24 Şubat 2010 Çarşamba
6 Şubat 2010 Cumartesi
BİR GİRİT, BİR AYVALIK ÖYKÜSÜ (BİZ KİMİZ?. BİZ KİM DEĞİLİZ) alıntı
Biz Ayvalık halkı Cumhuriyetle birlikte Midilliden, Rumeliden,Giritten geldik. Gelirken'de bildiklerimizi, hünerimizi, kültürümüzü getirdik.İsterseniz Girit'in mitolojik öyküsünden başlayalım önce; Evvela yer ve gök vardı; Yer ve gök, Titanları Titanlar'da tanrıla-rı yarattı. Yeryüzünde en önemli Titan Giritli KRONOS (Saturnus) tur. Kronos'un oğlu ZEUS (Jupiter) babasını tahtın-dan indirip tanrıların tanrısı oldu; Böylece insanoğlunun PAGANISM denilen çok tanrılı dönemi, her yerden evvel Giritte doğdu; Giritin merkezi KANDİYA (Hereklion) dur. Zeus'un üç oğlu vardı, MİNOS, SARPEDEON ve RODAMANTİS; MİNOS korsanları yenip Girit'e hakim oldu; MİNOS UYGARLIĞINI kur-du. MİNOS'un bir kız çocuğu oldu adını KRETE koydular. O da adını Girit'e verdi. MİNOS uygarlığı ve dilinden Yunan ve Helen uygarlığı doğdu. Bundan böyle Giritlilier kendilerini Yunandan farklı ZEUS'un ve MİNOS'un çocukları sayarlar. 1885 te Kandi-ya'da doğan ve 1954 te gene kandiya da ölen NİKOS KAZANCAKİS "GİRİTLİ ZORBA" yı yazdı. ZORBA hayatı çok seven bir Girit halk kahramanıdır.
Osmanlı donanması Girit'e 26 sefer düzenledi; Bu 26 seferde sadece 1645 yılında HANYA kalesini alabildi. Devrin padişahı başarısız Girit seferlerinden bıkmıştı. "Bundan sonra bana kim Giritten bahsederse kellesini uçururum" demiş; Kimse ağzına Girit'i alamaz olmuş; Gel zaman git zaman KARA MUSTAFA PAŞAYI hazırlıyorlar 1649 yılında padişahtan habersiz Girit'i almaya yolluyorlar. Mustafa Paşa ve Leventleri o zamana kadar Osmanlı donanmasını Girit'e sokmayan Cenevizli kumandanDUKE MARK'ı mağlup ederek Girit'i alıyor Kara Mustafa Paşa mağlup ettiği DUKE MARK'ı huzuruna çaağırıp, bak diyor "Sen çok takdir ettiğim bir kumandansın, amma savaştık, ben kazandım, sen kaybettin; Savaşın kuralları gereği benim senin hayatına son vermem gerekiyor, amma sana bir şans vereceğim, git 24 saat düşün, Eğer Müslüman olursan hayatını bağışlarım." DUKE MARK düşündükten sonra Müslüman oldum diyor. Kara Mustafa Paşa'da onun adınıdeğiştirip TOKMAK PAŞA yapıyor ve Tokmak paşayı Girit kuvvetlerinin başına geçirip kendisi İstanbul'a dönüyor. Tokmak paşanın 17 göbekten torununun torunu arkadaşım Profesör doktor Kemal Üstay Hacettepe Üniversitesinden emekli olduktan sonra bugün Amerikan hastanesinin Kadıköy Kliniğinde çalışıyor.
Uzun zaman bu zaferi kimse padişaha söyleyemiyor; En sonunda sarayın ahçıbaşısı hazırladığı "Padişahım bu tatlının adı TİRİT, FETHOLUNDU GİRİT" yazısı ile durum padişaha müjdeleniyor. Tabii ki Kara Mustafa paşanın leventleri Girit'e yanlarında kadın getirmediler. Leventlerimiz MİNOS'lu kadınlarla evlendi-ler; İyi ki evlendilerde hem neslimizi, hem de kültürümüzü zenginleştirdiler. İşte biz Giritliler bu güzel izdivaçların torunları-yız. İşte biz Giritlilerin büyük nineleri bu MİNOSLU kadınlar.
Ayvalık ve Türkiye sanayisi konusunda yüreğim yanıktır hep 1940 ve 1950 li yıllara gelinceye kadar Türkiyede sanayi altında ne varsa Ayvalıkta varadı; Sermaye Ayvalıkta vardı; Know-how dediğimiz teknoloji ve bilgi ayvalıkta vardı; Devletin üç beyaz politikaları sonucu geliştirdiği fabrikalardan başka ne fabrika varsa Ayvalıkta vardı; Yağ fabrikalarımız vardı, sabun fabrikalarımız vardı, zenginliğimiz, paramız vardı; Mantık ve gönül isterdi ki: Türkiyede gelişecek sanayi Ayvalık sermayesi ile Ayvalık bilgisi ile gelişsin. Ne yazık ki: Öyle olmadı. Varalıklılarımızın, zenginlerimizin çocuklarını, torunlarını, nerede görsem hiç kabahatları olmadığı halde hıncımı onlardan alırım. Otomobil fabikaları'da Türkiyede ne kadar tesis varsa sizin olmalıydı; Babalarınız dedeleriniz bu fırsatı kaçırdı, yörüklere kaptırdı diye.
Ömer Madra ile hasbihal:
Sayın Ömer Madra,
Ben dedenizin Ayvalık Sakarya Mahallesindeki sabunhanesinde (Sabun fabrikası) 40 kuruş yevmiye ile (günlük ücret) çalışmış bir Ayvalıklıyım. demokrasidedevrim.com web sitemizin "Bir Girit bir Ayvalık" öyküsünde Ayvalık zenginlerini ve çocuklarını sanayiyi yörüklere kaptırdılar diye acı acı eleştiriyorum.
Sizi, Açık Radyo'da tanıdıktan sonra insana ve kültüre yapılan yatırımın MEYVE verdiğini görerek ferahladım. Yazıyı ilişikte gönderiyorum zaman ayırıp okursanız mutlu olurum.
Link Görüntüleyemezsiniz Üye Olmanız Gerekiyor ? adına Dr.Hasan Horto
Ömer Madra ile hasbihal:
Sayın Ömer Madra:
4 Mart,2005 günü,açık radyoda,bu torunlardan birini daha yakaladım.1930 lu ve 1940 lı yılların yalnız Ayvalığ'ın değil,tüm ülkenin en zengin insanı,Sezai Ömer Madra'nın torunu,Ömer Madra'yı.Yoğun programı içinde acele sohbet ettik.lâf dededen açıldı.zenginlikten söz ettik.
Midilli'li, dede Sezai Ömer Madra,1918 -1919 yıllarında,İzmir de oturmaktadır. 1919 yılının başlarında,muhtemelen Ocak ayı içinde,yani Mustafa Kemâl, Samsun'a hareket etmeden, bir süre önce,Sezai Ömer Madra'ya Istanbuldan,Mustafa Kemâl Paşa, imzalı bir mektup gelir.Mektup kısadır.Şöyle yazar.Bana daha evvel borç verdin.Şimdi de bir miktar gönder. Sonra sana öderim.Umarım torun Madra,dede yadigârı bu küçük mektubu haalâ saklamaktadır.Eğer kopyasını bize verirse,mektubu eski türkçe haliyle, burada yayınlarız.Ve bizde,öğünmeğe bu mektupla başlarız Çünkü: bu kısa mektup,Midilli'nin,Ayvalığ'ın,Kuvayı Milliyeden öncesini yansıtır..
Azizim Sezai Bey,
Memuren Anadolu’ya hareket ediyorum. Nez-i álinizde mahfuz (sizde bulunan) emanete ait senedi valideme terkettim (bıraktım). Avdetinizde (dönüşünüzde) emanetle senedin mübadelesi (değişimi) için Vasıf Bey biraderimize rica ettim.
Gözlerinizden öperim.
Dokuzuncu Kolordu Kıtaatı (kıt’aları) Müfettişi
Mirliva (Tuğgeneral) Mustafa Kemâl’
(Zát-ı álinizce mebhus (bahsi geçen) emánetin bir müddet daha muhafazasında emniyetli bir surette faide me’mul ise (fayda bekleniyorsa), o suret de cáiz olur)’
Paşa’nın diğer mektubu 1922’nin 19 Haziran tarihini taşıyor, Mustafa Kemâl, aradan geçen üç sene boyunca annesine yaptığı yardımlardan dolayı Sezai Ömer Bey’e teşekkür ediyor ve daha sonra bugün hiç bilmediğimiz asıl konuya temas ediyordu: Mustafa Kemâl Paşa’nın ‘halası ve diğer bazı akrabaları’ o sırada İstanbul’da bulunuyorlardı ve Paşa, Sezai Ömer Bey’den ‘akrabalarının geçimlerini sağlayabilmeleri için’, kızkardeşi Makbule Hanım’a her ay yüz lira vermesini rica ediyordu. Bu mebláğ, Sezai Ömer Bey’de bulunan Mustafa Kemâl’e ait iki bin liradan ödenecekti.
100 LİRA AYLIK
Mustafa Kemâl, 19 Haziran 1922 tarihli mektubunda şunları yazıyordu:
‘Muhterem Sezai Beyefendi,
Valideme gönderdiğiniz mektubu ve melfuf (ilişikteki) hesap pusulasını aldım.
Üç sene zarfında valideme gösterdiğiniz ulüvv-ı insaniyet ve muavenet tafsilátına muttali oldum (anneme gösterdiğiniz yüksek insanlığın ve yardımın ayrıntılarını öğrendim). Çok teşekkür ederim.
Nezdinizde mahfuz bulunan iki bin liradan bir müddet daha İstanbul’da kalmak mecburiyetinde bulunan hemşirem Makbule Hanım’la halam vesáir bazı akrabanın maişetlerine medár olmak (geçimlerini sağlamak) üzere Temmuz 1 ibtidásından (başlangıcından) itibaren hemşirem Makbule Hanım’a máhiyye (aylık) yüz lira vermenizi rica ederim.
Selám ve ihtirámátımı (saygılarımı) takdim ederim efendim.
Mustafa Kemâl’
( Bu iki mektup ta,Sezai Ömer Madra'nın torunları Ömer Madra ve Sezai Madra'nın özel izinleri ile Murat Bardakçı'dan iktibas edilmiştir )
Bir zamanlar,ülkenin en zengin insanının torunu Ömer Madra,1960 lı yıllarda,Ayvalık ta,Türkiye İşçi Partisinin seçim çalışmalarında yer alır.10 yıla yakındır da,açık radyo da,cesûr,ama tam cesûr fikirleri savunur.
1950 li yıllarda,Fakir Baykurt'un kitapları çıkmağa başladığında,hemşehrisi,Burdurlu bir köylü bacı şöyle diyordu. ( Fakir Baykurt adında biri çıkmış Burdur da..Ağalara da beylere de gafa tutuyo.).
Şimdi bende,o köylü bacı gibiyim.
Ömer Madra derler, biri vardır.George Bush'a da,petrolcülere de meydan okur.Diyorum.
Avrupa'lılar,Hollanda'lılar ülkemize gelsinler,
Yeni milenyum da,yirmibirinci yüzyılda,modern Don-ki-Şot nasıl olur,görsünler .
Musaade et, be kardeşim;yazımızı bu haliyle koyalım.Homeros'a kadar uzanan Ege kültürünün, bir parçası olarak, bizim de,hiç olmazsa,Mustafa Koç,Ali Koç ve Ömer Sabancı'dan birazcık farkımız çıksın ortaya hiç olmazsa.
Sevgiler,saygılar,
26 Nisan,2005
Dr.Hasan HORTO
alıntı
Osmanlı donanması Girit'e 26 sefer düzenledi; Bu 26 seferde sadece 1645 yılında HANYA kalesini alabildi. Devrin padişahı başarısız Girit seferlerinden bıkmıştı. "Bundan sonra bana kim Giritten bahsederse kellesini uçururum" demiş; Kimse ağzına Girit'i alamaz olmuş; Gel zaman git zaman KARA MUSTAFA PAŞAYI hazırlıyorlar 1649 yılında padişahtan habersiz Girit'i almaya yolluyorlar. Mustafa Paşa ve Leventleri o zamana kadar Osmanlı donanmasını Girit'e sokmayan Cenevizli kumandanDUKE MARK'ı mağlup ederek Girit'i alıyor Kara Mustafa Paşa mağlup ettiği DUKE MARK'ı huzuruna çaağırıp, bak diyor "Sen çok takdir ettiğim bir kumandansın, amma savaştık, ben kazandım, sen kaybettin; Savaşın kuralları gereği benim senin hayatına son vermem gerekiyor, amma sana bir şans vereceğim, git 24 saat düşün, Eğer Müslüman olursan hayatını bağışlarım." DUKE MARK düşündükten sonra Müslüman oldum diyor. Kara Mustafa Paşa'da onun adınıdeğiştirip TOKMAK PAŞA yapıyor ve Tokmak paşayı Girit kuvvetlerinin başına geçirip kendisi İstanbul'a dönüyor. Tokmak paşanın 17 göbekten torununun torunu arkadaşım Profesör doktor Kemal Üstay Hacettepe Üniversitesinden emekli olduktan sonra bugün Amerikan hastanesinin Kadıköy Kliniğinde çalışıyor.
Uzun zaman bu zaferi kimse padişaha söyleyemiyor; En sonunda sarayın ahçıbaşısı hazırladığı "Padişahım bu tatlının adı TİRİT, FETHOLUNDU GİRİT" yazısı ile durum padişaha müjdeleniyor. Tabii ki Kara Mustafa paşanın leventleri Girit'e yanlarında kadın getirmediler. Leventlerimiz MİNOS'lu kadınlarla evlendi-ler; İyi ki evlendilerde hem neslimizi, hem de kültürümüzü zenginleştirdiler. İşte biz Giritliler bu güzel izdivaçların torunları-yız. İşte biz Giritlilerin büyük nineleri bu MİNOSLU kadınlar.
Ayvalık ve Türkiye sanayisi konusunda yüreğim yanıktır hep 1940 ve 1950 li yıllara gelinceye kadar Türkiyede sanayi altında ne varsa Ayvalıkta varadı; Sermaye Ayvalıkta vardı; Know-how dediğimiz teknoloji ve bilgi ayvalıkta vardı; Devletin üç beyaz politikaları sonucu geliştirdiği fabrikalardan başka ne fabrika varsa Ayvalıkta vardı; Yağ fabrikalarımız vardı, sabun fabrikalarımız vardı, zenginliğimiz, paramız vardı; Mantık ve gönül isterdi ki: Türkiyede gelişecek sanayi Ayvalık sermayesi ile Ayvalık bilgisi ile gelişsin. Ne yazık ki: Öyle olmadı. Varalıklılarımızın, zenginlerimizin çocuklarını, torunlarını, nerede görsem hiç kabahatları olmadığı halde hıncımı onlardan alırım. Otomobil fabikaları'da Türkiyede ne kadar tesis varsa sizin olmalıydı; Babalarınız dedeleriniz bu fırsatı kaçırdı, yörüklere kaptırdı diye.
Ömer Madra ile hasbihal:
Sayın Ömer Madra,
Ben dedenizin Ayvalık Sakarya Mahallesindeki sabunhanesinde (Sabun fabrikası) 40 kuruş yevmiye ile (günlük ücret) çalışmış bir Ayvalıklıyım. demokrasidedevrim.com web sitemizin "Bir Girit bir Ayvalık" öyküsünde Ayvalık zenginlerini ve çocuklarını sanayiyi yörüklere kaptırdılar diye acı acı eleştiriyorum.
Sizi, Açık Radyo'da tanıdıktan sonra insana ve kültüre yapılan yatırımın MEYVE verdiğini görerek ferahladım. Yazıyı ilişikte gönderiyorum zaman ayırıp okursanız mutlu olurum.
Link Görüntüleyemezsiniz Üye Olmanız Gerekiyor ? adına Dr.Hasan Horto
Ömer Madra ile hasbihal:
Sayın Ömer Madra:
4 Mart,2005 günü,açık radyoda,bu torunlardan birini daha yakaladım.1930 lu ve 1940 lı yılların yalnız Ayvalığ'ın değil,tüm ülkenin en zengin insanı,Sezai Ömer Madra'nın torunu,Ömer Madra'yı.Yoğun programı içinde acele sohbet ettik.lâf dededen açıldı.zenginlikten söz ettik.
Midilli'li, dede Sezai Ömer Madra,1918 -1919 yıllarında,İzmir de oturmaktadır. 1919 yılının başlarında,muhtemelen Ocak ayı içinde,yani Mustafa Kemâl, Samsun'a hareket etmeden, bir süre önce,Sezai Ömer Madra'ya Istanbuldan,Mustafa Kemâl Paşa, imzalı bir mektup gelir.Mektup kısadır.Şöyle yazar.Bana daha evvel borç verdin.Şimdi de bir miktar gönder. Sonra sana öderim.Umarım torun Madra,dede yadigârı bu küçük mektubu haalâ saklamaktadır.Eğer kopyasını bize verirse,mektubu eski türkçe haliyle, burada yayınlarız.Ve bizde,öğünmeğe bu mektupla başlarız Çünkü: bu kısa mektup,Midilli'nin,Ayvalığ'ın,Kuvayı Milliyeden öncesini yansıtır..
Azizim Sezai Bey,
Memuren Anadolu’ya hareket ediyorum. Nez-i álinizde mahfuz (sizde bulunan) emanete ait senedi valideme terkettim (bıraktım). Avdetinizde (dönüşünüzde) emanetle senedin mübadelesi (değişimi) için Vasıf Bey biraderimize rica ettim.
Gözlerinizden öperim.
Dokuzuncu Kolordu Kıtaatı (kıt’aları) Müfettişi
Mirliva (Tuğgeneral) Mustafa Kemâl’
(Zát-ı álinizce mebhus (bahsi geçen) emánetin bir müddet daha muhafazasında emniyetli bir surette faide me’mul ise (fayda bekleniyorsa), o suret de cáiz olur)’
Paşa’nın diğer mektubu 1922’nin 19 Haziran tarihini taşıyor, Mustafa Kemâl, aradan geçen üç sene boyunca annesine yaptığı yardımlardan dolayı Sezai Ömer Bey’e teşekkür ediyor ve daha sonra bugün hiç bilmediğimiz asıl konuya temas ediyordu: Mustafa Kemâl Paşa’nın ‘halası ve diğer bazı akrabaları’ o sırada İstanbul’da bulunuyorlardı ve Paşa, Sezai Ömer Bey’den ‘akrabalarının geçimlerini sağlayabilmeleri için’, kızkardeşi Makbule Hanım’a her ay yüz lira vermesini rica ediyordu. Bu mebláğ, Sezai Ömer Bey’de bulunan Mustafa Kemâl’e ait iki bin liradan ödenecekti.
100 LİRA AYLIK
Mustafa Kemâl, 19 Haziran 1922 tarihli mektubunda şunları yazıyordu:
‘Muhterem Sezai Beyefendi,
Valideme gönderdiğiniz mektubu ve melfuf (ilişikteki) hesap pusulasını aldım.
Üç sene zarfında valideme gösterdiğiniz ulüvv-ı insaniyet ve muavenet tafsilátına muttali oldum (anneme gösterdiğiniz yüksek insanlığın ve yardımın ayrıntılarını öğrendim). Çok teşekkür ederim.
Nezdinizde mahfuz bulunan iki bin liradan bir müddet daha İstanbul’da kalmak mecburiyetinde bulunan hemşirem Makbule Hanım’la halam vesáir bazı akrabanın maişetlerine medár olmak (geçimlerini sağlamak) üzere Temmuz 1 ibtidásından (başlangıcından) itibaren hemşirem Makbule Hanım’a máhiyye (aylık) yüz lira vermenizi rica ederim.
Selám ve ihtirámátımı (saygılarımı) takdim ederim efendim.
Mustafa Kemâl’
( Bu iki mektup ta,Sezai Ömer Madra'nın torunları Ömer Madra ve Sezai Madra'nın özel izinleri ile Murat Bardakçı'dan iktibas edilmiştir )
Bir zamanlar,ülkenin en zengin insanının torunu Ömer Madra,1960 lı yıllarda,Ayvalık ta,Türkiye İşçi Partisinin seçim çalışmalarında yer alır.10 yıla yakındır da,açık radyo da,cesûr,ama tam cesûr fikirleri savunur.
1950 li yıllarda,Fakir Baykurt'un kitapları çıkmağa başladığında,hemşehrisi,Burdurlu bir köylü bacı şöyle diyordu. ( Fakir Baykurt adında biri çıkmış Burdur da..Ağalara da beylere de gafa tutuyo.).
Şimdi bende,o köylü bacı gibiyim.
Ömer Madra derler, biri vardır.George Bush'a da,petrolcülere de meydan okur.Diyorum.
Avrupa'lılar,Hollanda'lılar ülkemize gelsinler,
Yeni milenyum da,yirmibirinci yüzyılda,modern Don-ki-Şot nasıl olur,görsünler .
Musaade et, be kardeşim;yazımızı bu haliyle koyalım.Homeros'a kadar uzanan Ege kültürünün, bir parçası olarak, bizim de,hiç olmazsa,Mustafa Koç,Ali Koç ve Ömer Sabancı'dan birazcık farkımız çıksın ortaya hiç olmazsa.
Sevgiler,saygılar,
26 Nisan,2005
Dr.Hasan HORTO
alıntı
Girit usulü peynirli biber dolması..
Girit Usulü Peynirli Biber Dolması
Malzemeler
1/2 kg çarliston biber
1/2 kg yağsız beyaz peynir
1 yumurta
1 tutam maydanoz (ince kıyılmış)
1 tutam dereotu (ince kıyılmış)
1 çay kaşığı karabiber
2 diş sarımsak
2 olgun domates
1 çay kaşığı şeker
Zeytinyağı
Tuz
Yapılışı
Biberlerin sapları ve çekirdekleri ayıklanıp iyice yıkanır.
Peynir bir çatalla ezilir. Yeşillikler, yumurta ve karabiber eklenip karıştırılırç Bu iç malzemesi ile biberler doldurulur. Bir tavada az yağda arkalı önlü kızartılır. Biberler bir servis tabağına alınır.
Aynı tavada ince kıyılmış sarımsaklar pembeleştirilir ve üzerine domates, şeker, tuz eklenip domatesler suyunu çekene kadar kısık ateşte pişirilir. Biberlerin üzerine gezdirilip oda ısısında servis yapılır.
Morbiber
Alıntı
Malzemeler
1/2 kg çarliston biber
1/2 kg yağsız beyaz peynir
1 yumurta
1 tutam maydanoz (ince kıyılmış)
1 tutam dereotu (ince kıyılmış)
1 çay kaşığı karabiber
2 diş sarımsak
2 olgun domates
1 çay kaşığı şeker
Zeytinyağı
Tuz
Yapılışı
Biberlerin sapları ve çekirdekleri ayıklanıp iyice yıkanır.
Peynir bir çatalla ezilir. Yeşillikler, yumurta ve karabiber eklenip karıştırılırç Bu iç malzemesi ile biberler doldurulur. Bir tavada az yağda arkalı önlü kızartılır. Biberler bir servis tabağına alınır.
Aynı tavada ince kıyılmış sarımsaklar pembeleştirilir ve üzerine domates, şeker, tuz eklenip domatesler suyunu çekene kadar kısık ateşte pişirilir. Biberlerin üzerine gezdirilip oda ısısında servis yapılır.
Morbiber
Alıntı
Lokumlu kurabiye..
Lokumlu Kurabiye
--------------------------------------------------------------------------------
Malzemeler:
*yarım paket margarin
*1 paket kabartma tozu
*1 bardak süt(krema da olabilir)
*un(alabildiğine)
*lokum
Yapılışı:
Margarin,kabartma tozu,süt(YADA KREMA)ve un iyice yoğurulur.
Kulak memesi kıvamına gelince yuvarlak hale getirilir ve içine lokum(1 adet) yerleştirilip bohça şeklinde kapatıp avuç içinde yuvarlaştırılır.
Yağlı tepsiye dizilir.Fırınlanır.
piştikten sonra üzerine bol pudra şekeri dökülür.
Afiyet olsun (annemin meşhur kurabiyesi.)
alıntı
--------------------------------------------------------------------------------
Malzemeler:
*yarım paket margarin
*1 paket kabartma tozu
*1 bardak süt(krema da olabilir)
*un(alabildiğine)
*lokum
Yapılışı:
Margarin,kabartma tozu,süt(YADA KREMA)ve un iyice yoğurulur.
Kulak memesi kıvamına gelince yuvarlak hale getirilir ve içine lokum(1 adet) yerleştirilip bohça şeklinde kapatıp avuç içinde yuvarlaştırılır.
Yağlı tepsiye dizilir.Fırınlanır.
piştikten sonra üzerine bol pudra şekeri dökülür.
Afiyet olsun (annemin meşhur kurabiyesi.)
alıntı
Hanya usulü taze yaprak sarması..
HANYA USULÜ TAZE YAPRAK SARMA
MALZEMELER
Yarım kilodan biraz fazla taze
asma yaprağı (bulamazsanız
salamura Tokat yaprağı)
2 su bardağı pirinç
8 adet soğan
2 yemek kaşığı dolmalık fıstık
1 yemek kaşık kuşüzümü
1 su bardağından az zeytinyağı
1 yemek kaşığı kuru nane
3 çay kaşığı yenibahar
2 çay kaşığı tarçın
2 çay kaşığı karabiber
1 tatlı kaşığı tuz
2 tatlı kaşık şeker
Yarım limon suyu
HAZIRLANIŞI
İçi hazırlamak için pirinç, sıcak suyla 15 dakika ıslatılır. Az yağla fıstıklar kavrulur, ince doğranmış soğanlar ve kalan zeytinyağı (az bir miktarı üzerine gezdirmek için ayrılır) eklenir. Tencerenin kapağı kapatılır. Soğanlar pembeleşince pirinç ve kuşüzümü (ayıklanıp, yıkanmış) eklenir. Pirinç 5 dakika kadar kavrulur. Tane tane olunca nane, yenibahar, tuz, karabiber, tarçın, şeker ve yarım su bardağından biraz fazla sıcak su eklenir (su pirrinçleri geçmesin, pirinçler diri kıvamda pişecek). Salamura yapraklar el dayanacak sıcaklıktaki suda tuzu gidene kadar yaprakları örselemeden birkaç defa yıkanır. Daha sonra ılık suda 15-20 dakika bekletilir. Dolma tenceresinin dibine kaim veya bozuk birkaç yaprak döşenir. Üzerine sarılan dolmalar dizilir, kalan zeytinyağı gezdirilir. Yarım limon suyu ve 2-2,5 bardak sıcak su eklenir, kaynaymca altı kısılır, yarım saat kadar kısık ateşte pişirilir. Zamanınız varsa tencerenin kapağmı açmadan bir gün bekletmenizdir. Bekleyen dolma kendini çekeceği için çok daha lezzetli olacaktır.
rabiyaekim den Alıntı
MALZEMELER
Yarım kilodan biraz fazla taze
asma yaprağı (bulamazsanız
salamura Tokat yaprağı)
2 su bardağı pirinç
8 adet soğan
2 yemek kaşığı dolmalık fıstık
1 yemek kaşık kuşüzümü
1 su bardağından az zeytinyağı
1 yemek kaşığı kuru nane
3 çay kaşığı yenibahar
2 çay kaşığı tarçın
2 çay kaşığı karabiber
1 tatlı kaşığı tuz
2 tatlı kaşık şeker
Yarım limon suyu
HAZIRLANIŞI
İçi hazırlamak için pirinç, sıcak suyla 15 dakika ıslatılır. Az yağla fıstıklar kavrulur, ince doğranmış soğanlar ve kalan zeytinyağı (az bir miktarı üzerine gezdirmek için ayrılır) eklenir. Tencerenin kapağı kapatılır. Soğanlar pembeleşince pirinç ve kuşüzümü (ayıklanıp, yıkanmış) eklenir. Pirinç 5 dakika kadar kavrulur. Tane tane olunca nane, yenibahar, tuz, karabiber, tarçın, şeker ve yarım su bardağından biraz fazla sıcak su eklenir (su pirrinçleri geçmesin, pirinçler diri kıvamda pişecek). Salamura yapraklar el dayanacak sıcaklıktaki suda tuzu gidene kadar yaprakları örselemeden birkaç defa yıkanır. Daha sonra ılık suda 15-20 dakika bekletilir. Dolma tenceresinin dibine kaim veya bozuk birkaç yaprak döşenir. Üzerine sarılan dolmalar dizilir, kalan zeytinyağı gezdirilir. Yarım limon suyu ve 2-2,5 bardak sıcak su eklenir, kaynaymca altı kısılır, yarım saat kadar kısık ateşte pişirilir. Zamanınız varsa tencerenin kapağmı açmadan bir gün bekletmenizdir. Bekleyen dolma kendini çekeceği için çok daha lezzetli olacaktır.
rabiyaekim den Alıntı
Mizithra pies from Sfakia
Mizithra pies from Sfakia
--------------------------------------------------------------------------------
Pasta için • ½ kilo un • 1 yumurta • 3 yemek kaşığı. yağ..
Doldurma • ½ kilo mizithra peynir • Tarçın • Bal için
Yöntem bir kase, dövülmüş yumurta, yağ ekleyerek ve un Yeri kadar su gibi bir orta yumuşak pasta yapmak gerekiyordu. Birlikte tüm malzemeleri karıştırarak doldurma hazırlayın. Küçük toplar halinde hamur Böl ve bir çember içine her out atışında yan tabağın boyutu. Her biraz dolgu üzerinde Spread Cinna mon ile serpin ve pas üzerinde kat deneyin. Parmaklar ile hafifçe basın pasta düzleştirmek için. Bir kızartma yağsız tavada ya da sadece bir damla ile, sürekli böylece yakmak için değil dönüm bir tarafından Fry biri. Bal ekleyin ve servis yapın.
afiyet olsun...
alıntı
--------------------------------------------------------------------------------
Pasta için • ½ kilo un • 1 yumurta • 3 yemek kaşığı. yağ..
Doldurma • ½ kilo mizithra peynir • Tarçın • Bal için
Yöntem bir kase, dövülmüş yumurta, yağ ekleyerek ve un Yeri kadar su gibi bir orta yumuşak pasta yapmak gerekiyordu. Birlikte tüm malzemeleri karıştırarak doldurma hazırlayın. Küçük toplar halinde hamur Böl ve bir çember içine her out atışında yan tabağın boyutu. Her biraz dolgu üzerinde Spread Cinna mon ile serpin ve pas üzerinde kat deneyin. Parmaklar ile hafifçe basın pasta düzleştirmek için. Bir kızartma yağsız tavada ya da sadece bir damla ile, sürekli böylece yakmak için değil dönüm bir tarafından Fry biri. Bal ekleyin ve servis yapın.
afiyet olsun...
alıntı
2 Şubat 2010 Salı
GİRİT GELİN OLUR
Tarih tekerrürden ibaretse eğer,
Bir başka kervan kalkar günün birinde
Konya'dan Hanya'ya doğru,
Birikmiş özlemleri ve koynunda bebeğiyle
Cunda'dan bir kadın düşer yollarına Girit'in
Bir mezar dikilir ayağa İzmit'ten Şile'den
Saplanır bağrına bir hançer,yiğit gelinin
Seherde açılır eller göğe
Ve bir katar yürür
Kandiye'nin taş yollarına Girit'in
Bir mantin bir mermi olur,
Bir yıldırım düşer ak denizinin suyuna
Bir özlem kavrulur kazanlarında o gün
Bir ufuk olur sevdam Retimno'da
Gözlerine birikmiş yaşlarına inat,diridir kadın
Ve uzak diyarlara uzanır yüreği Girit'in,
Derken kadın hasret olur,
Kadın er olur,Akdeniz olur
Akdeniz o gün Girit,Girit Gelin olur!
Elbet bir başka kervan kalkar günün birinde
Konya'dan Hanya'ya doğru,
O gün Girit gelin olur,Girit Anadolu!
