25 Ağustos 2010 Çarşamba

Girit denen muamma.. Ne balık var ne de ot

Girit denen muamma.. Ne balık var ne de ot


29 Haziran 2010 Salı, 03:38:26



On yıldır Urla’da yaşıyorum...

Girit üzerine efsanelerin anlatılmadığı hiçbir günüm olmadı.

Duyduklarımın pekişen tesiriyle ufku geniş, tesiri derin bir Girit hastası oldum.

Dostum İbrahim Yüncü, her vesileyle bir Girit hayranlığı aktaran ve Girit kahramanlığı simgeleyen doruk isim olarak dikkatimi çekerdi.

Girit, bir şefkat ve şükran üslubu olarak adeta yüzlerce Zeus’u Çeşme’de, Alaçatı’da,Urla’da yaşayan bir mitolojinin anayurdu gibiydi...

Bu efsaneyi yakından görmek, havasını solumak, suyunu içmek, gölgesinde serinleyip, güneşinde ısınmak, tarihini okumak ve coğrafya farkını tanımak on yıldır kafamın içindeki yanardağdı...

*

Eski Kültür Bakanımız Profesör Suat Çağlayan ve başarılı sanayicimiz Kıyasettin Dündar’la birlikte geçtiğimiz haftayı Girit’te geçirdik...

Mükemmel bir seyahat kadrosu, birlikteliği, tecrübesi ve dostluğu yaşadım.

Pegasus Havayolları ile Atina’ya ve Aegean Havayolları ile Kandiya’ya (Heraklion’a) uçtuk.

Besim Uysal Bey’in aracılığı ile Bayan Melania bizi hava alanında karşıladı.

Kendisi, mübadele kapsamında Alaçatı’dan göçenlerin kurduğu derneğin başkanıydı.

Nazikti,müşfikti, konukseverdi ve hasretliydi...

Dönüş günümüzün keyfini sürmek için Kandiya’dan ayrılıp Resmo’ya (Rhetimnon) gittik.

Girit’in en gamlı ve en tesirli ilk izlenimi Resmo oldu.

Resmo 30 bin nüfuslu bir liman. Ama 60 bin nüfuslu izlenimi yaratıyor.

Kentin gözlerinde karanlığı eksiksiz görebildiğimiz bir dost bakışı var:

Sessiz, sabırlı, davetkar ve çapkın bir göz süzüşü...

Resmo’da liman, durgun, sakin ve biraz da korkulu bir bekleyişin sabırsızlığını hissettiriyor.

Telaştan hızla kaçan bir ürkek çocuk kadar saf görünüşlü kentin teninde geçmişin belikli heyecanlı ama yorgun izleri var.

Osmanlı’dan hiç iz kalmamış gibi tarihini bilerek ve isteyerek ihmalin hoyrat ve vefasız ellerine bırakmış...

Kara Musa Paşa Camii’nin konumunda insanı büyüleyen bir yer seçimi hemen dikkat çekiyor.

Diğer iki küçük mescit olduğu gibi bırakılmış.

Osmanlı camileri ve mescitleri Girit’te bırakınız ibadeti, ziyarete bile açık değil...

Yanından geçerken avlularını izlemek için yaklaşınca Türkiye’den geldiğinizi hemen anlayanlar sizi selamlıyor.

*

Girit kentleri temizlik, sükûnet ve özellikle yayalara gösterilen trafik nezaketiyle başka hiçbir Avrupa kentinde rastlayamayacağınız sıcaklık ve saygıyla terbiye edilmiş gibi...

Resmo, gezginini sevindiren şehir.

Gündüzleri, çarşılar rahatça gezip tozacağınız bir davet zenginliği ile gelenleri büyüleyen güzelliği sergiliyor.

Akşamları sahil araç trafiğine kapatılıyor.

Sahil boyu uzanan kafeteryalar, kafeşantanlar ve kahvelerle gece şenliğini aktarıyorlar.

Sokaklar genç insanların güleç, hafif üryan ve cömert kıyafetlerin cesaretiyle süsleniyor.

Göz alıcı bir gençlik ve güzellik şöleni yaşıyorsunuz.

*

Resmo’da “balık” yok. Liman ve kale terkibinin çevresindeki birkaç balıkçı lokantasında baygın bakışıyla sizi ürküten birkaç balığa rastlıyorsunuz ama bu manzara ısmarlama cesareti vermiyor. Istakoz boyutunda karidesler var; ama tazeliği konusu hemen yüreğinizin korkusu olarak çırpınmaya başlıyor.

Girit denince akla “ot” gelir diyorlar ya; bu biraz kuşkulu bir iddia ve kabul çizgisinde sınırlanmış kalmış.

Örneğin Urfa’da bir kebapçı dükkânında müşterinin önüne konulan yeşilliği onda biri bir Girit lokantasında bütün müşterilere dağılan servisten fazla...

*

Şu ünlü Girit kemençesini dinlemeniz maalesef hiçbir turistik zeminde sesini duyuramıyor...

Gitmeden önce, “Girit bir muammadır” diyorlardı; sanırım Girit, sırrını hemen açıklayan cömert ve çapkın bir tanrıçanın davetkârlığını anlatıyor...
YILMAZ KARAKOYUNLU'DAN



ALINTI

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder