23 Eylül 2010 Perşembe

Bir yerlerden bir yerlere savrulanların yanında olmak...

Yeşil Gazete: Zeynep hanım siz Süryani misiniz? Yanıtlamak istemeyebilirsiniz, saygı duyarız. Asıl olarak bu konuda aktif olma nedenini biraz açar mısınız bize?


Zeynep Tozduman: Ben aslen Girit Türklerindenim 1923 mübadelesinde atalarım Girit’den gelmiş. İkinci kuşaktır İzmirliyim. Yani Süryani değilim. Ayrıca ezilen bir halkın daha doğrusu anavatanlarında yok olmaya yüz tutmuş bir halkın yanında olmak için Süryani de olmam gerekmiyor. Sosyalistim. Bir Sosyalist olarak ulusların kendi kaderlerini tayin hakkına ve halkların kardeşliğine inanıyorum. Beslendiğim kaynak SOL ideolojidir aslında. Birde çocukluğumun o yaralı coğrafyasında atalarımın sürekli GİRİT’e özlemleriyle yani memleket hasretiyle donatılmış biri olarak bu gün ekonomik, siyasi, sosyal, politik nedenlerden ötürü anavatanından uzakta yaşamak zorunda olan Süryanilerin MEMLEKET HASRETLERİ konusunda onları anlamanın ötesinde ortak bir kaderimiz var. Bu da beni SÜRYANİ halkına yakınlaştıran nedenlerden sadece biri.
alıntı

MARMARİS'TAN SELANİK'E : RODOS GİRİT

Ege’nin lacivert sularında yol alan bir geminin güvertesinde hafif hafif esen rüzgar eşliğinde güneşlenmek,kitap okumak ya da tembellik etmek.Geminin uğradığı her limanda Ege yemeklerinin,şaraplarının tadına bakmak,taş döşeli dar sokaklarda alışveriş yapmak,uçsuz bucaksız altın sarısı kumsallarda denizin tadını çıkarmak.Tüm bunları ve daha fazlasını şimdi sizlere önereceğim rotada bulabilirsiniz.




Ege’de sıcaklığın,insanların ve fiyatların henüz artmadığı Mayıs ve Haziran ayları bu yolculuk için en ideal zaman.Marmaris’ten başlayan, sırasıyla Rodos,Karpathos,Halki ve Girit adalarıyla süren bu yolculuğu Selanik’e uçarak tamamlayabilirsiniz.



Marmaris’ten günde iki kez kalkan deniz otobüsleriyle yaklaşık bir saat süren yolculuk sonrası Rodos’a ulaşabilirsiniz.Şövalyeler adası olarakta anılan Rodos’un surlarla çevrili eski kenti Unesco tarafından Dünya Mirası listesine alınmış.Adanın bir başka özelliğide dünyanın yedi harikasından biri sayılan güneş tanrısı Helios’un bronz heykelinin bir zamanlar limanda bulunuyor olması.Bugün yerinde yeller esen bu heykelin limanın girişinde bulunduğu ve gemilerin limana heykelin iki bacağının arasından girdiği adada satılan hediyelik resimlerde tasvir ediliyor.



Rodos’ta eski kenti gezmenin dışında yapılacak en iyi şey araba ya da motorsiklet kiralayarak turist rotalarının dışına çıkıp adanın daha bakir yerlerini görmek.Turistlerin adada ilgi gösterdikleri bir diğer yerde Lindos.Gün içinde günübirlik ziyaretçilerin akınına uğrayan Lindos’un dar sokakalarında yürümek işkenceye dönüşebilir.Tavsiyem bir akşamüstü Lindos’a gidip geceyi burada geçirmeniz.Beyaza boyanmış evleri,küçük restaurantları,taş döşeli dar sokakları ve pırıl pırıl deniziyle Lindos görülmeye değer.

Eski kente 10 kilometrelik mesafede olan Ialyssos Dorik,Bizans ve ortaçağ karışımı görüntüsü ile gezilmesi gereken yerlerden.




Bir sonraki durağımız olan Halki adası’na Rodos’un Skala Kamiros limanından hergün kalkan teknelerle ulaşmak mümkün.Çok küçük olan adanın taş evleri hiç bozulmamış.Tipik Yunan adası özellikleri taşıyan Halki’de motorlu kara taşıtı yok.Adanın plajlarına teknelerle ulaşılıyor.Halki adası kafa dinlemek için ideal.Sessizliğin içindeki adanın pansiyon olarak kullanılan taş evleri ve deniz kıyısındaki tavernaları insana huzur veriyor.Güneş ada evlerinin tam karşısından doğuyor.Bu nedenle, sabah erken kalkıp sonsuz sessizliğin ortasında gündoğumunu izlemek oldukça keyifli.



Halki’de denize girmenin dışında adanın arka tarafındaki Moni Agiou Ioanni manastırına yürüyüş yapabilirsiniz .Nefis manzaralı bir patikadan yaklaşık iki saat yürüyerek ulaşılan manastırda bugün keşişler yaşamıyor.Manastıra bakmakla görevli aile ise ziyaretçilere oldukça sıcak davranıyorlar.Bölgedeki diğer adaların ve Türkiye’nin manastırdan görünen manzarası tek kelime ile harika.



Halki’nin küçük oluşu nedeniyle adaya uğrayan gemi sayısı oldukça az.Çarşamba ve Pazar günleri dışında adaya gemi gelmiyor.Rodos’tan gelen gemiler Ege denizindeki birçok adaya uğrayarak Yunanistan’ın Pire limanına gidiyor.Gemi Halki limanından ayrıldıktan yaklaşık üç saat sonra Karpathos adasına yanaşıyor.Rodos’la Girit adasının tam ortasında kalan Karpathos upuzun bir ada.Yerleşimler adanın kuzey ve güney ucunda yoğunlaşmış bu nedenle orta bölgelerde çok sayıda bakir alan mevcut.Ancak, buralara ulaşmanın tek yolu özel araç.Adada otomobil veya motorsiklet kiralama olanağı var.



Karpathos’un Kuzey bölgesindeki yerleşimlerin en ilginci Olymbos köyü .Bir dağ köyü olan Olymbos pitoresk görüntüsü ve halkının hala yerel kıyafetlerle günlük yaşamını sürdürüyor olması nedeniyle oldukça etkileyici.



Adanın güneyindeki favori yerleşim ise Finiki.Çok az turistin uğradığı Finiki tipik bir balıkçı köyü.Burada bol bol taze ve ucuz balık yeme şansını bulabilir, köyün hemen dışındaki küçük koyda istediğiniz şekilde denize girme imkanını yakalayabilirsiniz.



Finiki limanındaki tepe gün batımını izlemek için çok uygun.Ayrıca bu tepeden kıyıdaki mavi boyalı kubbesiyle çok hoş görünen küçük kiliseyi,limandaki rengarenk balıkçı kayıklarını ve köyün genel görüntüsünüde keyifle izlerken, güneşide bir şişe şarap eşliğinde yarına kadar uğurlayabilirsiniz.Finiki adanın kafa dinlemek için en ideal yerleşimi.



Adanın altın kumlu plajları en yakın yerleşimden onbeş kilometre uzaklıkta bulunan Lefkos’ta.Sadece balıkçı barınaklarının bulunduğu Lefkos yanyana beş kumsaldan oluşuyor.Aşıklar için cennet sayılabilecek bu kumsallar oldukça özgür ve eğlenceli vakit geçirmek isteyenlere tavsiye edilir.



Adanın en kalabalık yerleşimi Pıgadıa’da çok sayıda hotel,pansiyon,restaurant ve bar bulunuyor.Finiki’nin tam tersine gece eğlencesini sevenlerin burada konaklaması uygun olur.Pigadia’ya sekiz kilometrelik mesafede bulunan Amopi plajı iki güzel kumsaldan oluşuyor.Ayrıca Amopi’de çok sayıda konaklama tesisi var.Ancak, buranın olumsuz yanı turist bölgesi olması.







Karpathos’un balıklarından başka ünlü olan geleneksel yiyeceği yağ ve peynirle pişirilen ev yapımı makarnası.”Makarounes” adı verilen bu yemeği ve diğer geleneksel Karpathos yemeklerinin en lezzetlisini “Taverna Beautiful Karpathos” isimli restaurantta keyifle yiyebilirsiniz.



Adanın dağ köyleri sıcaktan bunaldığınızda ziyaret edebileceğiniz yerlerden.Pıgadıa’dan kalkan otobüslerle ulaşılan Aperi,Volada,Othos ve Pyles köyleri yeşillikler içerisinde olduğundan en sıcak günlerde bile oldukça serin.Bu köylerden Aperi 1700 yılından 1892 yılına kadar adanın merkezi konumundaymış.Pyles köyü ise merdivenli sokakları,pastel renkli evleri ve portakal ağaçlarıyla keyifli vakit geçirebileceğiniz bir yer.