Yılmaz Ünlü'nün "Giritli Gelin" i Kurtuluş Savaşı sırasında Tarsus ve çevresinde meydana gelen olaylardan hareket edilerek yazılmış bir roman....
Berfin Yayınları/Roman Dizisi İstanbul 2005 1.Baskı
....Binlerce yıl dinlerin,kavimlerin harmanladığı Tarsus kentine zorla gönderilen ailelerden birinin kızıdır Giritli Gelin..Rumca'dan başka dil bilmeyen Ayşe ile Ermeni fabrikatörün oğlu Artin ve onun süt kardeşi,toprak işçisi Bilal arasında geçen aşk ilişkilerinin romanıdır.
Kurtuluş Savaşı'nda Fransızların Tarsus'u ele geçirmeleri ile başlayan olaylar,Artin ve Komitacı arkadaşlarının,bağımsız bir Ermeni Devleti kurma hayalleri ile beslenen eylemleri,Kuvay-ı Milliye ile yaptıkları savaşlar,yaşanan acı olaylar tarihi süreç içinde anlatılmaktadır....
Geleeği ve oğlunun kötü davranışlarını gören Artin'in babasının önlem almak için
düzenlediği din adamlarından bir felsefeciden oluşan "Erdem" toplantısı,dinler ve felsefi açıdan sözü edilen konuya açıklık getirmekte ve çevre halkının davranışlarına,yaptıklarına,söylediklerine ışık tutmaktadır....
ALINTI
Bir başka kervan kalkar günün birinde
Konya'dan Hanya'ya doğru,
Birikmiş özlemleri ve koynunda bebeğiyle
Cunda'dan bir kadın düşer yollarına Girit'in
Bir mezar dikilir ayağa İzmit'ten Şile'den
Saplanır bağrına bir hançer,yiğit gelinin
Seherde açılır eller göğe
Ve bir katar yürür
Kandiye'nin taş yollarına Girit'in
Bir mantin bir mermi olur,
Bir yıldırım düşer ak denizinin suyuna
Bir özlem kavrulur kazanlarında o gün
Bir ufuk olur sevdam Retimno'da
Gözlerine birikmiş yaşlarına inat,diridir kadın
Ve uzak diyarlara uzanır yüreği Girit'in,
Derken kadın hasret olur,
Kadın er olur,Akdeniz olur
Akdeniz o gün Girit,Girit Gelin olur!
Elbet bir başka kervan kalkar günün birinde
Konya'dan Hanya'ya doğru,
O gün Girit gelin olur,Girit Anadolu!
Yılmaz Ünlü'nün "Giritli Gelin" i Kurtuluş Savaşı sırasında Tarsus ve çevresinde meydana gelen olaylardan hareket edilerek yazılmış bir roman....
Berfin Yayınları/Roman Dizisi İstanbul 2005 1.Baskı
....Binlerce yıl dinlerin,kavimlerin harmanladığı Tarsus kentine zorla gönderilen ailelerden birinin kızıdır Giritli Gelin..Rumca'dan başka dil bilmeyen Ayşe ile Ermeni fabrikatörün oğlu Artin ve onun süt kardeşi,toprak işçisi Bilal arasında geçen aşk ilişkilerinin romanıdır.
Kurtuluş Savaşı'nda Fransızların Tarsus'u ele geçirmeleri ile başlayan olaylar,Artin ve Komitacı arkadaşlarının,bağımsız bir Ermeni Devleti kurma hayalleri ile beslenen eylemleri,Kuvay-ı Milliye ile yaptıkları savaşlar,yaşanan acı olaylar tarihi süreç içinde anlatılmaktadır....
Geleeği ve oğlunun kötü davranışlarını gören Artin'in babasının önlem almak için
düzenlediği din adamlarından bir felsefeciden oluşan "Erdem" toplantısı,dinler ve felsefi açıdan sözü edilen konuya açıklık getirmekte ve çevre halkının davranışlarına,yaptıklarına,söylediklerine ışık tutmaktadır....
ALINTI
Kardinal Kuşu
Bir gün, sonra bir hafta geçti;
Eşikte dolanan kırmızı kuş
Ötmedi ve herkes meraklanıp,
Durgunlaştı.
Aydınlık bir sabah, duru ve yüksek sesle,
Uykulu kulağıma çarptı ıslığı;
On kez yineledi, delip geçene dek ses duvarlarını.
Birden, sevdiğim her şey; kuş, dere, çiçek, ağaç...
Geri döndü. Belki, bu yüzden duydum,
Kardinal kuşunu.
Akçaçağaç boy atarken,
Baharat çalılıkları da çoğalıyordu.
Gökler mavi, rüzgar yumuşaktı;
Ama kalakaldım.
İnceden yayılan pus ile
Çocukluk günlerim geri geldi;
Dersi asan boş vermiş halim,
Beni hemencecik buluverdi.
İlk kez gördüğüm ve duyduğum o eski zamanda,
Kardinal kuşunu.
Sonra, yemyeşil, geniş ve aydınlık çayırlar,
Karahindibaların sözsüz görkemi;
Bu istekli görüntü üzerinde,
Işıldadı, altın yıldızlar gibi.
Ve çayırın tam kıyısında,
Pejmürde böğürtlenlerin yamacında;
Sarı, yeşil, gri yosunlar,
Taze düğün çiçekleri
Ve küçük bahar güzellikleri,
Müjdeci anemonlar...
Hepsi vardı. İlk kez duyduğumda,
Kardinal kuşunu.
Eski, gri ormanın kıyısında,
Elma ağacının hoş kokusunu, içime çektim
Ve ötede, ışığın karardığı yerde,
Çiçeklerin açışını gördüm.
Mayıs elmalarını, gölgeliğin altına
Eğilen yaprakları;
Işığı kaldıran ve mavi gözlü sarmaşığın,
Vahşice yoldan çıkışını.
Gün ışığının yattığı yerde salınan,
Mührüsüleymanın, usulca oynadığını gördüm.
Hepsi, ilk duyduğumdaki gibiydi,
Kardinal kuşunu.
Bayırda, derenin üstünde,
Reçine veriyor ağaçların yarası.
Aralarında, fısıldaşıp
Duruyor arılar;
Dosta düşmana sormadan,
Oburca polen yiyip,
Gelip gidiyor otlakçılar!
Başımın üstünde uzanan lale ağaçlarından
Ve aşağıda, ayağımın altındaki
Mor çiçeklerden,
Bal emiyorlar.
Bunlar, hep gördüğüm şeylerdi ilk duyduğumda,
Kardinal kuşunu.
Nasıl da benziyor! Ancak, sihir bozuluyor.
Ah, nasıl da özlüyorum, bayırın güneşli sırtını;
Işıldayan gözlerini, al yanaklarını!
Nerede, nerede şimdi;
Loş ormana sızan gün ışığı gibi,
Sonraları yanımda bitiveren o üçü?
Ne yazık ki, yalnızım o zamanda beri!
Aldılar tüm bezginliklerini insanların;
Biri, erkekliğin arifesinde,
Diğer ikisi, gücü ve gururuyla öldü.
Mezarları yemyeşil; ilk duyduğum yerdeki gibi,
Kardinal kuşunu.
Pencerede salınan kırmızı kuş,
Oyalayamayacak daha fazla rüyalarımı.
Yine, akçaağaç orada söyleyecek,
Vahşi ormanın şarkısını.
Onu, gözyaşlarıyla uyandıran,
Ağaca ve göğe verdim.
Benimle gençliğin yollarında yürüyen,
O üç kardeşi çok özledim.
Üzülecek kardeşleri vardı onun da,
Çarem yoktu inanmaktan başka;
Turladıkça sesi duyulan,
Kardinal kuşuna.
Çeviren: Özlem Yaşayanlar
ALINTI
Eşikte dolanan kırmızı kuş
Ötmedi ve herkes meraklanıp,
Durgunlaştı.
Aydınlık bir sabah, duru ve yüksek sesle,
Uykulu kulağıma çarptı ıslığı;
On kez yineledi, delip geçene dek ses duvarlarını.
Birden, sevdiğim her şey; kuş, dere, çiçek, ağaç...
Geri döndü. Belki, bu yüzden duydum,
Kardinal kuşunu.
Akçaçağaç boy atarken,
Baharat çalılıkları da çoğalıyordu.
Gökler mavi, rüzgar yumuşaktı;
Ama kalakaldım.
İnceden yayılan pus ile
Çocukluk günlerim geri geldi;
Dersi asan boş vermiş halim,
Beni hemencecik buluverdi.
İlk kez gördüğüm ve duyduğum o eski zamanda,
Kardinal kuşunu.
Sonra, yemyeşil, geniş ve aydınlık çayırlar,
Karahindibaların sözsüz görkemi;
Bu istekli görüntü üzerinde,
Işıldadı, altın yıldızlar gibi.
Ve çayırın tam kıyısında,
Pejmürde böğürtlenlerin yamacında;
Sarı, yeşil, gri yosunlar,
Taze düğün çiçekleri
Ve küçük bahar güzellikleri,
Müjdeci anemonlar...
Hepsi vardı. İlk kez duyduğumda,
Kardinal kuşunu.
Eski, gri ormanın kıyısında,
Elma ağacının hoş kokusunu, içime çektim
Ve ötede, ışığın karardığı yerde,
Çiçeklerin açışını gördüm.
Mayıs elmalarını, gölgeliğin altına
Eğilen yaprakları;
Işığı kaldıran ve mavi gözlü sarmaşığın,
Vahşice yoldan çıkışını.
Gün ışığının yattığı yerde salınan,
Mührüsüleymanın, usulca oynadığını gördüm.
Hepsi, ilk duyduğumdaki gibiydi,
Kardinal kuşunu.
Bayırda, derenin üstünde,
Reçine veriyor ağaçların yarası.
Aralarında, fısıldaşıp
Duruyor arılar;
Dosta düşmana sormadan,
Oburca polen yiyip,
Gelip gidiyor otlakçılar!
Başımın üstünde uzanan lale ağaçlarından
Ve aşağıda, ayağımın altındaki
Mor çiçeklerden,
Bal emiyorlar.
Bunlar, hep gördüğüm şeylerdi ilk duyduğumda,
Kardinal kuşunu.
Nasıl da benziyor! Ancak, sihir bozuluyor.
Ah, nasıl da özlüyorum, bayırın güneşli sırtını;
Işıldayan gözlerini, al yanaklarını!
Nerede, nerede şimdi;
Loş ormana sızan gün ışığı gibi,
Sonraları yanımda bitiveren o üçü?
Ne yazık ki, yalnızım o zamanda beri!
Aldılar tüm bezginliklerini insanların;
Biri, erkekliğin arifesinde,
Diğer ikisi, gücü ve gururuyla öldü.
Mezarları yemyeşil; ilk duyduğum yerdeki gibi,
Kardinal kuşunu.
Pencerede salınan kırmızı kuş,
Oyalayamayacak daha fazla rüyalarımı.
Yine, akçaağaç orada söyleyecek,
Vahşi ormanın şarkısını.
Onu, gözyaşlarıyla uyandıran,
Ağaca ve göğe verdim.
Benimle gençliğin yollarında yürüyen,
O üç kardeşi çok özledim.
Üzülecek kardeşleri vardı onun da,
Çarem yoktu inanmaktan başka;
Turladıkça sesi duyulan,
Kardinal kuşuna.
Çeviren: Özlem Yaşayanlar
ALINTI
MÜBADELE ŞİİRLERİ... alıntı
KABAK KEMANE ÇALAN RUM KIZI
Kabak kemane çalan Rum kızı
Rodos’ta
surların önünde
surlar kadar heybetli
surlar kadar durgun
[FONT='Arial','sans-serif'] [/font]
Kabak kemane çalan Rum kızı
kot, siyah tişört
uzun sarı saçlar rüzgarda
ince parmaklar notalarda
Kabak kemane çalan Rum kızı
aşk şarkıları söylüyor
muhtemelen
,'sans-serif']gözlerinde
dudaklarında
duruşunda aşk yok
Kabak kemane çalan Rum kızı
çok uzak bize
[çok yakın ]
kendi burada
beyni uzaklarda
çok uzaklarda
Kabak kemane çalan Rum kızı duygulu ezgiler parmaklarında
ama duygu yok dudaklarında
Kabak kemane çalan Rum kızı
yanık türküler söylüyor
ülkem gibi
Kabak kemane çalan Rum kızı
yüzü gülmüyor
ülkem gibi
Kabak kemane çalan Rum kızı
Abu ğali gibi gürül gürül
yalın, temiz, duru ve çoşkulu
Kabak kemane çalan Rum kızı
mahzun ve kırılmaya hazır
Kabak kemane çalan Rum kızı
sahnede
gökte dolunay
ezgilerde hüzün
insanlarda hüzün
hüzünlü bir gecedeyiz
Kabak kemane çalan Rum kızı
[hüznümüze hüzün katmakta bu gece
28 Eylül 2007 / Rodos [/font]
[]Not: “abu ğali” , Karadenizde bir derenin adıdır
Kabak kemane çalan Rum kızı
Rodos’ta
surların önünde
surlar kadar heybetli
surlar kadar durgun
[FONT='Arial','sans-serif'] [/font]
Kabak kemane çalan Rum kızı
kot, siyah tişört
uzun sarı saçlar rüzgarda
ince parmaklar notalarda
Kabak kemane çalan Rum kızı
aşk şarkıları söylüyor
muhtemelen
,'sans-serif']gözlerinde
dudaklarında
duruşunda aşk yok
Kabak kemane çalan Rum kızı
çok uzak bize
[çok yakın ]
kendi burada
beyni uzaklarda
çok uzaklarda
Kabak kemane çalan Rum kızı duygulu ezgiler parmaklarında
ama duygu yok dudaklarında
Kabak kemane çalan Rum kızı
yanık türküler söylüyor
ülkem gibi
Kabak kemane çalan Rum kızı
yüzü gülmüyor
ülkem gibi
Kabak kemane çalan Rum kızı
Abu ğali gibi gürül gürül
yalın, temiz, duru ve çoşkulu
Kabak kemane çalan Rum kızı
mahzun ve kırılmaya hazır
Kabak kemane çalan Rum kızı
sahnede
gökte dolunay
ezgilerde hüzün
insanlarda hüzün
hüzünlü bir gecedeyiz
Kabak kemane çalan Rum kızı
[hüznümüze hüzün katmakta bu gece
28 Eylül 2007 / Rodos [/font]
[]Not: “abu ğali” , Karadenizde bir derenin adıdır
GİRİT' te KIŞI YAŞAMAK .. ALINTI
Sabah henüz olmamıştı! Sobada geceden kalma biraz sıcaklık hala duruyor. Pencereye yaklaştım dışarısı aydınlıktı ama sabah hala olmamıştı! Karın beyazlığı ve o muhteşem soğukluk hissi tüm bedenimi sarmıştı! Burnum akıyordu hafiften. Cama yaklaştım iyice, biraz araladım ve bahçedeki kar kokusunu ciğerlerime çektim! Sanırım yaşamak buydu! Hissediyordum her bir kar tanesini ve yaşamak için bir nedenim olduğunu!
Bu gün çok heyecanlıydım aslında! Sabah olmadan önce kilisenin hemen üzerindeki tepede buluşacağız onunla! Kimselere görünmeden gidip görüşmemiz lazım! Hemen üzrimi giymeye başladım! Çoraplarımı giyerken, ayaklarımın buz gibi olduğunu ellerim deyince hisediyorum! Yün çorap seçtim bu gün. Kar soğu da bir başka oluyor! Tüm şehiri örttü işte ve bir benim sevdam dışarda kaldı bu soğukta! Hemen giyinip kapıya doğru yöneldim! Kimseyi uyandırmamak için büyük bir titizlikle araladım kapıyı ve kendimi beyazların içine salıverdim!
Aslında çok soğuk dışarısı! Yalnız heyecandan olsa gerek ya da çok hızlı yürümekten terledim bile! Yazın da bir başka olur buraları aslında! İnsan sevdalanacaksa burada sevdalanmalı! Yürüken karla sohbet ediyordum sanki; her kart kurt sesinde bana birşeyler anlatıyor gibi, tarihten, bugünden, yarından...Kiliseye yaklaştım. Geceye tek delil ayak izlerim oldu! Tepeye doğru çıkıyorum, çıkarken bakıyorum ki ayak izleri var! Demek ki gelmiş! Ah bak nasılda heyecanlandım iyiden iyiye! Buluşacağımız yerden çok güzel gözüküyor şehir! Sanki tek sıra olmuş gibi ayaklarımızın altında bembeyaz bir deniz!
Yukarıya çıktığımda ayak izlerinin klisenin papazına ait olduğunu gördüm! Çok şaşırdım ve korktumda! Papaz bey beni karşıladı;
-Hayırdır bu saatte?
-Uykum kaçtı, şehri izlemek istedim!
-Biliyor musun? Ben hemen hemen her gün bakıyorum bu şehre buradan! Bu gün erken çıkıp bakmak istedim!
-(Bu gün he? dedim içimden) Bu günün bir özelliği var mı?
-Aslında var! Çok sevdiğim komşum dimitri istanbula taşındı bu gece! Ani bir karardı ve ailece gittiler!
-Ne?Nasıl? Neden?
Diyerek saçmalamaya başladım! Olamazdı! Daha dün akşam üzeri ayarlamıştık bu buluşmayı! Demek gittiler he? Şimdi ne yapacağım? Allahım! Sus pus olup kalmıştım öylece!
Papaz efndi biliyordu sevdamızı! Ben olduğum yere çöktüm, ellerim başımda beyazlar altındaki şehre bakıyordum ıslak gözlerle! Papaz efendi omzuma elini koydu;
-Evlat! Sen de falza kalma! Haydi iyi sabahlar! Dedi ve gitti...
Yalnız bir şehir ve yalnız bir ben! Girit sevdanı yaşamakta zor ayrılığını yaşamakta...
Bu gün çok heyecanlıydım aslında! Sabah olmadan önce kilisenin hemen üzerindeki tepede buluşacağız onunla! Kimselere görünmeden gidip görüşmemiz lazım! Hemen üzrimi giymeye başladım! Çoraplarımı giyerken, ayaklarımın buz gibi olduğunu ellerim deyince hisediyorum! Yün çorap seçtim bu gün. Kar soğu da bir başka oluyor! Tüm şehiri örttü işte ve bir benim sevdam dışarda kaldı bu soğukta! Hemen giyinip kapıya doğru yöneldim! Kimseyi uyandırmamak için büyük bir titizlikle araladım kapıyı ve kendimi beyazların içine salıverdim!
Aslında çok soğuk dışarısı! Yalnız heyecandan olsa gerek ya da çok hızlı yürümekten terledim bile! Yazın da bir başka olur buraları aslında! İnsan sevdalanacaksa burada sevdalanmalı! Yürüken karla sohbet ediyordum sanki; her kart kurt sesinde bana birşeyler anlatıyor gibi, tarihten, bugünden, yarından...Kiliseye yaklaştım. Geceye tek delil ayak izlerim oldu! Tepeye doğru çıkıyorum, çıkarken bakıyorum ki ayak izleri var! Demek ki gelmiş! Ah bak nasılda heyecanlandım iyiden iyiye! Buluşacağımız yerden çok güzel gözüküyor şehir! Sanki tek sıra olmuş gibi ayaklarımızın altında bembeyaz bir deniz!
Yukarıya çıktığımda ayak izlerinin klisenin papazına ait olduğunu gördüm! Çok şaşırdım ve korktumda! Papaz bey beni karşıladı;
-Hayırdır bu saatte?
-Uykum kaçtı, şehri izlemek istedim!
-Biliyor musun? Ben hemen hemen her gün bakıyorum bu şehre buradan! Bu gün erken çıkıp bakmak istedim!
-(Bu gün he? dedim içimden) Bu günün bir özelliği var mı?
-Aslında var! Çok sevdiğim komşum dimitri istanbula taşındı bu gece! Ani bir karardı ve ailece gittiler!
-Ne?Nasıl? Neden?
Diyerek saçmalamaya başladım! Olamazdı! Daha dün akşam üzeri ayarlamıştık bu buluşmayı! Demek gittiler he? Şimdi ne yapacağım? Allahım! Sus pus olup kalmıştım öylece!
Papaz efndi biliyordu sevdamızı! Ben olduğum yere çöktüm, ellerim başımda beyazlar altındaki şehre bakıyordum ıslak gözlerle! Papaz efendi omzuma elini koydu;
-Evlat! Sen de falza kalma! Haydi iyi sabahlar! Dedi ve gitti...
Yalnız bir şehir ve yalnız bir ben! Girit sevdanı yaşamakta zor ayrılığını yaşamakta...
GİRİTLİ SIRRI PAŞA
Giritli Sırrı Paşa
ELEST YAYINLARI
Sokaktan geçerken Yusuf’un yüzünün nûru, o civarda bulunan köşklerin, evlerin pencerelerinden, kafeslerinden içeriye vurur, düşerdi. Köşklerde bulunanlar; "Belli ki Yusuf gezmeye çıktı, şimdi buradan geçiyor!" derlerdi..
Yusuf’un geçtiği sokağa penceresi bulunan ev, onun oradan geçişinden şereflenir, nurlanırdı.
Aklını başına al da evinin penceresini Yusuf’un geçtiği sokağa aç; ve pencerenin önünde oturup Onu seyret!
Âşık olmak demek, nur gelen tarafa pencere açmaktır.
Çünkü gönül, gerçek dostun yüzü ile aydınlanır, nurlanır!..
Gönüller sultanı Mevlana Celaleddin, Yusuf’u işte bu cümlelerle ifade ediyor ki, adeta Yusuf onun sözlerine de göz kamaştıran bir parlaklık kazandırmış.
Yusuf erkek güzeli
Yusuf ahlâk güzeli
Yusuf akıl güzeli
Yusuf, güzel insan
Hazreti Yusuf’un hayat hikayesi, Kur’an’ın tabiriyle "ahsenül kasas" hikayelerin en güzelidir.
Müslümanların olduğu kadar, Hıristiyanlar ve Musevilerin de ortak atası olan Yusuf’un hikayesi, dilden dile anlatılan evrenselliktedir. Kardeşleri tarafından kuyuya atılan.. köle olarak satılan.. Mısır sarayında Züleyha’nın aşkına rağmen
onun isteğini yerine getirmeyince zindana atılan.. sabırla tüm bunların üstesinden gelip ülkenin ekonomisinde söz sahibi olan Yusuf aleyhisselamın erdemli hikayesi...
Diğer yanda Yusuf’u kaybetmenin üzüntüsüyle ağlamaktan gözleri görmez olan babası ve aynı zamanda peygamber
olan Yakup aleyhisselamın dramı...
Giritli Sırrı Paşa’nın (1844-1895) büyük bir titizlikle hazırladığı Yusuf Sûresi tefsiri olan Ahsenül Kasas adlı bu değerli eser, GÜZEL İNSAN YUSUF (a.s) adıyla ELEST Yayınları arasında 120 yıl günümüz Türçesiyle ilk kez yayınlandı.
İsraoğullarından baba-oğul iki büyük peygamberin bu ibretli öyküsünü, Kur’an’ın veciz ifadeleriyle tekrar tekrar okumaktan bıkmayacaksınız
ALINTI
ELEST YAYINLARI
Sokaktan geçerken Yusuf’un yüzünün nûru, o civarda bulunan köşklerin, evlerin pencerelerinden, kafeslerinden içeriye vurur, düşerdi. Köşklerde bulunanlar; "Belli ki Yusuf gezmeye çıktı, şimdi buradan geçiyor!" derlerdi..
Yusuf’un geçtiği sokağa penceresi bulunan ev, onun oradan geçişinden şereflenir, nurlanırdı.
Aklını başına al da evinin penceresini Yusuf’un geçtiği sokağa aç; ve pencerenin önünde oturup Onu seyret!
Âşık olmak demek, nur gelen tarafa pencere açmaktır.
Çünkü gönül, gerçek dostun yüzü ile aydınlanır, nurlanır!..
Gönüller sultanı Mevlana Celaleddin, Yusuf’u işte bu cümlelerle ifade ediyor ki, adeta Yusuf onun sözlerine de göz kamaştıran bir parlaklık kazandırmış.
Yusuf erkek güzeli
Yusuf ahlâk güzeli
Yusuf akıl güzeli
Yusuf, güzel insan
Hazreti Yusuf’un hayat hikayesi, Kur’an’ın tabiriyle "ahsenül kasas" hikayelerin en güzelidir.
Müslümanların olduğu kadar, Hıristiyanlar ve Musevilerin de ortak atası olan Yusuf’un hikayesi, dilden dile anlatılan evrenselliktedir. Kardeşleri tarafından kuyuya atılan.. köle olarak satılan.. Mısır sarayında Züleyha’nın aşkına rağmen
onun isteğini yerine getirmeyince zindana atılan.. sabırla tüm bunların üstesinden gelip ülkenin ekonomisinde söz sahibi olan Yusuf aleyhisselamın erdemli hikayesi...
Diğer yanda Yusuf’u kaybetmenin üzüntüsüyle ağlamaktan gözleri görmez olan babası ve aynı zamanda peygamber
olan Yakup aleyhisselamın dramı...
Giritli Sırrı Paşa’nın (1844-1895) büyük bir titizlikle hazırladığı Yusuf Sûresi tefsiri olan Ahsenül Kasas adlı bu değerli eser, GÜZEL İNSAN YUSUF (a.s) adıyla ELEST Yayınları arasında 120 yıl günümüz Türçesiyle ilk kez yayınlandı.
İsraoğullarından baba-oğul iki büyük peygamberin bu ibretli öyküsünü, Kur’an’ın veciz ifadeleriyle tekrar tekrar okumaktan bıkmayacaksınız
ALINTI
BURSA KÜTÜĞÜ’NÜN YAZARI KAMİL KEPECİOĞLU KİMDİR
1878’de Girit Hanya’da doğdu. Çocukluğunun on yılı (1882-1892) Gebze’de geçti ve ilk eğtimini burada aldı. Kâmil Bey’in ilk görevi, Manastır Askerî Rüşdiyesi coğrafya muallimliğidir. Daha sonra Karacasu Redif Taburu’nun üçüncü bölüğüne kıta vazifesine tayin edildi.
I. Dünya SAvaşı’nda Dördüncü Ordu’nun müstakil 22. Tümeni’ne bağlı 65. Piyade Alayı’nın 2. Taburu’na bölük kumandanı olarak katılan Kâmil Bey, savaşın son zamanlarında 20 Eylül 1918’de filistin’de Cüneyn’de İngilizlere esir düştü.
İki ay yirmi beş gün sonra Mısır’daki İngiliz esir kampından kurtuldu ve 14 Temmuz 1919’da İstanbul’a döndü. Kâmil Bey, Bursa Dîvân-ı Harbî Hey’et-i Tahkîyyesi refakat kâtipliğine tayin edildi (20 Temmuz 1919). Bir yıl sonra Bursa’nın Yunanlılar tarafından işgaliyle görevi sona erdi.
25 Temmuz 1919-23 Ağustos 1923 tarihleri arasındaki cephe gerisi hizmetleri hakkında Birinci Ordu’nun sabık kumandanlarından Ali İhsan Paya onu övücü ifadeler kullanmıştır. İzmir ve Afyonarasında istihbarat ve gizli haber almayı sağladığından ve Birinci Ordu’da dördüncü fırkanın levazım kısmına Bursa’daki topçu fabrikaları müdürlüğünde bulunduktan sonra 4. Kolordu emrinde iken İstiklâl Harbi’ne katıldığından haberdar olunmadığı için emekliye sevk edildiyzse de iki yıl sonra yanlışlığın anlaşılması üzerine yeniden görevine döndü.
İstiklâl Harbi’ndeki hizmetlerinden ötürü İstiklâl madalyasıyla taltif etdilmişti. 19 Şubat 1932’de açılan halkevlerinden Bursa Halkevi Tarih Komitesi reisliğine seçildi. Bu sırada Bursa tarihiyle ilgilenmeye ve halkevi adına çıkarılan Uludağ mecmuasında tarihe dair yazılar yazmaya başladı.
Kâmil Bey, beş yıl bir ay devam eden arşivciliği esnasında yaptığı hizmetlerle Türk arşivciliğinde seçkin bir yer kazanmıştır. Ali Emîrî Efendi, İbnülemin Mahmud Kemal ve Muallim Cevdet’in ardından Kâmil Bey dördüncü büyüktasnifçimiz olarak anılmıştır. Kâmil Kepecioğlu’nun son yılları Deniz Müzesi ve Arşivi’ndeki çalışmalarla geçti. 5 Ekim 1952’de İstanbul’da vefat etti.
alıntı
I. Dünya SAvaşı’nda Dördüncü Ordu’nun müstakil 22. Tümeni’ne bağlı 65. Piyade Alayı’nın 2. Taburu’na bölük kumandanı olarak katılan Kâmil Bey, savaşın son zamanlarında 20 Eylül 1918’de filistin’de Cüneyn’de İngilizlere esir düştü.
İki ay yirmi beş gün sonra Mısır’daki İngiliz esir kampından kurtuldu ve 14 Temmuz 1919’da İstanbul’a döndü. Kâmil Bey, Bursa Dîvân-ı Harbî Hey’et-i Tahkîyyesi refakat kâtipliğine tayin edildi (20 Temmuz 1919). Bir yıl sonra Bursa’nın Yunanlılar tarafından işgaliyle görevi sona erdi.
25 Temmuz 1919-23 Ağustos 1923 tarihleri arasındaki cephe gerisi hizmetleri hakkında Birinci Ordu’nun sabık kumandanlarından Ali İhsan Paya onu övücü ifadeler kullanmıştır. İzmir ve Afyonarasında istihbarat ve gizli haber almayı sağladığından ve Birinci Ordu’da dördüncü fırkanın levazım kısmına Bursa’daki topçu fabrikaları müdürlüğünde bulunduktan sonra 4. Kolordu emrinde iken İstiklâl Harbi’ne katıldığından haberdar olunmadığı için emekliye sevk edildiyzse de iki yıl sonra yanlışlığın anlaşılması üzerine yeniden görevine döndü.
İstiklâl Harbi’ndeki hizmetlerinden ötürü İstiklâl madalyasıyla taltif etdilmişti. 19 Şubat 1932’de açılan halkevlerinden Bursa Halkevi Tarih Komitesi reisliğine seçildi. Bu sırada Bursa tarihiyle ilgilenmeye ve halkevi adına çıkarılan Uludağ mecmuasında tarihe dair yazılar yazmaya başladı.
Kâmil Bey, beş yıl bir ay devam eden arşivciliği esnasında yaptığı hizmetlerle Türk arşivciliğinde seçkin bir yer kazanmıştır. Ali Emîrî Efendi, İbnülemin Mahmud Kemal ve Muallim Cevdet’in ardından Kâmil Bey dördüncü büyüktasnifçimiz olarak anılmıştır. Kâmil Kepecioğlu’nun son yılları Deniz Müzesi ve Arşivi’ndeki çalışmalarla geçti. 5 Ekim 1952’de İstanbul’da vefat etti.
alıntı
Bahri Fenni anlatıyor
1918 yılında Grebene'nin Dovratova köyünde doğan Bahri Fenni toprak zengini Sadettin Beyin oğlu. Dovratova'nın Türk ve Rumların iç içe yaşadığı bir köy olduğunu söyleyen Fenni şunları anlattı:
“Üç katlıydı evimiz. Annem Huriye Gublar’dan (Mirsina) gelin gelmiş. Çok büyük arazilerimiz vardı köyde. Babam bu arazilerin 40-50 dönümünde çiftçilik yapıyor, gerisini yerli Rumlara yarıcı olarak veriyordu. Babam köyümüzün zenginlerinden sayılırdı. Babasının tek çocuğuydu. Babasından bütün mallar ona kalmış. Yani toprak zengini. Yanımızda Rumlar çalışıyordu. Rumlardan arkadaşlarım da vardı. Bizi seviyor, sayıyorlardı.
Gelirken malımızı mülkümüzü Rumlara bıraktık, yanımıza bir şey almadık. Mallarımızı sattırmadılar. Dovratova’dan kamyonlarla Selanik’e gittik. Selanik’ten İzmir’e çıktık. Oradan da Burdur’a gittik, bir iki ay kaldık Burdur’da. Burdur’da babam ölünce bizden önce Mursallı’ya yerleşen dayılarım bizi yanına aldı. Buraya geldiğimizde yerli nüfus alarak sadece Arnavutlar vardı.
Mursallı’nın çevresindeki köylerde yaşayanlar 20 yıl öncesine kadar hor görüyordu bizi. Bize gâvur gözüyle bakıyorlardı. Elbette hatırlıyorum köyümü. Ama çare yok artık burada yaşayacağız. Çocuklarım, torunlarım da burada yaşayacak. Ama babam sağ olsaydı belki hep beraber dönerdik. O olmadığı için önemli değil. Buraya geldik çok zor şartlar altında yaşadık. Çok zahmetler çektik, sıkıntılar çektik. Çok çalıştık anca bu durumu gelebildik
ALINTI
“Üç katlıydı evimiz. Annem Huriye Gublar’dan (Mirsina) gelin gelmiş. Çok büyük arazilerimiz vardı köyde. Babam bu arazilerin 40-50 dönümünde çiftçilik yapıyor, gerisini yerli Rumlara yarıcı olarak veriyordu. Babam köyümüzün zenginlerinden sayılırdı. Babasının tek çocuğuydu. Babasından bütün mallar ona kalmış. Yani toprak zengini. Yanımızda Rumlar çalışıyordu. Rumlardan arkadaşlarım da vardı. Bizi seviyor, sayıyorlardı.
Gelirken malımızı mülkümüzü Rumlara bıraktık, yanımıza bir şey almadık. Mallarımızı sattırmadılar. Dovratova’dan kamyonlarla Selanik’e gittik. Selanik’ten İzmir’e çıktık. Oradan da Burdur’a gittik, bir iki ay kaldık Burdur’da. Burdur’da babam ölünce bizden önce Mursallı’ya yerleşen dayılarım bizi yanına aldı. Buraya geldiğimizde yerli nüfus alarak sadece Arnavutlar vardı.
Mursallı’nın çevresindeki köylerde yaşayanlar 20 yıl öncesine kadar hor görüyordu bizi. Bize gâvur gözüyle bakıyorlardı. Elbette hatırlıyorum köyümü. Ama çare yok artık burada yaşayacağız. Çocuklarım, torunlarım da burada yaşayacak. Ama babam sağ olsaydı belki hep beraber dönerdik. O olmadığı için önemli değil. Buraya geldik çok zor şartlar altında yaşadık. Çok zahmetler çektik, sıkıntılar çektik. Çok çalıştık anca bu durumu gelebildik
ALINTI
BİR MÜBADİL PORTRESİ: MUSTAFA CILIZ...
Geçtiğimiz hafta bir İstanbul Beyefendisinden telefon aldım. Adıma bir internet sitesinde yazdığım bir makalede rastlamış ve telefonumu Lozan Mübadilleri Vakfından almış. Kendisinin de Sarışabanlı bir mübadil çocuğu olduğunu belirterek tanışmak ve Sarışaban'a ait bilgileri paylaşmak istediğini söyledi ve randevulaştık.
Mustafa Cılız Beyle Kalamış'ta buluştuk, kendisi 81 yaşında Mülkiyeli bir Avukat. Sarışaban Mincinoz köyünden, Samsun Bafra'ya bağlı Eldavut köyüne iskan edilen mübadil bir ailenin çocuğu.
"Bu işlere çok geç başladık aslında deyip" bizim maceramızı öğrenmek istiyor. Daha kurucu başkanımız merhum İbrahim İşler'den söz eder etmez, "İbrahim Öğretmen mi?" demez mi!
Bunun üzerine sohbetimiz büyüyerek, dallanıp budaklandı. Samsun'da ki tüm mübadil camiasını istisnasız tanıyor Mustafa Amca! Böyle olunca sohbetimiz hemen interaktif bir hal aldı ve sohbetimize telefonla pek çok dostumuz da katıldı.
Konuşmamız sırasında memleketten ne zaman söz etsek gözleri doldu Mustafa Amca'nın, çok istiyorum ama yola dayanamıyorum diyor Mustafa Amca; Hemen alternatif bir ulaşım sunuyoruz Mustafa Amca'ya "Dostluk Ekspresi" aklına yatıyor nasıl seviniyor anlatamam. İyi ki varsınız, bu yaşta bana memleket yolunu açıyorsunuz diyor.
Benim dedelerimin geldiği köy Naipli ile Mustafa Amca'nın babasının geldiği Mincinoz köyünün birbirine çok yakın olması nedeniyle köylerimizden ortak değerler buluyoruz, ortak türkülerden, anılardan söz ediyoruz, Balkan Savaşından Yemen çöllerine kadar dedelerimizin anılarından söz ediyoruz.
Sıra köyadlarının nereden geldiğine geliyor, Mustafa Amcanın babasının aktardığına göre bölgenin fatihi Çal Dağına tırmanırken karşılaştığı köylere haber gönderir "sorun bakalım teslim olacaklar mı?" diye, köy teslim olmaya karar verince haberciler koşarak gelir "olacak, olacak" diye, işte Olacak Köyünün adı buradan gelmektedir.
Baraklı Köyünden bir manzara...
Çağlayık Köyünün adı ise etrafında ki dere ve çağlayanlardan geliyormuş.
Mincinoz ise "men cilus" yani 'benim cilus'um tahtımı kurduğum tahta çıktığım yer anlamındaymış.
Sıra mübadele anılarına gelince bir olay dinliyoruz kendisinden;
Kavala'daçalışan ud çalarak akşamları sevgilisine seranat yapan Hasanaki ve onun Rum sevdilisi Maria. Mübadele gündeme gelince bu iki gencin imkansız aşkı iyice tehikeye girer. Ama Hasanaki aşkından vazgeçecek birisi değildir özel havalandırma delikleri açtırdığı sandığa sevgilisini saklayan Hasanaki sandığı da denklerin arasına saklayarak gemiye yükler. Kızın ailesi Mariya'nın kaybolması üzerine Hasanaki'den şüphelenir ve geminin hareketi engellenir ancak tüm aramalara karşın kız bulunamayınca gemi Türkiye'ye doğru yola çıkar, Maria ise ancak Samsun'da Türk Ocağına kurulan misafirhaneye ulaşınca sandıktan çıkabilecektir.
Mustafa Amcaya "vatandaş olunca Meryem adını mı almış?" diye soruyorum "hayır Münevver" diyerek anlatmaya devam ediyor: Ben Lise de okurken Hasanaki'ye iskan esnasında verilen evinde kiracı olarak kalıyordum, 1946 yılında evi polisler bastı herkes şaşırmıştı meğer gerekçe Hasanaki'nin sendika kuruluşunda rol alması ve bir işçi lideri olmasıymış.
Hasanaki ve Münevver'in bu büyük aşkı bir çocukla renklenememiş, ama bir çocuğu evlatlık alıp büyütmüşler.
Kavala'dan bir görünüm su kemeri...
Köylere ilişkin anılara dönüyoruz yeniden, Bulgarlar'ın çalı harmanı bu köyde de kurulmuş, bu köyde de milisler gerek Bulgar gerek Yunan askerlerine karşı mücadele vermiş. Memleketten gelirken altınların nasıl gizlenerek kaçırıldığına ait öykülerden söz ediyoruz.
İskan sonrası tapuların 1936 yılına kadar yerlerin işlenmesine karşın verilmemesi. Memlekette yapılan işlerin burada tutmaması yaşanan geçim sıkıntıları, tütün işlemenin zorluğu, mahalli halkın 1950'lere kadar mübadillere mesafeli durması gibi pekçok sıkıntı yaşamış Mincinoz mübadilleri.
Ancak bu zorlukları özellikle okuyarak aşmış Mincinozlular. Paşası,Avukatı, Kaymakamı hep bu okuyanlar arasından çıkmış, okuyan çocuklar vasıtasıyla yerli halkla aralarında bulunan duvarlar da yıkılmış.
Mustafa Amca ailesi için çok güzel bir soyağacı hazırlamış, sözettiği kişileri buradan bulup üzerine konuşuyoruz.
Eldavut köyünün mübadele sonrasında kurulduğu örnek köylerden olduğunu planlı bir köy olduğunu öğreniyoruz. Başka böyle bir köy olup olmadığını sorduğumuzda Hıdrellez Köyü'nün de bu çerçeve de yapıldığını öğreniyoruz. Ama altını çiziyor Mustafa Amca hükümetin tahsisatı yalnızca arsa içindi evleri biz altınlarımızla yaptık diyor.
Samsun, Rumlar gidince çok yoksullaşmış ekonomiyi mübadiller zaman içinde yeniden canlandırmış, yeni gelenler arasında belli başlı tüccarlar ise; Çağlayıklı Hacı İzzet Ağa, Karadağlı Hüseyin Cengizhan olmuş.
Konuşacak mevzu çok ama Mustafa amcayı fazla yormayalım deyip görüşmeyi sona erdiriyoruz. Kendisini evine bırakıp vedalaşıyoruz kendisinden LMV arşivi için sözlü tarih çalışmasına randevu alıp ayrılıyoruz.
ALINTI
Mustafa Cılız Beyle Kalamış'ta buluştuk, kendisi 81 yaşında Mülkiyeli bir Avukat. Sarışaban Mincinoz köyünden, Samsun Bafra'ya bağlı Eldavut köyüne iskan edilen mübadil bir ailenin çocuğu.
"Bu işlere çok geç başladık aslında deyip" bizim maceramızı öğrenmek istiyor. Daha kurucu başkanımız merhum İbrahim İşler'den söz eder etmez, "İbrahim Öğretmen mi?" demez mi!
Bunun üzerine sohbetimiz büyüyerek, dallanıp budaklandı. Samsun'da ki tüm mübadil camiasını istisnasız tanıyor Mustafa Amca! Böyle olunca sohbetimiz hemen interaktif bir hal aldı ve sohbetimize telefonla pek çok dostumuz da katıldı.
Konuşmamız sırasında memleketten ne zaman söz etsek gözleri doldu Mustafa Amca'nın, çok istiyorum ama yola dayanamıyorum diyor Mustafa Amca; Hemen alternatif bir ulaşım sunuyoruz Mustafa Amca'ya "Dostluk Ekspresi" aklına yatıyor nasıl seviniyor anlatamam. İyi ki varsınız, bu yaşta bana memleket yolunu açıyorsunuz diyor.
Benim dedelerimin geldiği köy Naipli ile Mustafa Amca'nın babasının geldiği Mincinoz köyünün birbirine çok yakın olması nedeniyle köylerimizden ortak değerler buluyoruz, ortak türkülerden, anılardan söz ediyoruz, Balkan Savaşından Yemen çöllerine kadar dedelerimizin anılarından söz ediyoruz.
Sıra köyadlarının nereden geldiğine geliyor, Mustafa Amcanın babasının aktardığına göre bölgenin fatihi Çal Dağına tırmanırken karşılaştığı köylere haber gönderir "sorun bakalım teslim olacaklar mı?" diye, köy teslim olmaya karar verince haberciler koşarak gelir "olacak, olacak" diye, işte Olacak Köyünün adı buradan gelmektedir.
Baraklı Köyünden bir manzara...
Çağlayık Köyünün adı ise etrafında ki dere ve çağlayanlardan geliyormuş.
Mincinoz ise "men cilus" yani 'benim cilus'um tahtımı kurduğum tahta çıktığım yer anlamındaymış.
Sıra mübadele anılarına gelince bir olay dinliyoruz kendisinden;
Kavala'daçalışan ud çalarak akşamları sevgilisine seranat yapan Hasanaki ve onun Rum sevdilisi Maria. Mübadele gündeme gelince bu iki gencin imkansız aşkı iyice tehikeye girer. Ama Hasanaki aşkından vazgeçecek birisi değildir özel havalandırma delikleri açtırdığı sandığa sevgilisini saklayan Hasanaki sandığı da denklerin arasına saklayarak gemiye yükler. Kızın ailesi Mariya'nın kaybolması üzerine Hasanaki'den şüphelenir ve geminin hareketi engellenir ancak tüm aramalara karşın kız bulunamayınca gemi Türkiye'ye doğru yola çıkar, Maria ise ancak Samsun'da Türk Ocağına kurulan misafirhaneye ulaşınca sandıktan çıkabilecektir.
Mustafa Amcaya "vatandaş olunca Meryem adını mı almış?" diye soruyorum "hayır Münevver" diyerek anlatmaya devam ediyor: Ben Lise de okurken Hasanaki'ye iskan esnasında verilen evinde kiracı olarak kalıyordum, 1946 yılında evi polisler bastı herkes şaşırmıştı meğer gerekçe Hasanaki'nin sendika kuruluşunda rol alması ve bir işçi lideri olmasıymış.
Hasanaki ve Münevver'in bu büyük aşkı bir çocukla renklenememiş, ama bir çocuğu evlatlık alıp büyütmüşler.
Kavala'dan bir görünüm su kemeri...
Köylere ilişkin anılara dönüyoruz yeniden, Bulgarlar'ın çalı harmanı bu köyde de kurulmuş, bu köyde de milisler gerek Bulgar gerek Yunan askerlerine karşı mücadele vermiş. Memleketten gelirken altınların nasıl gizlenerek kaçırıldığına ait öykülerden söz ediyoruz.
İskan sonrası tapuların 1936 yılına kadar yerlerin işlenmesine karşın verilmemesi. Memlekette yapılan işlerin burada tutmaması yaşanan geçim sıkıntıları, tütün işlemenin zorluğu, mahalli halkın 1950'lere kadar mübadillere mesafeli durması gibi pekçok sıkıntı yaşamış Mincinoz mübadilleri.
Ancak bu zorlukları özellikle okuyarak aşmış Mincinozlular. Paşası,Avukatı, Kaymakamı hep bu okuyanlar arasından çıkmış, okuyan çocuklar vasıtasıyla yerli halkla aralarında bulunan duvarlar da yıkılmış.
Mustafa Amca ailesi için çok güzel bir soyağacı hazırlamış, sözettiği kişileri buradan bulup üzerine konuşuyoruz.
Eldavut köyünün mübadele sonrasında kurulduğu örnek köylerden olduğunu planlı bir köy olduğunu öğreniyoruz. Başka böyle bir köy olup olmadığını sorduğumuzda Hıdrellez Köyü'nün de bu çerçeve de yapıldığını öğreniyoruz. Ama altını çiziyor Mustafa Amca hükümetin tahsisatı yalnızca arsa içindi evleri biz altınlarımızla yaptık diyor.
Samsun, Rumlar gidince çok yoksullaşmış ekonomiyi mübadiller zaman içinde yeniden canlandırmış, yeni gelenler arasında belli başlı tüccarlar ise; Çağlayıklı Hacı İzzet Ağa, Karadağlı Hüseyin Cengizhan olmuş.
Konuşacak mevzu çok ama Mustafa amcayı fazla yormayalım deyip görüşmeyi sona erdiriyoruz. Kendisini evine bırakıp vedalaşıyoruz kendisinden LMV arşivi için sözlü tarih çalışmasına randevu alıp ayrılıyoruz.
ALINTI
TBMM KÜTÜPHANESİNDE BULUNAN MÜBADELEYE AİT KİTAPLAR..
TBMM KÜTÜPHANESİNDE BULUNAN MÜBADELEYE AİT KİTAPLAR..
--------------------------------------------------------------------------------
Mübadele ve Samsun /
ISBN: 9751613752 İpek, Nedim
2000. 20014083 TBMM Kütüphanesi[] Kütüphanede
Anadolu'ya ağlıyordu Niobe : tüm yönleriyle rum tehciri ve tehcirin tarihsel kaynakları /
ISBN: 975431117X : Erbil, Pervin
2001. 20020371 TBMM Kütüphanesi[] (2)
Kütüphanede
Göç /
ISBN: 9754709335 : Millas, Herkül
2002. 20012770 TBMM Kütüphanesi[] Kütüphanede
Göç : Osmanlı'dan Cumhuriyet'e Balkanlar'ın makus talihi /
ISBN: 9758414313 Ağanoğlu, H. Yıldırım
2001. 20012814 TBMM Kütüphanesi[] (3)
Kütüphanede
Göç /
ISBN: 9754709335 Demirözü, Damla.
2001. 20012770 2001 TBMM Kütüphanesi[] Kütüphanede
İzmir savaşı : Yunanlıların ve Anadolu Rumlarının anlatımıyla /
ISBN: 9751018269 Umar, Bilge.
2002. 20022539 TBMM Kütüphanesi[] (2)
Kütüphanede
Anadolu ve Rum Göçmenleri kökeni : 1922 emperyalist Yunan politikası ve Anadolu felaketi /
ISBN: 9753442718 : Nakracas, Georgios
Onsunoğlu, İbram
2003. 20031190 TBMM Kütüphanesi[] Kütüphanede
Elveda Rumeli : 1924 Rumeli mübadele muhacirlerinden /
Kölemezli, Murtaza
2001. 20032164 TBMM Kütüphanesi[] Kütüphanede
Nüfus mübadelesi : kayıp bir kuşağın hikayesi /
ISBN: 9750501780 Gökaçtı, Mehmet Ali
2003. 20041046 TBMM Kütüphanesi[] Kütüphanede
Muhacirler : bitmeyen göç /
ISBN: 9756341009 Özyürek, Ali Ezger
2003. 20041062 TBMM Kütüphanesi[] (2)
Kütüphanede
ALINTI
--------------------------------------------------------------------------------
Mübadele ve Samsun /
ISBN: 9751613752 İpek, Nedim
2000. 20014083 TBMM Kütüphanesi[] Kütüphanede
Anadolu'ya ağlıyordu Niobe : tüm yönleriyle rum tehciri ve tehcirin tarihsel kaynakları /
ISBN: 975431117X : Erbil, Pervin
2001. 20020371 TBMM Kütüphanesi[] (2)
Kütüphanede
Göç /
ISBN: 9754709335 : Millas, Herkül
2002. 20012770 TBMM Kütüphanesi[] Kütüphanede
Göç : Osmanlı'dan Cumhuriyet'e Balkanlar'ın makus talihi /
ISBN: 9758414313 Ağanoğlu, H. Yıldırım
2001. 20012814 TBMM Kütüphanesi[] (3)
Kütüphanede
Göç /
ISBN: 9754709335 Demirözü, Damla.
2001. 20012770 2001 TBMM Kütüphanesi[] Kütüphanede
İzmir savaşı : Yunanlıların ve Anadolu Rumlarının anlatımıyla /
ISBN: 9751018269 Umar, Bilge.
2002. 20022539 TBMM Kütüphanesi[] (2)
Kütüphanede
Anadolu ve Rum Göçmenleri kökeni : 1922 emperyalist Yunan politikası ve Anadolu felaketi /
ISBN: 9753442718 : Nakracas, Georgios
Onsunoğlu, İbram
2003. 20031190 TBMM Kütüphanesi[] Kütüphanede
Elveda Rumeli : 1924 Rumeli mübadele muhacirlerinden /
Kölemezli, Murtaza
2001. 20032164 TBMM Kütüphanesi[] Kütüphanede
Nüfus mübadelesi : kayıp bir kuşağın hikayesi /
ISBN: 9750501780 Gökaçtı, Mehmet Ali
2003. 20041046 TBMM Kütüphanesi[] Kütüphanede
Muhacirler : bitmeyen göç /
ISBN: 9756341009 Özyürek, Ali Ezger
2003. 20041062 TBMM Kütüphanesi[] (2)
Kütüphanede
ALINTI
"GİRİTLİ MUSTAFA " ARTIK YETİM..
GİRİTLİ MUSTAFA ARTIK YETİM.........
İkinci kuşak Girit mübadili, GİRİTLİ MUSTAFA’nın yazarı, İzmir Galatasaraylılar Derneği’nin eski başkanlarından ERTUĞRUL EROL ERGİR vefat etti. Ergir’in cenazesi 30 Eylül Çarşamba günü İzmir Karşıyaka Bostanlı Beşikçioğlu Camiinde kılınacak öğle namazının ardından toprağa verilecek. 10 Aralık 1930 tarihinde Karşıyaka’da doğan Ergir Unutamadığım Galatasaray'ım ve İstanbul'um, Unutamadığım Karşıyaka'm ve İzmir'im kitaplarının da yazarıydı. Ergir Ailesi’yle tüm mübadillerin başı sağ olsun…
ALLAH RAHMET EYLESİN MEKANI CENNET GİRİT OLSUN...
ALINTI
İkinci kuşak Girit mübadili, GİRİTLİ MUSTAFA’nın yazarı, İzmir Galatasaraylılar Derneği’nin eski başkanlarından ERTUĞRUL EROL ERGİR vefat etti. Ergir’in cenazesi 30 Eylül Çarşamba günü İzmir Karşıyaka Bostanlı Beşikçioğlu Camiinde kılınacak öğle namazının ardından toprağa verilecek. 10 Aralık 1930 tarihinde Karşıyaka’da doğan Ergir Unutamadığım Galatasaray'ım ve İstanbul'um, Unutamadığım Karşıyaka'm ve İzmir'im kitaplarının da yazarıydı. Ergir Ailesi’yle tüm mübadillerin başı sağ olsun…
ALLAH RAHMET EYLESİN MEKANI CENNET GİRİT OLSUN...
ALINTI
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)