27 Kasım 2010 Cumartesi

Ayhan Aktar...PAPAZ BÜYÜSÜ...

Bundan yaklaşık 85 yıl önce, Türk-Yunan Nüfus Mübadelesi yapıldı. 30 Ocak 1923 tarihinde Lozan’da “Yunan ve Türk Halklarının Mübadelesine İlişkin Sözleşme ve Protokol” olan uluslararası antlaşma imzalandı. İsmet Paşa ve Venizelos’un imzaladıkları bu antlaşma ile yaklaşık 1.200.000 Anadolu Rumu ile 400.000 Rumeli Müslümanı değiştokuş edildi.




9 Eylül 1922 günü Türk süvarileri İzmir’e girdiği zaman, işgalci Yunan ordusu Çeşme tarafından gemilere binerek Anadolu’yu terk ediyordu. Korku içindeki Anadolu Rumları ise limanlarda toplanmışlardı. Dört ay içinde yaklaşık 900.000 kişi Ege sahillerinden gemilerle ve Trakya’daki Rumlar ise yürüyerek sınırı geçip Yunanistan’a sığındılar. 1922 yılının aralık ayında yaklaşık 900.000 Anadolu Rumu o yıllarda nüfusu 4,5 milyon civarında olan Yunanistan’a sığınmıştı. Atina’da sefalet vardı. İnsanlar yollarda dileniyor ve sokaklarda yatıyorlardı. Selanik’teki Kızılhaç yetkilisi bu rezilliğe dayanamayanların intihar ettiğini merkeze yazıyordu.



Rumeli Müslümanlarının Türkiye’ye gelişi 1923 yılının sonunda başlamış ve bir yıl devam etmişti. Türkiye’ye gelen mübadiller de kendilerine verilen kapı-penceresi sökülmüş ve kiremitleri bile yağmalanmış evlerde yeni bir hayat kurabilmek için çok uğraştılar. Mübadelenin iki ulus-devletin onayı ile ve isteği ile gerçekleşmiş olması, yapılan işin ne kadar acımasız ve gayrı insani olduğu gerçeğini ortadan kaldırmaz.



Ege’nin iki yakasında yüzbinlerce insanın köklerinden koparılmasıyla gerçekleşen mübadele hem Yunanistan’a yollanan Anadolu Rumlarının hem de Türkiye’ye gelen Rumeli Müslümanlarının zihninde bir takım tortular bıraktı. Mübadiller doğdukları yerleri hatırlarken, torunlarına oradaki hayatlarını biraz ballandırarak anlattılar.



Benzer bir süreç Kıbrıs’ta yaşandı. 1974’den sonra güneye sürülen bir Kıbrıslı Rum bana şunları anlatmıştı: “Babam Girne’deki evimizi öyle bir anlatırdı ki ben orayı saray sanırdım. Babam doğduğu evi sayıklayarak öldü. 2004’te kapılar açıldıktan sonra annemle birlikte Girne’ye gittik. Babamın evi, kulübeden hallice bir evdi. Kendimi aldatılmış hissettim!”



Sadece evler değil, hayat tarzı ve zenginlik konusu da biraz mübalağa edilir. İnsanlar, doğdukları yerleri anlatırken dilin kemiği kaybolur. Şirazesinden çıkan duygusallık, mecburi mübadelenin sonucudur. Geçen hafta Radikal’de okuduğum bir haber şöyle:



“Türk ve Yunan 20 ‘hissedar’, Urla’nın Yağcılar Köyü’nde Müze Müdürlüğü, Maliye ve Jandarma gözetiminde 400 kilo altın ve paraları arıyor! Muskacı bir hocanın yol göstericiliğinde yürütülen kazılarda, ‘altınlar papaz büyüsüyle 41 yılda bir yer değiştirdiği için’ henüz bir sonuç alınamadı. Ama hissedarlar kararlı. Osmanlı döneminde Rumların yaşadığı Yağcılar Köyü’nü son beş yılda pek çok Yunanlı ziyaret etti. Gelen ailelerden biri, 2008’in eylül ayında Sabancı ailesinin satışa çıkardığı eve talip oldu. Geçmişte bir papaza ait olan eski püskü boş evle hepi topu 100 metre karelik bahçeye 150 bin TL teklif edilmesi şüphe çekti. İddiaya göre hissedarlar ‘Vazgeçtik, satmıyoruz’ deyince Yunanlı taliplerin dili çözüldü: ‘Bu evde oturan papaz büyük dedeleriydi. Köylüler mübadele sırasında giderken altınlarını papaza vermiş, o da bahçesine gömmüştü. Bunları günlüğüne yazmıştı. Onlar da miraslarını istiyordu.’ Taraflar yaklaşık 400 kilo altın ve paralardan oluşan hazine için ‘ortak’ olup bir ay önce Urla Kaymakamlığı’na başvurdu. Müze Müdürlüğü, Maliye ve Jandarma gözetiminde kazı, dört gün önce başladı. Sonuç alınamadı. Papazın papaz büyüsü yapmış olabileceği iddiası üzerine hissedarlar, İzmirli ‘Eyyüp Hoca’dan yardım istedi. ‘Cinler 41 yılda bir hazinenin yerini değiştiriyor’ diyen Eyyüp Hoca’nın yönlendirmesiyle kazılar evin ve bahçedeki ağacın altına doğru kaydırıldı. Dedektörlerin de kullanıldığı kazıları merakla izleyen köylülerin bir kısmı, gülünç duruma düştükleri gerekçesiyle ‘muskacı hoca’nın getirilmesine kızdı.” (Radikal, 25 şubat)



Urlalı papazın hikâyesi torunları öyle etkilemiş olmalı ki –aynen Yılmaz Güney’in Umut filminde olduğu gibi- bütün umutlarını bahçede gömülü olduğuna inandıkları altınlara bağlamışlar. ‘Urla’daki evin bahçesindeki altınlar’ ile ilgili efsane 85 yıldır aile içinde anlatılmış olmalı. Sonunda, torunlar Yunanistan’dan Urla’ya gelip, evin şimdiki sahipleri ile ortak olup defineyi aramaya başlamışlar. Bulamayınca da “altınlara giden her yol mubah” deyip papaz büyüsünü bozsun diye ‘İzmirli Muskacı Hoca’dan yardım istemişler!



Traji-komik bir durum var karşımızda. İnsan zihni ilginç bir makine, tuhaf bir şekilde çalışıyor. Anıların dünyasında hep hayaller ve gerçekler birlikte dans ediyorlar. Dedeler bazen hiç olmamış şeyleri, olmuş gibi anlatıyorlar. Torunlar ise inanmak istediklerini seçip, inanıyorlar. Sonuç ortada...



Yurtlarından zorla kopartılan mübadilleri düşündüğüm zaman, hep Karamanlı Rahip Neofitos Ekonomos Efendi’nin Türkçe söylediği destan aklıma gelir. Yunan harfleri ile Türkçe olarak 1925 yılında Selanik’te yayımlanan destandan aldığımız bir bölüm, aslında mübadelenin ne kadar acımasız bir şey olduğunu anlatıyor:



İsmet Paşa, Venizelos geldiler,

Trampa yapmaya karar verdiler,

Acep bunu bir ferde mi sordular?

Dünya kurulalı görülmemiştir.



Türkiye’den kaldırdılar bizleri

Kan ağlıyor hepimizin gözleri

alıntı

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder