’rifetiyle Yunan Hükûmeti nezdinde teşebbüsât îfâ ve netîcesinin inbâ buyurulması mütemennâdır. İrâde.
__________________
__________________
21 Ağustos 2009 Cuma
Girit fıkrası...Kutsigil hocamdan alıntıdır...
"Çiftçi yanında karısı ve kanyanası, yorgun argın tarladan geliyorlarmış. Adam, yürüyemeyen kaynanasını eşeğe bindirmiş. Karı koca da arkasından geliyorlarmış. Derken eşek yılan mı gördü ne... Gördüğü bir şey değil, birden dörtnala koşmaya başlamaz mı... Karıkoca yıldırım gibi arkadan yetişmeye çalışmışlar, fakat nafile. Elli metre gitmeden Kayana yerlerde sürüklemekden dolayı kan revan içinde. Ve ruhunu teslim etmiş halde yatıyor...Ertesi gün de cenaze töreni yapılmış, kaynana gömülmmüştür. Kızı ve damadı mezarlığın kapısında taziyeleri kabul ediyorlar. Uzaktan bakan arkadaşı, kimilerinin başsağlığı diledikten sonra, damadın kulağına eğilip, bir şeyler söylediklerini farkeder. Dönerlerken arkadaşı damada adamların ne söyledilerini sorar. "Önemli bir şey değil canım. Eşek satılık mı iye soruyorlar." demiş acı acı gülümseyerek...
19 Ağustos 2009 Çarşamba
MELOMAKARUNES = KALBURA BASMA
Giritlilerin yaptığı "Melomakarunes" yani kalbura basma'yı yazıvereyim.Malzeme :Hamur için: 5 su bardağı un,1,5 su bardağı zeytinyağı, 1 su bardağı süt veya yoğurt, 3 yemek kaşığı irmik, 1 su bardağı toz şeker, 1,5 paket kabartma tozu, 100 gram iri parçalı ceviz, az tuz. Şurup için : 4 su bardağı toz şeker, 3 su bardağı su, bir çorba kaşığı limon suyu.Yapılışı: Önce şurup için su ve şeker 15 dakika kaynatılır ve ineceğine yakın limon suyu karıştırılır. Şurup soğumaya bırakılır.Zeytin yağı, süt veya yoğurt, irmik, şeker, tuz, kabartma tozu ve un hamur haline getirilir. Çevizden büyük parçalar alınarak oval biçimler verilir ve 2 - 3 parça ceviz bastırılarak içlerine sokulup kapatılır. Rende veya kalbur üzerine bastırılarak şekillendirlir. Dibi yağlanmış tepsiye sıralanırlar. Önceden 180 dereceye ısıtılmış fırında üzerleri kızarana kadar yaklaşık 20 - 25 dakika pişirilir. Hemen sıcak iken soğuk şurtup dükülür. En az 2 saat beklettikten sonra ikram edilir. ( Eskiden analarımız kabartma tozu yerine küllü su ile hamur tutarlardı.)
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)