Rodos, Pire arasında rutin olarak çalışan feribota Çarşamba veya Pazar günü tekrar binerek yolunuza devam edebilirsiniz.Karpathos’tan hareket eden gemi birkaç küçük adaya uğrayarak yaklaşık altı saat sonra Girit’in Sitia limanına ulaşıyor.Altı saat uzun bir zaman gibi görünse de gemide vaktin nasıl geçtiği pek anlaşılmıyor.Yol boyunca uğranan şirin adalar ve Ege’nin lacivert suları sizi oyalayacak seyirlik malzemeyi yeterince sunuyor.Ayrıca geminin güvertesindeki şezlonglar, güneşlenmek ve kitap okumak için ideal.



Doğudan ,batıya doğru yaklaşık üçyüz kilometrelik uzunluğu ve ortalama kırk kilometrelik eniyle Yunanistan’ın en büyük adası olan Girit ölçülerinden de anlaşılacağı gibi harita üzerinde yatay bir çizgi görüntüsünde.



Sitia adanın doğu ucundaki ilk liman.Gemi burada yolcu indirip,bindirdikten sonra yoluna devam ediyor.Girit kıyılarına yakın seyir eden gemiden adayı izleyerek süren yolculuğumuz, yaklaşık bir saat sonra Girit’in başkenti Iraklıo’da son buluyor.



Iraklıo, geleneksel özellikleri olmayan büyük bir şehir görüntüsünde.Bu nedenle burada fazla vakit geçirmemek gerekiyor.Ancak ,Iraklıo’ya beş kilometre mesafede bulunan Knossos antik kenti mutlaka görülmeli.





Knossos, Ege’deki en eski uygarlık olan Minos Uygarlığı’nın merkeziydi. Girit’in o dönemdeki efsanevi kralı Minos’un yer yer beş katı bulan dev sarayının kalıntıları burada.M.Ö.1600 ile 1400 yılları arasında altın çağını yaşayan uygarlık, halkının refah içindeki yaşantısı ve sanatıyla ün yapmış.



Iraklıo’dan her saat kalkan otobüslerle üç saatte Hania’ya ulaşılıyor.Yani şu ünlü “Hanya’yı, Konya’yı görürsün” lafının Hania’sına.Otobüs yolculuğu boyunca geçtiğimiz heryer zeytin ağaçlarıyla kaplı.Minos Uygarlığıyla başlayıp ,günümüze kadar süren ve Ege denince akla gelen mucize sıvı zeytinyağı Girit adasının en önemli ürünü.Yunanistan’ın en kaliteli zeytinyağları burada üretiliyor.Bu nedenle adadan birşey satın alınacaksa bu kesinlikle zeytinyağı olmalıdır.



Geçmişte, Türklerin yoğun olarak yaşadıkları bölge olan Hania, Girit’in eski başkenti.13. yüzyıldan 16.yüzyıla kadar süren Venedik hakimiyeti Türklerin şehri ele geçirmesi ile son bulmuş.Hania Venedik, Türk ve Yunan kültürünün harmanlandığı ve izlerinin fazlasıyla göründüğü bir kent.Özellikle eski liman çevresindeki yapılarda Venedik etkisi görülürken, şehrin iç kesimlerinde Türk eserlerini görmek mümkün. Hania’nın siluetini kiliselerin çan kuleleri ve minareler oluşturuyor.



Eski limanda kıyı boyunca sıralanan tavernalar özellikle akşam yemekleri için en uygun seçenek.Girit’in nefis yerel şaraplarının ve zeytinyağlı mezelerinin her çeşidini gayet uygun fiyatlarla burada bulabilirsiniz.Öğlen yemekleri için ise en uygun yer kapalı bir çarşı görünümündeki “Yiyecek Pazarı”.Esnaf lokantalarının bulunduğu pazarda yemekle ilgili her türlü ürünü bulabiliyorsunuz.



Hania’ya bir saat mesafedeki Samaria kanyonu ondört kilometrelik uzunluğuyla Avrupa’nın en uzun kanyonu.Kanyonun çıkışı deniz kenarında .Yürüyüş yapmak ve bu yürüyüşün sonunda denizle buluşmak isteyenler için keyifli bir seçenek.



Deniz keyfine düşkün olanlara ise önerilecek tek yer Elafonisi plajı.Hania’dan yaklaşık iki saatlik otobüs yolculuğuyla ulaşılan plaj sevimli kumsalları ve küçük koylarıyla ünlü.Ayrıca, bir battaniyeyle geceyi geçirebileceğiniz kadar güvenli ve romantik bir yer.



Yolculuğun bundan sonraki bölümünde Girit’ten uçakla Selanik’e yada Atina’ya geçebilir, oradan Türkiye’ye dönebilirsiniz.Henüz dönmek için erken diyenler ise yolculuğun şimdiye kadar olan bölümünde edindikleri tecrübeleri ve hayalgüçleriyle yollarına istedikleri gibi devam edebilirler. Yolunuz açık olsun.

Ömer kokal yazılarından alıntıdır

GİRİT YENİDEN KARIŞIYOR,

Girit’te bağımsızlık yanlısı gruplar yeniden harekete geçti.




Yunan basını da Girit’te özgürlük meşalesinin yeniden yakılmasını, “ bağımsızlık ateşi yine alevlendi ” başlığı ile duyurdu.

Ekim 2001’in ilk haftasından bu yana Adada şiddet eylemlerinde dikkate değer bir artış gözlemlenirken, son olarak bir polis aracına ateş açıldığı ve 4 polis memurunun yaralandığı bildirildi.



Son yıllarda Arnavutluk’tan çok sayıda silah, cephane ve patlayıcının denetimsiz yollarla Girit’e gönderildiğine dikkat çeken kaynaklar, Girit’teki son saldırının önemli bir iç karışıklığın habercisi olduğunun altını çizdiler



GİRİT’TEKİ BAĞIMSIZLIK YANLISI HAREKET



Yunanistan’ı yönetenlerin polis gücüyle yok etmeye çalıştıkları bağımsızlık hareketlerinin en önemlisi, Girit Adası'ndaki Bağımsızlık hareketleridir. Son zamanlarda Girit’te, Yunanistan’a karşı bir yeraltı direnmesinin hazırlandığı yolunda özellikle Almanya ve Kanada kaynaklı haberler dikkatleri çekmektedir.



Girit, Ege Denizi’nin güneyinde, Akdeniz’in çok stratejik bir mevkiinde üzerinde yaklaşık 500 bin kişinin yaşadığı 8.258 kilometre karelik bir adadır. Yunan işgali altında bulunan bu adanın insanları kendilerini hiçbir zaman Yunanlı olarak hissetmemiş,Yunanlılara karşı daima mesafeli durmuş, onlara adeta düşman gözüyle bakmışlardır. Yunanlı araştırmacılara göre Milattan binlerce yıl önce Anadolu’dan göç eden esmer kısa boylu Dolikosefal kafa teşekküllü insanlar, Giritliler'in kökenini oluşturuyorlar. Girit’e Kuzey Afrika’dan gelip yerleşen Arap kavimler de olmuştur. Girit Adası’nın Karadeniz’in, Ege Denizi kanalıyla Akdeniz’e bağlandığı bir noktada bulunması tarih boyunca yabancıların hakimiyetleri altında kalmasına sebep olmuştur. Adayı Araplar 135, Venedikliler 450, Türkler 250 yıl yönetmişlerdir. Halen yaklaşık 80 yıldan beri Yunanistan’ın hakimiyeti altında bulunan Girit Adası'nın insanlarına, Yunan yönetimleri her zaman diğer azınlıklara olduğu gibi ikinci sınıf insan muamelesi yapmışlardır.



Yunanistan’ın Girit’i bir oldu bitti ile sınırları içine almasından 30 yıl sonra 1938’de Adada kurulan “ Filiki Eteria ” isimli bir örgüt Yunanistan’a karşı ilk kez başkaldırı hareketinin başlangıcını teşkil etmektedir. II. Dünya savaşı yıllarında 12-14 Kasım 1944’de Almanya savaşı kaybettiği günlerde, Girit’te Almanlar'a karşı savaş veren çeteler bağımsızlık ilan etmeye hazırlanırlarken, İngiltere’nin askeri müdahalesi ile hareket bastırılmış, Ada gene Yunanistan’a teslim edilmişti.



1970’li yıllarda Yunan Siyasi Polisi’nin “Kızıl Papaz” adını taktığı Mihalis Damanakis, Girit’i köy köy dolaşarak halkı Özgürlük mücadelesine hazırlamaya başlamıştı. Papaz Damanakis bir gün birden bire ortadan kayboldu. Onu tanıyanlar, Damanakis’i Yunan İstihbarat Örgütü’nün (EIP) kaçırıp öldürdüğüne inanıyor. 1973’de Yunan Deniz Kuvvetleri’nin “Velos” muhribinin ülkeyi o dönemde yöneten Cunta yönetimine karşı isyan ettiği ve bir İtalyan limanına demir attığına dair haber dünya basınında yer almıştı. Muhribin komutanı Albay Pappas’ın isyanının asıl nedeni, Cunta Yönetimini yıkmak değil, Girit Adası'nda Bağımsızlık ilan etmekti.



Bir diğer olay, Yunanistan’ın “Enosis” amacıyla 1974’ün Temmuz ayında Kıbrıs’ta yaptığı askeri müdahale günlerinde de, Girit Adası'nda üslenmiş bulunan 5.Piyade Tümeni’nde patlak vermişti. Bağımsızlığın ilanı an meselesiyken bir papaz Girit halkına ihanette bulunarak hareketi Atina’ya ihbar etmişti. Sonuçta Tümenin Girit kökenli subaylarının bir bölümü emekli edilmiş, diğer bölümü de Trakya’da Türk sınırındaki askeri birliklere adeta sürgün edilmişlerdi. Tümen komutanı General Shinas, emekli edilenler arasında bulunuyordu.



Girit’te yayınlanan gazeteler zaman zaman bağımsızlık inancını ada halkına aşılamaya çalışırlar. 24 Ekim 1974 tarihli “Kirikas” gazetesinde yer alan bir makale, “ Yunan işgali altında yaşayıp onurumuzu, kültürümüzü ve varlığımızı ezdirmektense yabancı bir ülkede sürünmeyi tercih ederiz ” diyen Giritlilerin hislerinin kağıda dökülmüş şeklidir.



Söz konusu makalede;



“Genç Giritliler denize açılıp talihlerini başka diyarlarda aramaya gitmeden önce Girit’i ve burada yaşayan insanların varlığını yok etmeyi hedef alan, örgütlenmiş bir düzenin varlığını öğrenmeleri gerekir. Biz Giritlilerin, Yunanlıların sömürge uşakları durumuna gelmemesi için, özellikle çok dikkatli olması gerekiyor.



Madem ki Elefterios Venizelos, ileri medeniyete sahip Girit’in, Yunanistan’la “DEĞİŞİK İKİ DÜNYANIN İNSANLARINI BİRLEŞTİRME” hatasını 1910’da işledikten sonra, üstün karakterimizle, Yunanlıları tahrik etmememiz gerekiyor. Bu yazıyı kesip saklayın. Çünkü bir gün siz de kendinizi “Basklar”, “Hırvatlar” gibi hissedeceksiniz. Bu acıyı içinizde hissettiğiniz zaman, belki çok geç olacak. Ve siz Girit halkına karşı kıskançlık ve anti-pati dolu insanlar tarafından yönetilen akımlara kapılarak hayatınızı yitireceksiniz." denilmektedir.



1976’da Girit’li dört Bağımsızlık Savaşçısı New-York’tan, Dallas’a giden bir uçağı kaçırmış, içindeki yolcuları üç gün rehin tutmuşlardı. Amerika’daki Yunan elçisi bu olayın önemini silmek için "uçağı kaçıranların Giritli özgürlükçü değil, polisin aradığı ruh hastası Yunanlılar" olduklarını iddia ederek kendilerine teslim edilmelerini istemişti. Giritli hava korsanlarını muayene eden Dallas Hastanesi Ruh Sağlığı Bölümünün şefi Prof. Hubert, hazırladığı raporda onlar için “son derece normal, nazik ve ne istediklerini bilen insanlar” teşhisinde bulunmuştu.



Kaçırılan uçakta bulunan yolcular da, polise verdikleri ifadelerinde, “Bu insanlar hür yaşama mücadelesi veriyorlar. Bize karşı son derece nazik davrandılar, onlardan şikayetçi değiliz, af edilmelerini istiyoruz.” demişlerdi.



Girit Bağımsızlık hareketine karşı kullanılan kurumlardan biri de Yunan kilisesidir. 1980’li yıllarda Girit Metropoliti İrineos, kendisine bağlı Giritli olmayan 29 papazı otonomi hakkında bilgi toplamaları ve aleyhine vaazlar vermeleri için adaya dağıtmıştı. Bunların topladıkları bilgileri İrineos Yunan Siyasi polisine aktarıyordu. Bu yüzden yüzlerce Giritli tutuklanmış, işkence görmüştü.



Tüm bunlara rağmen, Atina ve Girit sokaklarında, “Yunanlılar sizi Girit’te istemiyoruz” şeklinde duvar yazılarına rastlanmakta, Libya, Suriye, Yemen ve Lübnan’daki terör kamplarında Giritli gençlerin terörist olarak eğitildiklerine dair duyumlar alınmaktaydı.



Girit insanı, yıllardan beri, Atina’nın onların adına aldığı her karara direniyor, sokaklara dökülüp gösteriler yapıyor. Bu gösteriler bazı zamanlar kanlı olaylarla son buluyor. 1989’da Yunanistan’ın onlara danışmadan topraklarında ABD’ye üsler vermesini kabul etmeyen Giritliler, Yunanistan aleyhine gösteriler yapmış, devlet dairelerini işgal ve tahrip etmiş, bir mahalli radyo istasyonu “Silahlarını alıp yollara çıkın..” şeklinde çağrılar yapmıştı. Bu harekette 30 bin kadar Giritli sokaklara dökülmüş, ada tam bir savaş alanına dönmüştü. Silahlar patlamış yüzlerce kişi yaralanmıştı. Durum polisin kontrolünden çıkınca Atina ve Selanik’ten Hazır Kuvvetler askeri uçaklarla Girit’e götürülmüştü. Yunan gazeteleri bu olayı manşetlerinde “Girit’te Ayaklanma” başlıklarıyla vermişlerdi.

Girit’in bağımsızlığı için Yunanistan’a karşı mücadele eden örgütler yayınladıkları,“Girit halkının Yunan işgaline karşı başlatacağı silahlı mücadeleyi destekleyin” şeklindeki bildirilerle dünya kamuoyundan destek istiyorlar.



“Cretan Liberation Committee-Girit Özgürlük Komitesi” geçen yıl yayınladığı bildirisini büyük ülkelerin Dışişleri Bakanlarına ve basına yolladı.



Bu bildirinin metni şöyleydi:





“Bizler, dünyanın en eski ve soylu medeniyeti olan Girit Medeniyeti’nin varisleriyiz.



Girit halkına ikinci sınıf muamelesi eden yayılmacı Yunanistan’a karşı silahlı bir bağımsızlık savaşı açmaya karar vermiş bulunuyoruz.



Bugüne kadar demokratik ölçüler çerçevesi içinde sürdürdüğümüz mücadelede bize arka çıkan ve güç veren dostlarımızın başlatma hazırlığı yaptığımız mücadelede bize destek vermelerini rica ediyoruz.



YAŞASIN HÜR VE BAĞIMSIZ GİRİT DEVLETİ

KAHROLSUN YUNAN EMPERYALİZMİ

GİRİT ÖZGÜRLÜĞÜNÜ KAZANINCAYA KADAR YUNANİSTAN'I KANA BOĞACAK…



Girit Özgürlük Komitesi”





Bu bildiri ne yazık ki pek ciddiye alınmadı, ancak gene Girit adı etrafında kaydedilen bir dizi olay artık yabancı basının dikkatlerini toplamaya başladı. Bu olaylar, Girit ordu ve polis depolarından çalınan silahlar, adaya kaçak sokulan silah trafiğinin artması, Girit’teki Yunan resmi kuruluşlarına yönelik bombalama ve yangın eylemleri şeklinde gelişti.



Son günlerde bazı Giritliler'in, Arnavutlukta Ordu depolarından yağmalanan silahları satan kişilerle temas sağlayıp çok sayıda silah ve cephane satın aldıkları yolunda alınan bilgiler Yunan yönetimini ciddi bir şekilde huzursuz etmeye başladı. Bu arada Atina’da yayınlanan “Elefterotipia” gazetesinde yer alan bir haber bu konuda alının bilgileri teyit ediyor. Haberde iki Giritlinin özel aracında 40 adet “Kalaşnikof” tüfek, 17 adet süngü ve çok sayıda merminin ele geçirildiği belirtiliyordu. Yakalanan Giritliler, polise verdikleri ifadelerinde silahları bir Arnavut’tan Girit’te satmak amacıyla aldıklarını söylemişler.



Son zamanlarda Girit Adası'na yönelik silah kaçakçılığında önemli bir artık gözleniyor. Örneğin birkaç yıl önce Girit açıklarında yakalanan Güney Kıbrıs-Girit-İspanya arasında sefer yapan “Cedar” adlı bir gemide, konserve kutuları içine yerleştirilmiş 220 kilo plastik patlayıcı bulundu. Gemi mürettebatından üç Lübnanlının “Hizbullah” örgütünün militanları oldukları Interpol’den alınan bilgilerle tespit edildi. Gemide yolcu olarak dört de Iraklı bulunuyordu. Bunlardan ikisi Yunan polisi tarafından serbest bırakıldıktan sonra döndükleri İspanya’da terörist olarak tutuklanmışlardı. Gene bu dönemde Girit’in Kandiye şehrindeki askeri depo soyulmuş, çelik kasalar içinde muhafaza edilen tüfeklerin büyük bir bölümü çalınmıştır. Silahları çalanlar depoların alarm sistemini etkisiz hale getirmiş, deponun şifreli çelik kapısını açmışlardı.



Girit Bağımsızlık hareketleriyle ilgili olarak Yunan İstihbarat Örgütü’nün (EIP) “Çok Gizli” bir raporunda, ayaklanmada bazı politikacıların, subay, öğrenci ve gazetecilerin faal olarak görev aldıkları da belirtiliyor. Girit Bağımsızlık hareketinin henüz herhangi bir kanlı terör eylemine tespit edilmedi. Ancak örgütün dış ülkelerde yaşayan üyeleri mücadeleleri için uluslararası alanda destek kazanmak için faaliyetlerini sürdürüyorlar. Girit’in bağımsızlık savaşını destekleyen ülkeler arasında İtalya, Japonya, İsrail, Brezilya ve Libya en ön sırayı alıyorlar. Bu ülkeler Girit’e sık sık temsilcilerini yollayarak hareket hakkında bilgi topluyorlar.



Girit’teki bağımsızlık hareketleriyle ilgili olarak dünya basınında yer alan haberler Yunanlıları çok sinirlendiriyor. Bu haberleri yalanlamalarına rağmen Yunan basınında da bu konuda sıkça çıkan haberler teyit edici bir anlam taşıyorlar. Bir savaş durumunda çekilebileceği en son savunma hattı olması itibariyle, Girit Adası’nın, Yunanistan için stratejik değeri çok büyüktür. Bu nedenle, Girit üzerindeki emellerinden hiç vazgeçmeyen Yunanistan ile, özgür yaşama mücadelesinden ödün vermeyecek olan Girit halkı arasındaki gerilim uzun yıllar devam edecek gibi gözüküyor.

alıntı

Girit; Sfakia ve Loutrou...

Girit; Bitmeyen rüyam...

Girit...

Girit...

TEŞEKKÜR...

Bloğumda ki müzik düzenlemesinde emeği geçen, Sevgili ve Değerli oğlum
ORÇUN'UMA sonsuz teşekkürler...

Sevgiler...

19 Eylül 2010 Pazar

Ta mavra matia sou...

ta mavra matia sou


otan ta vlepo me zalizoune

ke tin kardia mu sigklonizoune

otan ta vlepo mu thimizoune

kapia agapi mu palia



mesa sta matia sou

kitazo kini pou agapousa mexri htes

ekini pou anikse sta stithia mou pliges

ta mavra matia sou m'anaboun pirkagies



ta mavra matia sou

otan ta vlepo me zalizoune

ke tin kardia mu sigklonizoune

otan ta vlepo mu thimizoune

kapia agapi mou palia



Türkçe:(Turkish)

gitme

ve hiç bir zaman beni reddetme



o kara gözlerin

onları gördüğümde başımı döndürüyorlar

ve kalbimi sarsıyorlar

onları gördüğümde bana hatırlatıyorlar

eski bir aşkımı



o gözlerinin içinde

düne kadar sevdiğim o kişiye bakıyorum

o ki göğüslerimde yaralar açtı

kara gozlerin bende yangınlar başlatıyor

17 Eylül 2010 Cuma

Anne tarafından GİRİTLİ olan Orhan Pamuk...

Büyükdedesi Girit`te vali






Pamuk`un anne tarafı ise 1720`lerde Girit Valiliği de yapmış İbrahim Paşa`ya dayanmaktadır: “Anne tarafımı size en iyi Doğan Hızlan anlatır aslında. Çünkü Doğan Hızlan anne tarafımdan akrabamdır. O meraklıdır ya böyle soyluluğa falan. Bilmem ne paşa nereden devşirilmiş...” (Burada yine Şevket Pamuk’un yardımına başvuruyoruz. C.K.): “Aile Kaptan–ı Derya İbrahim Paşa’ya dayanıyor. Paşa, ayrıca 1720’lerde Girit valiliği de yapmış. Sicilli Osmani var, orada rastladım kayıtlara.” İstanbul Ticaret Odası’nın kurucularından Basmacızade olarak anılan kişi de Pamuk’un dedesinin dedesi veya amcası, yani aileden birisidir. Bez işi yaptıklarından dolayı Basmacızade olarak anılan Pamuk`un dedesinin babası İbrahim Ferit’in, Cevdet dışında Fuat ve İzzet adında iki oğlu daha olur. Cevdet Ferit’in amcası Nejat Basmacı da İstanbul Ticaret Borsaları Birliği Başkanlığı yapmış birisidir. Söz Orhan Pamuk’ta yine: “Bir zamanlar İş Bankası Genel Müdürü de olan Ferit Basmacı da aynı aileden geliyor. Aslında, sevmediğim ve kimsenin de bilmesini istemediğim küçük adım da Ferit’tir. Ailede bazıları Basman, bazıları da Basmacı soyadını almış ama aynı ailedir.” Pamuk’un annesinin babası Cevdet Ferit (1882–1953), Almanya’da hukuk eğitimi alıp, Darülfünün (İstanbul Üniversitesi) Hukuk Fakültesi’ne dönüşene kadar (1933) orada dersler verir: “Atatürk’ün 1933 reformundan sonra üniversiteden uzaklaştırılmıştır.”
alıntı

Mübadil Patriyotlar...

Mübâdil Patriyotlar...


[Târih yazmak, târih yapmak kadar mühimdir. Yazan yapana sâdık kalmazsa, değişen hakîkat insanlığı şaşırtacak bir mâhiyet alır. Atatürk]



24 Temmuz 1924 târihli Lozan Antlaşması´nın bir maddesi, Türkiye-Yunanistan arasındaki nüfus değişimini düzenliyordu. Buna göre, Türkiye´deki Ortodoks Hıristiyan Rumlar Yunanistan´a, Yunanistan´daki Türklerin yanında diğer İslâm nüfus da Türkiye´ye göçürüleceklerdi. Nitekim de, anılan göç bu Antlaşma çerçevesinde gerçekleşmiştir. Türkiye´den Yunanistan´a göçen Rumların arasında Türk Ortodoks Hıristiyan Gagavuzlarla, gene Türk Ortodoks Hıristiyan Karamanlılar da bulunmuşlardır. Yunanistan´dan Türkiye´ye yönelen göçün içindeyse, Türklerin yanında Bulgarca konuşan Pomaklar, Romence konuşan Ulahlar, Rumca (Yunanca) konuşan Patriyotlar ve herhâlde kendi dilleriyle konuşan Arnavutlarla Çingeneler de bulunmuşlardır. Bu unsurların, ana dilleri yanında komşu dilleri de bilip konuşmuş olabilecekleri mümkün ve muhtemel ise de, bu husus konumuzun özüne dokunmayacaktır.



Türkiye´nin ve dar anlamda Trakya´nın etnik grupları içinden biri de Patriyotlardır. Trakya´da Çatalca´yla Silivri ve Anadolu´da Ankara, Aydın, Bursa, Eskişehir, İzmir, Manisa ve Niğde´nin merkez ve çevresinde yaşayan Patriyotların ataları Yunanistan´daki Makedonya bölgesi ve Girit´ten göçmüş Rum olup, Osmanlı devrinde Ora´larda İslâm´a girmişlerdir.



Yaşlı-başlı Patriyot göçmenler Türkçe yanında hâlâ da anadilleri Rumcayı (Yunancayı) konuşmaktadırlar. Yakın zamanda öğrenmiş bulunmaktayız ki, gençler içinden de bu dili bilip konuşanlar hiç de az sayıda değildirler! Çünkü, Patriyotlar Türkiye´ye geldikleri sırada henüz Türkçe bilmiyorlardı. Grekçe, Rumca veyâ Yunanca dediğimiz ise onların ana dilleriydi. Daha sonra elbette Türkçe öğrenmiş olmalarına rağmen, eski dillerini kendi aralarında da olsa konuşmalarının gerekçesi tahmin edilebilmektedir. Hâl böyleyken, bâzı Patriyotlar, durduk yere ve neden gerektiyse, kendilerine Türk ırkından kökler aramaktadırlar!



Oysa, Atatürk kısa ve veciz bir cümleyle bunu esastan çözmüş bulunmaktadır: Ne mutlu, Türküm diyene! demiştir. Bu demektir ki, senin kökenin her ne olursa olsun, bu ülkede yaşıyor ve Türklüğü de benimsiyorsan, ne mutlu! Çünkü, Atatürk mensubu olduğu Türk ırkını ne kadar seviyorsa da, diğer etnik unsurları da bağrına basan bir anlayıştaydı. Onlar yeter ki, Türklüğü benimseyip Türkiye´yi sevsinlerdi. Yâni O, bir milliyetçi ve fakat ırkçı değildi.

Kaldı ki, Ülkemizde meselâ Arnavut aslından olmakla Adanalı olmak veyâ Abaza olmakla Ankaralı olmak, Anayasa şemsiyesi altında, hukuk ve siyâset temelinde eşittirler. Meğer ki, vatanın menfaati karşısında suç işlememiş olsun! Yeter ki, vatana ihânet etmemiş olsun!



Patriyotların, Anadolu´da ne kadar tanınmakta olduklarını bilmiyoruz. Trakya´ya gelince, yaşadıkları muhitten uzaklaştıkça daha az tanınmaktadırlar. Şu var ki, onları tanıyan herkes, haklarında yeteri kadar da bir bilgiye sâhiptirler. Durumlarının diğer gruplar karşısında nispeten orijinal olması, bu tanınmışlığı bir bakıma kolay kılmaktadır.



Patriyotların geçmişinde Tepedelenli Ali Paşa´nın büyük rolü olduğu söylenir. Nitekim târih kayıtlarına da bakılırsa bu husus pekâlâ da mümkün görünmektedir. Şöyle ki: Anılan Ali Paşa 1744´te Arnavutluk-Tepedelen´de doğmuş olup, 1822´de de Osmanlı ordusunca Yanya´da öldürülmüştür. Kendisi, görevde olduğu Yanya´yla bunun çevresinde âdetâ devlet içinde devlet gibi hüküm sürmüştür. İcraatının önemli biri, Yanya dolayındaki Suli denen kasabanın Suliot "Sulyot" adındaki Rum sâkinlerini yok etmesidir. Burada yok edilmekten kasıt, elebaşlarının öldürülüp diğerlerinin İslâm´a sokulmaları anlamına gelse gerektir. Yoksa, bütün bir toplumunun çoluk-çocuk denmeden katledilmiş olmaları aslâ söz konusu olmamalıdır! Olay, Batı dünyâsında tam bir katliam olarak görülerek, bunun yağlı boya tabloları bile yapılmıştır. Hâl böyleyken, bunları ressamın, konunun câzibesine kapılarak hayâl gücünü çalıştırmasına bağlamalıyız.



Ancak... Ali Paşa husûsunda şöyle bir kopukluk hemen dikkati çekmektedir: Patriyotların Türkiye´ye göçtükleri Grabene, Kozani, Nasliç, Serez başka yerlerdir, Suli gene başkadır. Gerçi, bunların hepsi de, Kuzey-batı Yunanistan ve Makedonya´da birbirlerine yakın, hattâ bitişiktirler. Bizim bilgi birikimimiz bu noktayı izah için yeterli olmamaktadır. Bunun için çok daha derin araştırma gerekecektir.



Patriyotlara ilişkin olarak şu hikâye de anlatılıyor: Osmanlılar Balkan savaşında yenilip geri çekilirlerken, Grabene şehri Yüzbaşı Bekir Fikri komutası altında iki yıl daha direnmişmiş! İşte bu yüzden, bunlara vatansever anlamında "Patriyot" denmişmiş! Kendilerinin anlattıkları ve gene kendilerinin dinledikleri bu hikâyenin, Patriyotlardaki yersiz ve gereksiz "Türk ırkı" kaygılarından doğduğu anlaşılmaktadır. Çünkü, vatansever anlamıyla bilinen Patriyot sözü aslında Yunancadır. Fransızcayla İngilizceye buradan geçmiştir. Vatansever anlamının yanında bir de vatandaş ve hemşehrî demektir. Bizim Patriyotlarımız herkesten daha çok vatansever olabilir, bu Ülke´yi de herkesten daha çok sevebilirler. Buna da bir îtirâzımız olamaz. Ancak onların Makedonya´daki Patriyot adlarının anlamı, sâdece vatandaş ve hemşehrîdir! Kendilerine, Ora´da vatansever denmesi için hiçbir sebep yoktur! Bunu diyecek kimse de yoktur! Böyle bir olay eğer gerçekten yaşanmış olsaydı, olayın kahramanları Türkler idiyseler, vatansever diyecekler de Türkler olacaklardı. Hem de bunu Türkçe söyleyeceklerdi ve de vatansever değil, o günkü dil ile vatanperver diyeceklerdi! Oysa kelime Yunancadır! Kaldı ki, hiçbir târih kaydında, böyle Bekir Sıtkı diye bir hikâye anlatılmamaktadır. Ora´da, Türklerle Grekler (Yunanlılar) arasında 1897´de yaşanmış ünlü bir Dömeke Savaşı vardır ki, bunu da zâten Türkler kazanmışlardır! O zaman Grekleri elimizden alan ancak Avrupalılar olmuşlardır!



Ayrıca, Grabeneli Patriyotların hikâyeleri var sayalım ki gerçek olsun. Öyleyse, Kozani, Nasliç ve Serez´den göçen Patriyotlar nasıl vatansever olmuşlardır? Neden, onlara da aynen Grabeneliler gibi Patriyot denmiştir!? Burada, bir de Giritli Patriyotlar hatırlanmalıdırlar! Onların da mı birer Bekir Fikri´leri olmuştur! İşte bunlar, durduk yerde bir takım arayışlara girmiş Patriyotları zorda bırakacak cevapsız sorulardır! Türk ırkı peşine düşen o bir takım Patriyotlar, şu husûsu hatırlarından hiç çıkarmamalıdırlar: Osmanlılar Rumeli´ni fethettikten sonra, Bura´yı Türkleştirmek için ve bir plan çerçevesinde Anadolu, Sûriye ve Kırım´dan Türk nüfus göçürmüşlerdir. Yâni, bu o gün için bilinçli ve tutarlı bir politikadır. Pekiyi, "biz ırken de Türküz" diyen Patriyotların Türkçe konuşmamalarına ne demelidir? Rumeli´ni Türkleştirecekleri yerde, Ora´da kendi kimlikleri ve dillerini mi kaybetmişlerdir!? Kendisine asimilasyon gibi belli bir görev biçilen ve üstelik hâkim bir Türk unsur, kültürünü kaybedip alt statüdeki astların dilini konuşmuştur, öyle mi!? Olacak şey midir bu!?



Öyle anlaşılıyor ki, Yunan Makedonya´sında ve hattâ Girit’te, Ora´nın İslâm´a girmiş yerlilerini anlatabilmek için, hemşehrî vatandaş veyâ yerli anlamında Patriyot denmiştir. Kendileri İslâma girmiş olmak sebebiyle Türkiye´ye göçerlerken; Türk, Arnavut, Pomak, Ulah, Çingene olarak bir adın sâhibi olmadıklarından, hâliyle Patriyot diye anılmışlardır. Çünkü, onları anlatacak etnik isim artık budur.



Bu konunun bir yanı da şurasıdır: Patriyotların bizzat kendileri, Makedonya´nın Grabene, Kozani, Nasliç ve Serez bölgelerinden geldiklerini ifâde etmektedirler. Oysa, bu târihlerde, yâni Patriyotların Türkiye´ye göçünden hemen önce yoğun yaşadıkları Grabene´de Türk nüfus sıfırdır! Eldeki târih belgelerine göre, Bura ve Bura´nın geniş çevresi halkı, tamamıyla Grek ve Ulah nüfusundan ibârettir. Nasliç keza tamâmen Greklerle meskûn iken, Serez Bulgar ve Greklerin yanındaki bir avuç Türk nüfusu barındırmaktadır! Hattâ, bunun yanında Yanya gibi yerler dahi Grekler, Arnavutlar ve Ulahlarla meskûndurlar. Lozan Antlaşmasının ırk ve millet değil, din esâsına dayalı olduğu hususu hatırdan çıkarılmamalıdır. Bu demektir ki, Yunanistan göçmenleri arasında Türklerin yanında, İslâm´ı seçmekle Türkleşenler de bulunmaktadırlar. Yunanistan göçmenlerinin bir kısmı, Anadolu´dan göçen Yörük ve diğer bir kısmı da Kırım´dan göçen Tatar Türkleridirler. Kökenleri tam bilinemeyen Konyarlar ise, Türk aslından olmalarına rağmen, Makedonya´ya nereden geldikleri belirsizdir. Konya´dan olabilecekleri gibi, Tatarlardan önce Kırım dolayından da göçmüş olabileceklerdir. Diğer yandan, Makedonya´da yaşadıkları yerde bir şekilde İslam´a giren bir çok cemaatler da bulunmuşlardır. İşte... Lozan Antlaşmasında anılan Türkler dışındaki Müslümanlar bunlardır. Her mübâdil göçmen, "Atalarım Konya´dan göçmüş, ırkım da Türktür." diyecek olursa, Lozan Antlaşmasında anılan Türk olmayan İslâm unsurlar kimlerdir!?. diye bir soru karşımıza çıkacaktır!



Ayrıca, hemen bütün Balkan göçmenleri "benim aslım Konya´dan göçmüş Türktür" demektedirler. Bu Konya takıntısı da yanlıştır. Rumeli´ye göçlerin merkezi sâdece bir Konya olmayıp, neredeyse bin yerdir! Bunu, Başbakanlık Osmanlı Arşivleri bilgilerine dayanarak ifâde etmekteyiz. İşte bu kadar geniş bir alandan Rumeli´ye göçülmüştür. Anadolu ve Suriye´den Yörükler göçerlerken, Kırım dolayından da Tatarlar gelmişler ve Rumeli´nde birlikte harman olmuşlardır.



Şimdi, Makedonya etnik İslâm gruplarının İngilizce kaynaklardan sağladığımız nüfuslarını verelim: Yaklaşık ve yuvarlak rakamlarla; 500 bin Türk, 150 bin Pomak, 110 bin Arnavut, 15 bin Roma (acaba Çingeneler mi?), 14 bin Grek yâni Yunanlı (yâni Patriyot) ve 3 bin Ulah yâni Romen. Öyle sanıyoruz ki, bu 3 bin Ulah da Türkiye´de Patriyot sayılmaktadırlar. Bütün bu unsurlar, Osmanlı Balkanlarda küçülüp geriledikçe Türkiye´ye göçe başlamışlardır. Öncelikle, Balkan Harbi sırasında Türkiye´ye 100 bin dolayında Türk göçmüş. Bunun, Mübâdele dönemine kadar zaman-zaman sürdüğü anlaşılmaktadır. Mübâdele sırasında da, Türk ve diğerleriyle birlikte 375,976. İslâm nüfus daha göçerek Yunan Makedonya´sı bu açıdan boşaltılmıştır.



Türk asıllı göçmenlerin özellikle de yetişkin erkekleri, geldikleri yerlerin dillerini elbetteki biliyor, bunu da konuşabiliyorlardı. Ne var ki, Türkiye´ye döndükten sonra geride kalan dili aslâ konuşmamışlardır. Patriyotlarsa ana dillerini Bura´da da konuşmakta devam etmişlerdir. Çünkü, başlarda Türkçe´yi öğrenene kadar bu onlar için kaçınılmaz olmuştur. Patriyotların yeni nesli bir yana, yaşlı-başlı kimliklerin hâlâ da Yunanca konuştukları bilinmektedir! Bu kadar geniş bir anlatımdan sonra, elimizdeki Türkçe, Fransızca ve İngilizce belgelere geçersek... Türkçe olanı Osmanlı Arşivleri belgesidir. Patriyotların, Makedonya´da en yoğun yaşadıkları yer olan Grabene´deki bir İslâm cemaatine işâret etmektedir. Osmanlının ilk devrinde, bu yerde Duralı (Duralu) diyerek Niğde´yle bağlantılı bir cemaat görülmektedir ve bütün bilgi de bundan ibârettir. Ancak, daha sonra buradaki bir İslâm unsurundan hiç söz edilmemektedir. Bu da, anılan cemaatin başka bir yere göçtüğünü düşündürmektedir. Mâlûmdur ki, cemaatler çokçası dînî amacı olmak üzere birleşmiş toplumlardır. Değişik etnik kimliklerden de oluşabilirler. Fransızca belgelerimiz ise, Makedonya´nın bütün etnik gruplarının hayat sahalarını gösteren iki haritadırlar. Bunların biri 1911 târihliyken, öteki daha eski bir târihi işâret etmektedir. Eski haritada Grabene, Yanya ve geniş çevresi aralarına Ulahların da sokulduğu Grekler yâni Yunanlılarla meskûndur. Nasliç´te tamâmen Makedonlar yaşamaktadırlar. Serez ise, diğerlerinden farklı olarak hayli geniş bir Türk nüfusla doludur. 1911 haritasına gelince, durum sâdece Serez´de değişmektedir. Buradaki Türk nüfusu büyük ölçüde azalmış görünmektedir. Patriyotların göçtükleri Grabene´yle Nasliç´teyse Türk diye bir unsur yoktur!



Bir metin olan İngiliz belgesindeki durum ise oldukça sevimsizdir. Burada yazılanlar, yukarıda verdiğimiz Ali Paşa olayını doğrular mâhiyettedirler. Yâni katliam gibi! Buna göre, Grabene ve onun yanıbaşındaki Kozani´de Grekler zorla ve kitleler hâlinde İslâm´a sokulmuşlardır. O kadar ki, metinde ancak dağa kaçanların kurtulduğuna ilişkin ifâdeler okunmaktadır!



Bu kadar bir bilgiden sonra konumuzu şöyle bağlamak istemekteyiz: Irkçılığı düşünmeyen Türklerin yanında, Türk ırkçılığı yapan Patriyotlar ne kadar komik ve zavallı duruma düşmektedirler! Öte yandan, kişi, milliyetini bizzat seçebilmeli, kendini ne hissediyorsa da o olmalıdır. Patriyotlar için de bu böyledir. İçinde Türk duygusunu taşıyorsa, biz ki taşıdığından emin bulunuyoruz, mesele bitmiştir. Buna, uydurma millî destekler aramaya ihtiyaç duyulmamalıdır. Kısacası, etnik kimlikler ancak ilmin konusu olabilmelidirler. Artık kaynaşmış, bir bütün olmuş toplumların bölünmelerine gerekçe değil. Yazımıza Atatürk´ün târih üzerine bir sözüyle girmiştik. Buna paralel olarak biz de şunu ifâde edelim: Birileri yalandan mutlu olsunlar diye de, târih gerçeği değiştirilemeyecektir! Ülke´mizin Türk potasında erimiş bunca etnik grup yanında, demek ki bir de Patriyot denilen vatandaşlarımız bulunmaktadırlar. Mesele, işte bu derecede basit bir husustur. ...ve bundan öteye hiç şey değil!



Mete ESİN

http://www.edirne.web.tr

alıntı

Girit'ten selam getirdik, Giritlilere

Suat Çağlayan


scaglayan@htgazete.com.tr

Girit'ten selam getirdik, Giritlilere

02 Temmuz 2010 Cuma, 06:52:31





Girit'e ilk gidişim 1986 Mayıs'ıydı. Bir tıp kongresine katılmak üzere, bir doktor grubu olarak gitmiştik Girit'in en büyük kenti İraklion'a...

Önce Rodos'a geçmiş, oradan da çileli bir vapur yolculuğu ile Girit'e varmıştık...

Arada iki kez İraklion'a uğradığım 'ada' turlarını saymazsak, Girit Adası'na -kalışlı olarak- ikinci kez gittim geçenlerde...

Üç Urlalı birlikteydik bu gezide:

Edebiyatçı, Devlet eski Bakanı Yılmaz Karakoyunlu, Sanayici Kiyasettin Dündar ve ben...



Urla İskelesi'ndeki bir akşam yemeğinde üçümüz sohbet ederken Yılmaz Abi (Karakoyunlu) bazı kitap projelerinden söz etmişti...

Yazmayı planladığı kitaplardan biri de Girit'le ilgiliydi...

Konuşmasının bir yerinde, "Girit Adası'na gitmek istiyorum!" deyince biz Kıyasettin'le göz göze gelmiş ve "Tamam öyleyse, gidiyoruz" demiştik...

Tahmin edeceğiniz gibi hemen havaya girmiştik...

Öyle ki, hemen bir oylama yapmış ve bu işi organize etme görevini bana yüklemişlerdi...

Ben de ertesi gün soluğu Setur'da almış ve yavrusunun doktoru olduğum sevgili Gökhan Bey'i bulmuştum...



İzmir'den Girit'e gidiş öyle kolay değil; ne direkt uçuş var, ne de Yunanistan'ın vize kolaylığı...

Önce Atina'ya (THY veya Pegasus/İzair) uçacaksınız, oradan da İraklion'a...

Ama vize olayı bir kabus...

Türkiye Yunanlılara vize sormazken, Yunanistan'ın çıkarmakta olduğu vize zorluğunu anlamak mümkün değil...

Evraklar, uzun bir bekleme süresi ve de okkalı bir vize ücreti...

Neyse ki, Sevgili Gökhan hepsini ayarladı...

Ve biz üçümüz Girit'in yolunu

tuttuk...

Baştan sona çok uyumlu bir üçlü oluşturduğumuzu ve Yılmaz Karakoyunlu abimizin birikiminden çok yararlandığımızı söylememe gerek yok herhalde...



Girit'i olabildiğince gezmeye karar verdiğimiz için, bu işi ancak araba kiralayarak yapabilirdik...

İlk durağımızı, havaalanının bulunduğu İraklion olarak değil 60 kilometre batıdaki Retimnon (Yılmaz Abi'nin kullandığı adla, Resmo) olarak belirlemiş ve üstelik Retimnon'a iki gün ayırmıştık...

Bunun nedeni Karakoyunlu'nun özellikle bu kenti yakından tanımak istemesiydi...

Çünkü, 'mübadele' sırasında Ege kıyılarına gelip yerleşen Giritlilerin çoğunluğu Retimnon'dan göçmüşler...

Dolayısıyla, 250 yıl Girit'i yöneten Osmanlıların ve bu süre boyunca orada yaşayan Türklerin bıraktığı eserler -ve eğer kalmışsa- gelenekler en çok orada bulunabilirdi...



İraklion'daki Venizelos Havaalanı'ndan kiraladığımız araçla Retimnon'un yolunu tuttuk...

Elbette 'koç' seçilmiş olmanın sorumluluğuyla direksiyona ben geçmiştim...

1923'ten sonra Girit'te nesli kurutulmuş olan Türkler işte yeniden Girit'i işgale gidiyorlardı...



alıntı

GİRİTLİ BARBA BALIK LOKANTASI HAKKINDA BASINDA YAZILANLAR...

12 Ocak 2005 Sabah


Hıncal Uluç



Giritli diye bir mucize...



BEN.. Hıncal Uluç.. Çeşit çeşit karidesler yedim.. Çeşit çeşit kalamarlar, ahtapotlar.. Tava.. Izgara.. Parmaklarımla beraber.. Tam patlamışken, her biri ayrı çeşni, ayrı lezzet mezelerden, ana yemek geldi..



Balık.. Fener buğulama.. Bir tattım, artık ayıp olmasın diye.. Ve ayıp oldu.. Bir daldım ortada yatan koca tepsiye, görmemişler gibi..



Hıncal.. Deniz mahsulleri.. Dolu dolu.. Tıka basa.. Iksırınca, tıksırınca, patlayıncaya kadar..



Bu dünyanın sonu.. Hayır, dünyanın sonu değil, Haliç'in ortası.. Eski Cibali Tekel Fabrikası, yeni Kadir Has Üniversitesi'nin yanında, eski bir İstanbul evi, üç katlı Giritli olmuş..



Ben nereden duydum?.. Duymadım.. Galip zorla götürdü..



Galip can dost.. Kardeşim.. Peyzaj ustası.. Dünyanın en güzel taşları ondadır, bahçe düzenlerken.. Beni de hem de nasıl tanır.. Tutturdu "Giritli" diye.. Yahu deniz mahsulleri benden okyanuslar kadar uzaktır.. Bilir.. Niye ısrar eder.. Ben atlatıyorum, o teklif yeniliyor, yeniliyor.. Sonunda dilinden kurtulmak için "Sonunda ölüm yok ya" diyerek "Peki" dedim.. Gittim ve öldüm.. Zevkten, lezzetten..



Giritli laf ola bir isim değil.. Aile mübadele yıllarında taşınmış İstanbul'a.. Akdeniz'in en güzel yeşilleri, en güzel deniz yaratıklarının orda olması, bundan..



Haliç'e panoramik bakan salonlar.. Güzelliği sadeliğinde bir dekor.. Ve masanıza arka arkaya gelen lezzetler..



Benim gibi deniz ve balık düşmanı olsanız bile, Giritli'yi bir deneyin.. Müptelası olursunuz.. Öylesine..





9 Ocak 2005

Vatan - Pazar Vatan

Kim bu Giritli balıkçılar!



Lafa kafadan girelim efendim, buyurun: Otlar Ayvalık, İzmir, Kastamonu’dan; zeytin ve zeytinyağı Ayvalık, Girit, Rodos’tan; beyaz peynir Edirne’den, balıklar Beyoğlu Balık Pazarı’ndan, çiroz ve lakerda ustanın kendi mamulatı.



Malzemeden memnun kaldıysanız okumaya devam edin, bir de mönüye bakalım efendim:

Girit usulü peynir salatası, Girit usulü ahtapot ızgara, acı ekşi soslu yengeç pane, krepte tarhun soslu deniz ürünleri, asma yaprağında sardalya, iskorpit kavurma, bal sirkesinde marine edilmiş kalamar ızgara, mantarlı ve ıspanaklı dil balığı fletosu, anasonlu hardallı levrek fileto, enginarlı fener balığı kavurma, elmalı ve tarhun soslu kılıç ızgara, fındık ve safran soslu uskumru, yedi baharlı kalamar yahnisi...



Temenni ederim bu akşam da sizin de başınıza gelir. Afiyet olsun efendim.





20 Eylül 2003

Akşam - Cumartesi Eki

Cibali Sigara Fabrikası’na ait tütün borsasında artık Giritli Balık Lokantası var. Müdavimlerinin Bodrum Türkbükü ‘den tanıdığı mekanda Akdeniz mutfağından lezzetler yer alıyor.



Bir zamanlar Tekel’e ait sigara fabrikasının tütün borsası olarak kullandığı tarihi binada şimdi Akdeniz mutfağının lezzetli yemekleri sunuluyor. “Barba Giritli Balık Lokantası” adıyla kurulan tarihi binada yemek yemek özel bir zevk. Zira Haliç’in Kadir Has Üniversitesi yanında bulunan lokanta, Galata’dan Topkapı Sarayı’na kadar uzanan panoramik manzarası ile yemeğe ayrı keyif katıyor.



Müdavimlerinin Giritli Balık Lokantası’nın kurucusu Fenerbahçe Botanic Garden‘in sahibi Barış Alıcıoğlu.



Dört katlı 250 kişi kapasiteli yeni mekanın mönüsündeki Akdeniz mutfağından sentezlenmiş lezzetler, Greek müzik eşliğinde sunuluyor.

Barba balık lokantasının bir katı tamamen mutfağa ayrılmış, Barış Alıcıoğlu, temizliği ve tazeliğiyle gurur duydukları lezzetlerin nasıl hazırlandığını konukların da izleyebilmesi için mutfağı gönül rahatlığıyla sergilediklerini söylüyor.



Yemek ve mezelerde kullanılan malzemelerin çoğu şehir dışından ve kendi doğal ortamından getiriliyor. Otlar İzmir ve Ayvalık’tan, hakiki zeytinyağı Ayvalık ve Girit Adası’ndan, içi cevizle doldurulmuş kırma yeşil zeytin Rodos Adası’ndan, beyaz peynir Edirne’den...



Barış Alıcıoğlu deniz ürünlerini de günlük olarak balık pazarında yine kendi elleriyle seçiyor. ”Bizim için önemli olan taze ve lezzetli yemeleri uygun fiyata sunmak.”



Barba Giritli Lokantası’nda spesiyaller de çok çeşitli: Girit usulü peynir salatası, Girit usulü ahtapot ızgara, acı-ekşi soslu yengeç pane, tarhun soslu deniz ürünleri, asma yaprağında ızgara sardalya, iskorpit kavurma, bal sirkesinde marine edilmiş kalamar ızgara, mantarlı ıspanaklı dil balığı, anasonlu hardal, soslu levrek fleto, enginarlı fener balığı kavurma, elmalı ve tahun soslu kılıçbalığı ızgara, fındık ve safran soslu uskumru, yedi baharlı kalamar yahnisi ve içinde taze mevsim meyveleri, ceviz fıstık ve tarçın fırınlanmış tahin pekmez tatlısı...



Fiyatlara gelince... Bir kişilik hesap, balıkların da cinsine göre 30-45 milyon lira arasında değişiyor.





Eylül 2003

İstanbul Life

Cibali’de Giritli isminde bir balık lokantası açıldığını duyunca heyecanlandık. Bu Giritli, Türkbükü’nden bildiğimiz Giritli’miydi? Hemen öğrendik: Cibalikapı Balıkçısı’nda ilginç lezzetiyle ağız tadına düşkün isimleri ağırlayan Giritli, komşuculuk oynamaya karar vermişti.



Gidenler bilir, Cibalikapı Balıkçısı küçükçe biryerdir, rezervasyon yaptırmassanız işiniz zordur. Az ileride, eskiden Tekel Tütün Borsası olarak kullanılan binada açılan Giritli ise dört katlı, “yer bulamıyoruz ki” endişesine mahal bırakmayan bir mekan.



Uzun adıyla Giritli Balık Lokantası’na çok yakışan upuzun bir balkonu var. Sizin de kışa girmeden bu güzelliğin tadını çıkarmanızda fayda var çünkü Galata Kulesi’nden Topkapı Sarayı’na, Sarayburnu’ndan Haydarpaşa’ya manzaranın kucağında oturuyorsunuz.

Fazla dalmayın, masadakiler de manzarayı aratmıyor. Balık ve ot çeşitleri gerçekten zengin. Kolay bulunmayan cibes otu, kenger otu gibi çeşitler de var. Ve etbette börülce.



Önden denediklerimiz içinde en çarpıcı lezzetlerden biri Girit usulü peynir salatasıydı. Büyük salatanın da çok taze ve zengin olduğunu söylemeliyim. Sonra ahtapot salatası ile palamut fümenin de ikinci kez sipariş edecek kadar iyi olduğunu...



Esas vurucu tat, en sona saklanmış. Çoğu balıkçıda karşımıza çıkan fırınlanmış tahin helvası, burada iz bırakan tatlıya dönüşmüş. Tahin pekmeze bol elma ve bol tarçın ilave edilmiş. Mükemmeldi.



Son söz: Haliç’teki Girtili’ye akşam karanlığı basmadan gitmeniz avantajınıza olacaktır. O manzaraya karşı o tatlar, denemekte yarar var.





Eylül 2003 Gusto

Giritli usulü balık lezzeti

Galata kulesi’nden Topkapı Sarayı’na Sarayburnu'ndan Haydarpaşa’ya uzanan bir manzarada taze ve leziz deniz mahsulleri tatmaya ne dersiniz? Cibali’de eskiden Tekel’in Tütün Borsası olarak kullandığı bina artık Barba Giritli Balık Lokantası. Barba Giritli’yi özel kılan bir başka unsurda malzemenin çoğunun şehir, hatta yurt dışından özel olarak getiriliyor olması. Balıklar da günlük olarak Barış Alıcıoğlu tarafından Beyoğlu Balık Pazarından alınıyor. Barba Giritli’nin özel tatları şunlar; Girit usülü ahtopot ızgara, acı-ekşi soslu yengeç pane, elmalı ve tarhun soslu kılıç balığı ızgara, içinde taze mevsim meyvalarını, ceviz, fıstık, tarçın bulunan fırınlanmış tahin pekmez tatlısı da bulunuyor.





Eylül 2003 Elele

Lezzet Turu

Cibali Haliç’in yenilenmiş yüzünü Barba Giritli Balık Lokantas’nın birbirinden nefis mezeleri ve yemeklerini yaşayabilirsiniz. Kalite, lezzet ve tazeliği bir arada sunan mekan, Girit usulü ahtopot ızgara, ekşi soslu yengeç pane, enginarlı fener balığı kavurma ve kalamar yahnisi ile farklı adreslerin en yeni adresi.



alıntı

GİRİTLİ BARBA BALIK LOKANTASINDAN...Şefin tarifleri...

Asma Yaprağında Sardalya


































Malzemeler



- 1 kg ayıklanmış sardalya

- 1 kahve fincanı çiçek yağı

- 1 çay kaşığı sarımsak tozu

- Yarım çay kaşığı karabiber

- 1 kahve fincanı beyaz şarap

- Asma yaprağı



Yapılışı



1 kg ayıklanmış sardalya tuzlu suda yarım saat bekletildikten sonra süzülür. İçine sarımsak tozu, karabiber, beyaz şarap koyup harmanlanır. Asma yaprağına sarıldıktan sonra ızgarada pişirilerek servis edilir.



Deniz Mahsülleri Pilavı



Malzemeler



- 1 baş soğan

- 250 gr. Mantar

- 250 gr. Domates

- 50 gr. dolmalık fıstık

- 50 gr. kuş üzümü

- 1 demet yeşil soğan yaprağı

- Yarım demet dereotu

- Yarım demet maydonoz

- 100 gr. haşlamış kalamar

- 100 gr. haşlamış karides

- 100 gr. haşlanmış ahtapot

- 100 gr. haşlanmış midye

- 1 çay kaşığı tuz

- 1 çay kaşığı karabiber

- 1 çay kaşığı rozmari biberi

- 1 çay kaşığı tarhun otu

- 2 çay kaşığı toz safran



Yapılışı



Fıstıklar 1 su bardağı zeytin yağı ile kavrulur. İnce kıyılmış soğan ilave edilir. Mantarlar ve kıyılan yeşil soğan yaprakları ilave edilir. 1 litre kaynamış su ilave edilir ardından yarım kilo baldo pirinç ilave edilerek 10 dakika pişirilir. Piştikten sonra ılık olarak servis yapılır.



Maş Piyazı





Malzemeler



- 25 gr. maş

- 50 gr. kıyılmış ceviz

- 50 gr. nar

- 1 çay bardağı nar ekşisi



Yapılışı



Maş bir gece öncesinden suda bekletilir. Ertesi gün haşlanarak süzülür. Malzemeler karıştırılarak servis edilir.
Afiyet olsun...

alıntı

BARBA GİRİTLİ BALIK LOKANTASI ..(tanıtım)

Galata kulesi’nden Topkapı Sarayı’na Sarayburnu'ndan Haydarpaşa’ya uzanan bir manzarada taze ve leziz deniz mahsulleri tatmaya ne dersiniz?



Kalite, lezzet ve tazeliği bir arada sunduğumuz mekanımızda, Girit usulü ahtapot ızgara, tarhun soslu deniz ürünleri, asma yaprağında ızgara sardalya, iskorpit kavurma, bal sirkesinde marine edilmiş kalamar ızgara, mantarlı ıspanaklı dil balığı, anasonlu hardal, soslu levrek fleto, elmalı ve tarhun soslu kılıçbalığı ızgara, fındık ve safran soslu uskumru, ceviz fıstık ve tarçın fırınlanmış tahin pekmez tatlısı gibi farklı tadları tadabileceksiniz.



Yemek ve mezelerimizde kullandığımız malzemelerin çoğunu şehir dışından ve kendi doğal ortamından getiriyoruz. Otlar İzmir ve Ayvalık’tan, hakiki zeytinyağı Ayvalık ve Girit Adası’ndan, içi cevizle doldurulmuş kırma yeşil zeytin Rodos Adası’ndan, beyaz peynir Edirne’den...


Barba...


Eskiden meyhaneler gedikli ve koltuklu diye ikiye ayrılıyordu. Gedikli olanlar ruhsatlı çalışan meyhanelerdi. Gedikli meyhanelerin bir meyhaneci ustası olurdu. Zamanla bu ustalara İtalyanca sakallı ihtiyar anlamına gelen 'barba' denmeye başlandı. Gedikli meyhaneler isimlerini ya sahiplerinden ya da bulundukları semtten alırdı. İsim koymakta kullanılan bir başka yöntem ise kapıya kilit, hançer, zincir gibi kimi semboller asmaktı.



Barba bir meyhanenin temel direğiydi. Ama meyhanecilik bir ekip işiydi. Meyhaneci ustasının yardımcısı miço, tezgahta görev yapan tezgahtar, sofralara şamdan, mum getiren ateşoğlanları, sakiler, rakkaslar öğleden sonradan itibaren müşterileri için hazırlanmaya başlarlardı. Her şeyin temiz ve yerli yerinde olması en önemli kurallardan biriydi.



Her şey hazırlanır, son olarak masalara şamdanlar koyularak kapıda müşteriler beklenirdi. Sakiler kulaklarının arkasına yerleştirdikleri bir çiçekle müşterilerini karşılar, barba masaya mum koyar, gelenleri selamlardı. Her meyhanede olan orta kandilinin yakılması sohbetin koyulaşması anlamına gelirdi. Meyhanenin kapanma zamanının geldiği ise çıngırakla müşterilere bildirilirdi.



Her ne kadar zamanla meyhanelerin tarzı değiştiyse de İstanbul bir meyhaneler kenti olmaya devam ediyor. Üstelik eski gelenekleri devam ettirmeye çalışan meyhaneleriyle.



Kaynak: http://arsiv.hurriyetim.com.tr

Müdavimler ağızlarının tadını bilir /Necla BAYRAKTAR

Barba Giritli Balık Lokantası


Abdülezzel Paşa Cad. No:3 Cibali - Fatih / İstanbul

Telefon: (0 212) 533 18 66 - 533 18 77 - 635 92 77

E-mail: giritlibalik@superonline.com





alıntı

GİRİTLİ İDİLİCA ( tanıtım)

•Giritli aslen Cihangir Firuzağa'da hizmet veren bir Girit restoranı iken Mirror işletmecileri ile tanışarak, lezzetlerini Suada'da sunmaya başlamış.


•Bu fikir iyi ki doğmuş çünkü toprak üzerinde yetişen her türlü yeşilliği ve meyveyi olağanüstü bir tada dönüştürmekte usta olan Giritli, böylece daha fazla insanla buluşabiliyor artık.

•Giritli İdilica'nın birbirinden lezzetli mezelerinden belki daha önce tatmadıklarınıza rastlayacaksınız veya sakızlı muhallebisine hayran kalacaksınız. Ama birşey garanti: Giritli'nin yemeklerinde umduğunuzdan fazlasını bulacaksınız.
 
•Bu fırsat ile Suada Giritli İdilica by Mirror Restaurant'ta 14 çeşit Girit mezesi, 4 çeşit ara sıcak, levrek veya Giritli köfte, 2 adet yerli içki veya alkolsüz içecek, sakızlı muhallebi ve sakızlı Türk kahvesinden oluşan menüyü 100 TL yerine 50 TL'ye alabilirsiniz.


•Kişi başı dilediğiniz kadar fırsat kodu alabilirsiniz.

•Bir masada kişi sayısı kadar fırsat kodu kullanılabilir.

•Fırsat sezon sonu olan Eylül sonuna kadar geçerlidir.

•Fırsat Cumartesi günleri geçerli değildir.

•Rezervasyon zorunludur. Rezervasyonlarınızı 0 212 257 13 26-27 numaralı telefondan yaptırabilirsiniz.

•Lütfen servis elemanlarını unutmayın. Verilen hizmetten memnun kaldığınız takdirde, toplam harcama üzerinden servis ücreti bırakmayı ihmal etmeyiniz.

•Her türlü konudaki sorularınız için Grupanya çağrı merkezini 0212 437 90 00 numaralı telefondan arayabilirsiniz.

•Merak ettiğiniz tüm konular için SSS bölümünü okuyabilirsiniz.
alıntı

Girit; Bekliyor...