29 Mayıs 2010 Cumartesi

DUYGU DA ORTAK TÜRKÜ DE....

İSKENDER ÖZSOY'un kaleminden




Onlar dedelerinden, babalarından dinledikleri "memleket" öyküleriyle büyüdüler.

Yazları bağda, bahçede ve belki bir kuyu başında; kışları tek göz odada soba başında ve belki mutfakta kabak börekleri pişer, ayran çalkalanırken kuzine karşısında.

Nasıl da heyecanlıydılar.

Günler geçmek bilmedi.

Kolay mı, "kök"lerinin filizlendiği topraklara gideceklerdi.

O topraklar dedelerinin, ninelerinin doğduğu topraklardı, yıllarca anlatılan "memleket"ti.

O topraklar, Yunanistan’la 30 Ocak 1923 tarihinde Lozan’da imzalanan nüfus mübadelesi sözleşmesiyle zorla ve zorunlu olarak terk edilen topraklardı.

O topraklar ata mirası topraklardı.

O topraklar Selanik, Drama, Kavala, Kozani, Langaza, Kılkış, Florina,Yenice-i Vardar, Karaferye, Vodina, Yanya, Serez, Nasliç, Ağustos, Alasonya, Grebene, Kayalar’dı.

Ve Midilli, Girit, Limni ve Sakız adalarıydı.

Lozan Mübadilleri Vakfı’nın 15-19 Mayıs 2009 tarihleri arasında ata topraklarına düzenlediği ve benim beşinci kez katıldığım yolculuğa 41 kişi çıktık.

Yolculuk Tuzla’dan başladı.

Tuzla’dan yola çıkanlar üçüncü ve dördüncü kuşak mübadildi.

16 Mayıs’ta gün ışırken İpsala ve Yunanistan tarafında Kipi gümrüklerini geçip Gümülcine’de kahvaltımızı yaptıktan sonra mübadelede sınır kabul edilen Karasu (Nestos) Nehri’ni geride bırakarak Drama’ya uğradık.

Drama’da Karpuzkaldıran (Ayavarvara) Parkı’nda, çok kısa bir mola verip ata topraklarına yolculuğa İstanbul’dan katılan dört kişilik Filiz Ailesi’ni köyleri Borovo’ya (Potami) yolcu ettikten sonra Kozlu’ya (Plataina) gittik.

Kozlu, mübadelede iskân edildikleri Samsun’un Alaçam ilçesini terk ederek İstanbul’un Tuzla ilçesine yerleşen İbrahim (İbiş) Ağa’nın köyüydü.

Köy kahvesinde bizi Kozlu’nun en yaşlı sakini, 1906 yılında Mudanya Dereköy’de doğan Tanaş Çakır karşıladı.

1922 yılında ailesiyle Dereköy’den kaçarak Kozlu’ya gelen Tanaş Çakır, mübadeleye kadar iki yıl Türklerle beraber yaşadıkları için İbiş Ağa’yı ve kardeşlerini tanıyordu. İbiş Ağa’nın üçüncü ve dördüncü kuşak torunları babalarının, dedelerinin dedesini tanıyan Çakır’la Türkçe sohbet ettiler.

Kozlu’dan güzel anılarla ayrıldıktan sonra Serez’e uğrayıp, kalesindeki çay bahçesinde soluklanıp ilk geceyi geçireceğimiz Selanik’e ulaştık.



KILKIŞ’TA 3 KÖY



Ata yadigârı topraklarda ikinci gün Atatürk’ün Evi’ni ziyaretle başladı.

Evin Apostolou Pavlou Caddesi’ne açılan kapısında şu yazı dikkati çekiyordu:

"Türk Milletinin büyük müceddidi ve Balkan İttihadının müzahiri Gazi Mustafa Kemal burada dünyaya gelmiştir. 29 Ekim 1933"

Beyaz Kule ve Yedikule’yi gördükten sonra sıra Kılkış’ı ve köylerini gezmeye gelmişti.

Kılkış’ı üç köyüne uğramamız gerekiyordu.

Önce Sevindikli’ye (Eptalofos) uğradık.

Sevindikli ata topraklarına yolculuğa Tuzla’dan katılan İş ve Nalbant ailelerinin torunlarının ortak köyüydü.

Anadolu’dan gelen Rumlar mübadeleden sonra uzun süre Sevindikli’de Türklerin bıraktıkları evlerde yaşamışlar. Bir zamanlar meyve ağaçlarıyla dolu bereketli topraklara sahipmiş Sevindikli. Köy bademleriyle de çok ünlüymüş. Yunanistan iç savaşında yakılan köyün sakinleri 1948 yılından itibaren yeni kurulan Sevindikli’ye taşınmaya başlamış. Eski köy 1958 yılında tamamen boşaltılmış. Terk edilen evlerin temel taşları, çevre köylerde yapılan evlerde kullanıldığı için Sevindikli’de ayakta ev kalmamış.

Yeni kurulan köyün kahvesinden yanımıza gönüllü bir rehber alarak eski köye uğradık. Eski Sevindikli’de geçmişten kalan tek iz olan okul kalıntıları önünde fotoğraflar çekilip, anı olarak topraklar alındıktan sonra Paprat’a (Pontokerasia ) gittik. Yüz hanelik Paprat’ta bugün Karadeniz ve Kafkasya’dan gelenler yaşıyor.

Gönüllü rehberimizi köyüne bıraktıktan sonra sıra Kılkış’ta uğrayacağımız üçüncü köy Sarıdoğanlı’ya (Petrades) gelmişti. Sarıdoğanlı’ya uğramadan önce yolumuzun üstüdeki Karamahmutlu’ya (Mavroplagia) uğrayarak daha önceden tanıdığımız Samsunlu Sava Anastasiyadis ve eşine "merhaba" deyip hediyelerini verdikten sonra yine Nalbant ailesinin büyüklerinin köyüne vardık. Sarıdoğanlı’ya mübadele döneminde Samsun ve Giresun’dan 80 hane yerleştirilmiş. Ölümler ve genç nüfusun kente çalışmaya gitmesi sonucu köyde bugün hayvancılık yapan beş haneyle bir iki dul kadın yaşıyor.

Sayılı saatler çabuk geçmişti.

Kılkış’tan ikinci geceyi geçireceğimiz Kastorya’ya doğru yola çıkarken torun mübadillerin yüzlerine büyüklerinden yıllarca dinledikleri yerleri görmenin mutluluğu yansımıştı.

Güzel bir Kastorya sabahında kenti ve göl çevresini gezdikten sonra Vodina’ya (Edessa) gittik.

Vodina’da ilk işimiz insana huzur veren şelale parkını gezmek oldu.

Daha sonra Vodina’daki mübadil derneklerinden H Mbiga’nın Başkanı Maria Bouzoura ve yönetim kurulu üyeleriyle öğle yemeğinde buluştuk.

Yemekten sonra Kaymakçalan Dağları’nın eteklerindeki köylerini ziyarete başladık.

Kapinyani (Exaplatanos), Çerneşovo (Grafi) ve Fuştan (Fustani) köylerinde yaşayanlar bizi otobüsün kapısında "Hoş geldiniz.Neredensiniz bakalım?" diye karşıladı.



TÜRKÜLERİMİZ ORTAK



Köylerin kahvelerinde kurulan sohbet masaları iki ülkenin ortak türküleri ve şarkılarıyla şenlendi.

Ancak zamanımız kısıtlıydı.

Çünkü H Mbiga’nın yönetecileri grubumuza verecekleri akşam yemeği için tavernada bizi bekliyordu.

Dernek başkanı Bouzoura yemek başlamadan önce yaptığı konuşmada "Burada sizlerle bir arada olduğumuz için sevinçliyiz. Tek dileğimiz iki ülkenin insanlarının birbirleriyle arkadaş olması ve bir arada yaşaması. "dedi.

Ortak türkülerin, şarkıların söylediği, bir sirtaki bir harmandalı;bir zeybek bir kasap oynandığı gece sona erdiğinde yemeğe katılan herkesin kanısı iki ülke insanın duygularının da ortak olduğuydu.

…….

Son gün.

Artık dönüş yolundayız.

Ama uğramamız gereken iki kent daha var.

Önce bugünkü adı Gianitsa olan ova kenti Yenice-i Vardar.

Müslümanların kutsal kabul ettikleri kentte vardığımızda yıllarca depo ve işyeri olarak kullanılan Gazi Evranos Bey Türbesi’nin restorasyonunun tamamladığını, Yunanistan’daki yedi saat kulesinden ayakta kalanı ve en güzeli olan saat kulesinin restorasyonunun başladığını görmek bizi sevindirdi.



GÜNLER AKIP GİTTİ



Kentten ayrılırken grubumuzdaki bazı arkadaşların daha önceden tanıdığı Gianitsa Küçük Asyalılar Derneği’nin yöneticilerinden Trabzon kökenli sigorta acentası sahibi Dimitris Grigoriadis’le karşılaştık.

Grigoriadis’in ısrarlı davetini kıramayarak gittiğimiz kahvede gösterilen konukseverlik hepimizi duygulandırdı.

Kahvenin müşterileriyle sohbet güzeldi ama önümüzde uğranılacak Kavala ve ondan sonra dönüş için uzun bir yol vardı.

Grigoriadis’ten izin isteyerek Yenice’den ayrıldık.

Kavala’ya ulaştığımızda Kanuni döneminden kalma su kemerlerini, kale içindeki Osmanlı mahallesini, Kavalalı Mehmet Ali Paşa heykeliyle evini, İbrahim Paşa Camii’ni ve bugün otel olarak kullanılan imarethaneyi gezip gördükten sonra öğle yemeği molası verdik.

Artık dönüş zamanı.

Saatler, günler akıp gitmişti.

Tuzla’da başlayan yolculuk yine aynı yerde sona erdiğinde ata topraklarına bir sonraki yolculuğun planları yapılmaya başlanmıştı bile…
alıntı

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder