İlhan Selçuk, aslında Girit Kandiyalı bir aileye mensuptu. Buraya da Selçuk’tan gelmişlerdi. İlhan Selçuk’un dedesi, Bektaşilerde yaygın bir isim olduğunu söylediği Muallim-i Evvel Musa Kazım Efendi’ydi. Kazım Efendi burada, yine Girit Kandiya eşrafından Hacı Arif Bey’in kızı Dilber Hanım ile evlenmişti. Bu evlilikten dünyaya gelen Mehmet Kasım Selçuk ve ailesi, Girit’in elimizden çıkmasından sonra Milas’a yerleşti. Kasım Selçuk, Birinci Dünya Harbi sırasında Harbiye’de öğrenciydi. Daha okulu bitirmeden zabit vekili olarak Şark, oradan da Suriye Cephesi’nde görev aldı. Mütarekeden sonra Milas’a döndü. Ve Kuvayı Milliye hareketine katılıp Uşak Cephesi’ne atandı. Savaş kazanıldıktan sonra da Kasım Efendi henüz okulu bitirmediği için jandarmaya tayin edildi.
Kasım Selçuk, evliliğini de İstanbul doğumlu, Dame de Sion mezunu Hikmet Hanım’la yaptı. İlhan Selçuk’un babaannesi hakkında az da olsa bilgi sahibiydik. Ancak annesi Hikmet Hanım’ın ebeveynleri ile ilgili elde bilgi bulunmuyordu. Aile, Hikmet Hanım’ın vefat ilanında da bu bilgilere yer vermemişti. Şu kadarını biliyorduk ki; Kasım Selçuk 23 Mart 1964’te vefat edip Feriköy Mezarlığı’na defnedilirken, 18 Ocak 1978’de vefat eden eşi Hikmet Hanım Zincirlikuyu’da toprağa verilmişti.
Kasım-Hikmet çiftinin beş çocuğu olmuştu. Ailenin en büyük çocuğu Cihat, savaş yıllarında hayatını kaybetti. 1920 doğumlu Orhan ise Haydarpaşa Lisesi’nde okumak için İstanbul’a yerleştiğinde, 17 yaşında iken zatülcenpten vefat etti. 2010’un başında ölen Turhan 1922’de, İlhan ise 1925’te gözlerini açmıştı dünyaya. İzmir’de doğmasına rağmen doğum yeri Aydın yazıyordu kimliğinde. Grafiker, tasarımcı Mengü Ertel ile evlenen Ülfet ise ailenin en küçüğüydü.
Kasım Selçuk, şark hizmetini görürken ailesini İstanbul’a bırakmıştı. Ancak Aydın’a tayini çıktığında ailesi ile birlikte buraya yerleşti. İlhan, burada 7 Eylül İlkokulu’nda birinci sınıfı bitirdi. Bir yıl sonra Yüzbaşı Kasım Selçuk’un tayini Sivas Yıldızeli’ne çıktı. İlhan, ikinci sınıfı burada tamamladı. Üçüncü sınıfı ise Ankara/Keskin’de okuyacaktı. İlkokulun 4 ve 5. sınıflarını ise İstanbul Şişli’deki 43. İlkokul’da tamamladı. İlhan, orta biri de Taksim Ortaokulu’nda okuduktan sonra Silifke Ortaokulu’nun yolunu tuttu. Ardından da Adana’nın… Ortaokulun son sınıfındaydı artık.
Aile burada uzun süre kaldığı için İlhan’ın hayatında Adana kültürünün izleri fazlasıyla yer etmiştir: “Adana’nın kendine özgü çok renkli ve etkili hayatı, benliğimde derin izler bıraktı.” Reşat Nuri Güntekin, Sami Göksu ve Arif Nihat Asya’nın öğrencisi olur burada.
İlhan Selçuk, Adana’da kendini futbola kaptırır. Adana takımlarında oynamaya da başlar. Futbolun dışında atıcılık ve voleybolla da ilgilenir. Adana barları, sinemaları, şalgam suyu, şekerkamışı, açık şişe şarabı da Anadolu’nun diğer imkanı kıt yerlerine nazaran ona bolluk havası estirir. Sonraki yıllarda hayatında yer edecek Yaşar Kemal, Abidin Dino, Orhan Kemal, Yılmaz Güney’i burada tanır mesela.
İlhan Selçuk, liseyi Adana’da bitiremez. Antalya Lisesi’ne sınav nakli yaptırır. Çünkü Türkçe’den sınıfta kalmıştır. Sonra İstanbul’a gelir tekrar. Sene 1944’tür. Ağabeyinin çevresinde vakit geçirir; ama kafasında yazarlık yoktur o zamanlar. Hukuk fakültesine girer. Selçuk’un ifadesiyle o yıllarda dünyada ve Türkiye’de gençlik arasında ‘avarelik’ geçerlidir. Böyle bir ortamın etkisiyle olacak, İlhan Selçuk da aynı Süleyman Demirel gibi Zekeriya ve Sabiha Sertel’in çıkardığı Tan Gazetesi’nin baskınına katılır. Ancak bunu şu kadar itiraf edebilir: “Birtakım sivil giysili, ama polis oldukları belli adamlar gençlere yol gösterdiler. Ne oluyor diye merakla biz de koştuk arkadaşlarımla, Tan Matbaası’nın yıkılışını gördük.”
Demokrat Parti’nin iktidara geldiği yıl İlhan Selçuk da hukuk tahsilini tamamlar. Sınıf arkadaşı, sonradan CHP’den milletvekili olacak Selahattin Hakkı Esatoğlu ile bir yazıhane açar. Avukatlık yapmaktır niyetleri. Ancak aklı davalarda değil, ağabeyi karikatürist Turhan’ın Babıali’deki çevresindedir. Bakar ki avukatlık ona göre değil rotasını değiştirir. Bir dergi çıkarmaya karar verirler. Adı da 41 Buçuk’tur. Dergi ile Adnan Menderes iktidarına muhalefet eder Selçuk ve ekibi. Ancak 4-5 ay dayanabilir yayın hayatına. Hakkında ilk dava da 41 Buçuk’ta müstehcenlik ile ilgili açılır.
Bu yıllarda İlhan Selçuk kendini yayıncılık işine adar; 58 yılına kadar Dolmuş, Karikatür, Taş-Karikatür dergileri, Günlük Spor gazetesi ve iki de matbaa kurup batırır. Ali Ulvi’den Aziz Nesin’e, Rıfat Ilgaz’a kadar pek çok isim o dergilerde yazıp çizer. Ama yine de kurtulması mümkün olmaz, işleri batırır. O süreçte en büyük korkusu o yargılamalarda bir mahkûmiyet almasıdır. Bir davadan mahkûm olsa, kendi ifadesine göre hayatı kapanmış olacaktır.
İlhan Selçuk, 1958 yılında askere gider. Manisa/Demirci Subay Okulu ve Burdur Topçu Er Eğitim Alayı’nda yapar vatani görevini. Ama 27 Mayıs darbesi olduğunda Selçuk Demirci’de nöbetçi subaydır. Sabaha karşı okul komutanı kendisine telefon eder ve komutanın emriyle yedek teğmen İlhan Selçuk kasabaya el koyar. Selçuk, Aziz Nesin’lik bir olay dediği hadiseyi kitaplaştırmayı düşünse de ömrü vefa etmeyecektir. Askerden sonra döndüğü İstanbul’da Akşam Gazetesi’nin patronu Malik Yolaç’a telefon eder.
Bu yıllarda İlhan Selçuk’un babası da siyasete girmeye heves eder. Jandarma müfettişliğinden emekli Kasım Selçuk, 1957 seçimlerinde Osman Bölükbaşı’nın genel başkanlığını yaptığı Cumhuriyetçi Millet Partisi’nden İstanbul adayı olur, fakat kazanamaz. İlhan Selçuk, 8 Nisan 1962 tarihinde, Ali Ulvi ve daha ziyade Yaşar Kemal’in desteğiyle yazmaya başlayacağı Cumhuriyet’e kadar Yeni İstanbul, Akşam, Tanin, Vatan ve Ulus’ta yazılar kaleme alır. Cumhuriyet’teki Pencere isminin babası Cevat Fehmi Başkut’tur. Selçuk, bu ismi önce sevmezse de sonra benimser ve ilk yazısını da pencere üzerine yazar.
27 Mayıs tabii İlhan Selçuk ve onun gibiler için ümit verici bir ortam oluşturur. Bu arada darbenin yönünü tayin etmek için Doğan Avcıoğlu önderliğinde bir bildiri ile çıkmaya başlayan Yön’de de ona yer ayrılmıştır. Avcıoğlu Akis’i çıkarırken tanışmışlardır. Selçuk, Avcıoğlu ile daha çok iş yapacaktır. “Avcıoğlu ile büyük hayallerimiz vardı” diyecektir yıllar sonra. 27 Mayıs, sesi gür çıkan bir sol ortam oluşturmuştur. O zamanın başaktörlerinden biri Milliyet’te yazan Çetin Altan ise diğeri de İlhan Selçuk’tur. Bu rüzgarın etkisiyle İşçi Partisi, yani Mehmet Ali Aybar, Çetin Altan ile birlikte ona da milletvekilliği önerir. Kabul etmez. Selçuk, sonraki yıllarda da birkaç kez daha siyasete girme teklifi alacaktır.
1960-70 arası İlhan Selçuk’un doludizgin yol aldığı yıllar olur. Cumhuriyet’teki eski tüfeklerin tasfiyesinde de zamanla rolü olduğu söylenir. Böylece iyice kurulur Cumhuriyet’e. Yıllar bu iddiayı haklı da çıkarır. Selçuk, vefat ettiğinde Cumhuriyet’in patronu konumundadır zaten.
Bu arada başta Başbakan Demirel olmak üzere o yıllarda hükûmete hakaret içeren yazılar dolayısıyla sayısını unuttuğu yargılamalara konu olur, 1973’e kadar. Komünistlikten de iki kez dava açılır hakkında. Zaten Cumhuriyet’in başına ne gelirse İlhan Selçuk yüzünden gelmiştir. Aile de onun yüzünden üç kez birbirine girer, gazete dağılma süreçleri yaşar; bütün kapatma cezaları da neredeyse onun yazıları için verilir.
1962 yılında İran, 64’te Amerika, iki yıl sonra da Sovyetler’e davetli olarak gidip izlenimlerini kaleme alan Selçuk, 1969’da yine Doğan Avcıoğlu ve çevresiyle birlikte askerleri kışladan çıkarmak için kendini ortaya koyar. Takvimler 9 Mart 1971’e gösterdiğinde, diğer darbeciler gibi o da bekleyiş halindedir. Ancak bekledikleri haber bir türlü gelmez. Genelkurmay Başkanı Memduh Tağmaç’tan hükûmete muhtıra haberi geldiğinde de kimse ne olduğunu anlamaz. Anladığında da zaten kaybedenler arasındadır. Bu dönemden de sadece Hasan Cemal’in Kimse Kızmasın Kendimi Yazdım kitabından Cemal Reşit Eyüpoğlu’nun kendisine söylediği şu notu düşsek, darbecilerin kafalarındaki bazı şeyler anlaşılır mı dersiniz?: “İyi ki iktidarı ele geçirmedik. Yoksa bütün bu genç insanların başına bizim iktidarımızda neler gelecekti?”
12 Mart muhtırasından sonra İlhan Selçuk, iki yazısı yüzünden yazı işleri müdürü Oktay Kurtböke ile birlikte tutuklanır. 1972’de de Madanoğlu Cuntası sebebiyle tekrar içeri alınır. Ziverbey’de işkenceye tabi tutulur. Selçuk, ifadesini, her cümlenin sondan ikinci kelimesinin baş harfleri sıralandığında bir anlam ifade etmesi anlamına gelen akrostiş sistemi ile vermeyi başararak mahkemede işkence altında konuşturulduğunu ortaya koyar. Madanoğlu Cuntası sonuçta ceza almaz ama olayın içindeki isimlerden Hasan Cemal’in yukarıda söylediklerini unutmamak gerekir.
Bu süreci böylece atlatan İlhan Selçuk’u, en çok da 1989-90’da Sovyetler Birliği’nin, inandıklarının dağılması şaşırtır. Bunu da kendine şöyle izah eder sonra: “Bu, sosyalizmin değil, Sovyetler Birliği’nin çöküşüdür.”
Sovyetlerin çöküşü gibi bir çöküş de Cumhuriyet’te yaşanır 1991 Kasım’ında. Hasan Cemal’in yayın yönetmenliğini sindiremeyenler Selçuk’un önderliğinde okuru harekete geçirip tirajı düşürtmeyi başarır. Hasan Cemal ve ekibi gazeteden ayrılmak durumunda kalır. O tarihten sonra da Cumhuriyet’e İlhan Selçuk ruhu tamamen sinmiş olur. İlhan Selçuk, bu süreçlerde, biri 1987, biri de 92’de olmak üzere iki kez yazıyı bırakma noktasına gelse de bu güçten vazgeçemez.
Tabii gazete zor zamanlar geçirir. Ancak Selçuk’un, Aydın Doğan’dan Turgay Ciner’e, Uzanlar’dan Korkmaz Yiğit’e, Mustafa Özbek’ten Koç’a kadar herkese Cumhuriyet’i açması nefes aldırır gazeteye. Fakat Sami Karaören’in söylediği gibi asıl çözümü iflasta bulurlar.
Çocuğu bulunmayan Selçuk, 2001 yılında eşi Handan Hanım’ı ebediyete uğurlar. Handan Selçuk, Birinci Meclis’e İzmit mebusu olarak giren kaymakam Hamdi Namık Gör ile Şivekar Hanım’ın kızıdır. Çiftin, Handan Hanım dışında Yavuz, Neriman Yenersu ve THY eski genel müdürlerinden Abdullah Parla ile evli gazeteci-yazar Perihan Parla adında çocukları da vardır. Yrd. Doç. Dr. Melek Çolak’ın 2003 yılında Milas Belediyesi Kültür Yayınları’ndan çıkardığı Milas Yahudileri kitabına göre Handan Selçuk’un anne ve babası olan Gör çifti, Giritli ve Yahudi kökenlidir.
Handan Hanım’ın vefatından sonra İlhan Selçuk sanıldığı gibi köşesine çekilmez. Hayatına başka alanlarda ‘zindelik’ gelir. “Türkiye’de bir sivil toplum için daha kırk fırın ekmek yemek lazımdır” diyen İlhan Selçuk, Ergenekon iddianamesi ile Mustafa Balbay’ın günlüklerinden de anlaşılacağı üzere sivil toplum olmadığına kani bir şekilde hep çalışır.
İlhan Selçuk’un, bu süreçte, ‘işkencecilerimi affettim’ diyerek MHP ile kucaklaşması da kamuoyunu şaşırtan bir gelişme olur. ADD’ye yol göstericiliği, zamanın cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’le Köşk’teki zirvesi, günlerinin yoğun geçtiğinin göstergesidir aslında. Bunları yaparken de Hasan Cemal’in söylediği gibi “Cumhuriyet’i partileştirmiş”, hatta Yaşar Kemal’in ifadesiyle “Koca Cumhuriyet’i askerin gazetesi haline getirmiştir İlhan Selçuk.” 1986’da Hasan Cemal’e “Seçime inanmam, ama ne yapalım başka şey de yok.” diyen Selçuk, acaba son bir gayretle mi girişmişti bütün bunlara?
Aslında bu sürecin gelişi 2002’de kendini belli etmiştir. Bülent Ecevit’in yerine solda liderlik için ismi geçen kişi İlhan Selçuk’tur. Murat Karayalçın, önerinin kendisine, başta Hikmet Çetinkaya olmak üzere Cumhuriyet yazarları tarafından yapıldığını açıklar, katıldığı Basın Kulübü programında. Sonraki yıllarda serpilip gelişecek Devlet Bahçeli-İlhan Selçuk görüşmesi de o yıl vuku bulmuştur. Selçuk’un, isabetli bir iş yaptığı sonradan anlaşılacaktır.
Ama İlhan Selçuk’un bunca gelişmeye rağmen kamuoyunu asıl şaşırtan çıkışı, yıllardır bir argüman olarak kullandığı ‘şeriat tehlikesini’ elinden bıraktığını gösteren “Türkiye’ye şeriat-meriat gelmez...” açıklamasıdır, herhalde.
Hadi biraz Soner Yalçın’lık yaparak bitirelim. Türkiye, “sivil İlhan Selçuk’un” darbeye olan hevesini anlamadan demokrasiye geçemez!
28.06.2010
CEMAL A. KALYONCU
alıntı
19 Ağustos 2010 Perşembe
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder