31 Mart 2010 Çarşamba

GİRİT ADA'SINDA TARİH...

Girit Üniversitesi’nin tarih bölümü her seferinde Osmanlı medeniyetinin bir sorununu ele alıp inceliyor. Üç yılda bir tertiplenen bu sempozyumların tebliğ ve tartışmaları mutlaka basılıyor




Halcyon günleri" sevimli bir kuşun adını taşıyor. Vatanı Girit olan bu kuşu tanrılar çok sevdikleri için yumurtlama ve kuluçka zamanı olan ocak ortalarında Girit’in havasını ısıtıyorlarmış. Bahar havasında Girit’te tarih tartışmak zevkli. Kapının dışına çıktığımızda Osmanlı devrinden kalma konaklar ve çeşmeler var. Her evin mimarisi Venedik ve Osmanlı sanatının izlerini taşıyor. Ama Girit’in eski özgün kültürü her şeyin üstünde tutuluyor diyebilir miyiz? Pek öyle değil...

Knossos kazılarında arkeologlar üst tabakayı tahrip etmeden onun altındaki katmanlara inecek ince arkeolojik teknikleri kullanmak için para talep ediyor. Bu pahalı teknikler olmadan Minos kültürünün (yani bütün dünyanın bildiği eski Girit’in) yattığı tabakalara kesit olarak inilemiyor. Aslında eski Minos kültürüne ne kadar ilgi duyulduğu tartışılır. O dönemin yazılı malzemesi bu katmanlarda olduğundan yeterli miktarda elde edilemeyince de yazının ve edebiyatın çözülme süreci gecikiyor.

Evliya Çelebi merhumun, "Ecine kavmi, Afrika’dan gelmişlerdir" diye bahsettiği Minoslular yani eski Girit kültürü, cin gibi bir seyyah olan Evliya Çelebi’nin gözünden kaçmadı. Muhtemelen eski Girit kültürününün eserlerini iyi gözlemiş ve amatör bir arkeolog gibi, iyi bildiği Mısır ülkesindeki eserleri bunlarla karşılaştırarak yukarıdaki hükme varmış. Evliya Çelebi’ye gülümseyelim ama kesinlikle eski Girit halkının ve kültürünün üzerindeki bunca tetkikten sonra, hâlâ birtakım yarım yamalak bilgiler var. Evliya Çelebi’nin bu cin üsluplu tarifinin zamanımızda pek geçildiği söylenemez. Bu Ecine Giritliler gerçekten nereden geldiler? Evliya’dan daha tutarlı bir bilgi sahibi değiliz.

Adada Türklere gösterilen muhabbetten geçilmiyor. Esnaf da devlet görevlileri de aynı sıcaklığı gösteriyor. Adaya gelen Atina Büyükelçimiz Sayın Alpogan’ı sadece yetkililer değil, Giritliler de candan selamlıyor. Demek ki dostluk ve düşmanlıkta baştaki politikacıların ve basının büyük rolü var.

Girit, Afrika’nın kapısı ama İda Dağı güneyle kuzeyi ayırıyor. Afrika’yı seyreden güneydeki dar kıyı sıcak ve verimsiz. Kuzey ise kıyıdan dağlara kadar bin bir çeşit bitki, meyve, otla kaplı; zeytinliklerden geçip çam ağaçlarına ulaşıyorsunuz. Ada güzel, iklimi hoş. Giritliler sert insanlar; yakın zamana kadar kan davaları bile görülüyordu. Namus cinayetleri elan sürüyormuş.

Osmanlı Girit’inden kalan sadece çeşme, sebil, cami ve Kandiya’daki Mevlevi dergahı değil. Zaten bu eserleri Osmanlı taşrasının en iyi örneklerinden de sayamayız. Üstelik Girit, medresenin ve ulemanın etkisiyle değil; halk tipi dervişlerin sayesinde Müslüman olmuş. Gelip yerleştirilen Müslümanlar da anlaşılan Sünni takımdan çok, Bektaşilik ve Aleviliğe meyledenler. Mevlevihane bile adaya 19. asrın ikinci yarısında, Manisa’daki mevlevilerin görevlendirilmesiyle taşınmış.

Girit, Ortodoks bir ada; kilisesi ise Atina’daki patrikhaneye değil, doğrudan İstanbul’daki patrikhaneye bağlı. Aynı keyfiyet Aynaroz ve Oniki Ada için de söz konusu. Avrupa’nın Afrika’ya uzantısı, uygarlıkların ve adetlerin de garip ama gerçekten garip bir kesişme ve yığılma noktası Girit... Giritliler misafirperver, sebze yemekleri nefis, içlerine kapanmış bir görünümleri var; ama ilk anda uysal ve cana yakınlar. Bunlar kişisel özellikler değil, ada halkının kültürü; yaşam biçimi her yerde olduğu gibi nesilden nesile geçmiş.

Girit Üniversitesi’nin tarih bölümü her seferinde Osmanlı medeniyetinin bir sorununu ele alıp inceliyor. Üç yılda bir tertiplenen bu sempozyumların tebliğ ve tartışmaları mutlaka basılıyor. Bir sefer "Osmanlı Beylikleri", sonra Draç ve Selanik arası "Via Aegnetia" denen yolun Osmanlı dönemlerindeki durumu, sonra "zelzele" ve "sel ve yangın felaketleri", sonra "Kaptan Paşa ve ofisi" (Osmanlı büyük amirali Akdeniz adalarını idare ediyordu) ve bu yıl da "Taşra Ayan ve Eşrafı" incelenen konular oldu.

Bu merkezi uzun yıllar yöneten Profesör Elizabeth Zahariadou seçkin bir Osmanlı tarihçisidir. Vesikaya ve delile titizlikle uyan, uyulmasını isteyen bu tarihçi. Yunanistan’a gerçek Osmanlı tetkiklerini getirdi. Bunda öğretici sabrı kadar sert hocalığının da payı olduğu söyleniyor; bu yanımız müşterek, biz sert hoca olmaksızın adam olmayız. Zahariadou, Ankara Üniversitesi’nin fahri doktoru. Müteveffa eşi Nikos Oikonomides de geç Bizans dönemiyle uğraşan ünlü bir tarihçiydi. Zahariadou-Oikonomides çifti 14’üncü yüzyılı aydınlatan önyargısız tarihçilerin başında gelirler.

Girit cenginin kılıç kalkan muharebesi olmadığı anlaşılıyor. 1635’te bugünün sempatik limanı Hanya, Silahtar Yusuf Paşa tarafından alınmıştı. Hanya-Resmo Kandiya (Irakleon) 1660’ların başlarında ele geçti. Bu barok Venedik kalelerinin yapısı; kuşatmacıların 17’nci asır için üstün bir teknikle savaştığını gösteriyor. Karşılarındaki savunmacılar da operet birlikleri değildi. Doğrusu Venedikli komutanın yiğitçe savaştığını Türk tarihçileri de belirtiyor. Girit’in imparatorluğa katılması da elden çıkması da kanlı olaylar sayesinde oldu.

Akdeniz’in en güzel adası bugün barışın tadına varmış gibi. Ama mazideki renkliliğinden çok şey kaybettiği de; ülkemizdeki Girit muhacirlerine bakınca anlaşılıyor. Ahali mübadelesinden, nüfusun bir kısmını itelemekten kazançlı çıkan ülke yoktur. Gezin görün Girit’i, pişman olmazsınız.

alıntı

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder