27 Kasım 2010 Cumartesi

Megalos Kemençecis...


Makale: Özhan Öztürk*




Megalos Kemençecis





Norveç'in başkenti Oslo'da düzenlenecek 55. Eurovision Şarkı Yarışması'nda Manga adlı Türk rock grubunun Türkiye adına seslendireceği 'We Could Be The Same' şarkısı TV, radyo, internet hatta grubun çıktığı bahar turnesinde izleyicilerin beğenisine sunulurken Karadenizliler aynı yarışmada Yunanistan adına yarışacak Giorgos Alkaios ve grubunun “Opa adlı şarkısında Karadeniz kemençesini müziğin hatta şovun bir parçası olarak kullanmasının yarattığı şok dalgasıyla boğuşuyor.

Türk medyası olayı daha önceki baklava, lokum, Karagöz krizlerinde olduğu gibi değerlerimizi sahiplenmeye çalışan Yunanlılar'ın yeni marifeti olarak duyururken çeşitli vatandaş, yetkili veya uzmanların ağzından kültürel değerlerimizi sahiplenme gereğimiz mahçubiyet, pişmanlık ve sitem dolu cümlelerle ifade edilmesi de ihmal edilmedi[1].




Yunanistan’daki Anadolu



Kemençenin görüntüsü veya sesinini Avrupalı gençlerce artı değer olarak algılayıp Yunanistan’a oya dönüşeceğini onların da böyle bir amacı olduğunu sanmıyorum. 1923 mübadelesinde Yunanistan'a gönderilen 1.250.000 Ortodoks Hristiyan'ın yaklaşık üçte birinin Karadeniz kökenli olduğu, ayrıca SSCB'nin dağılmasından sonra tamamı Karadeniz kökenli olan yüzbinlerce Kafkasya Rumuna Yunanistan'ın vatandaşlık verip kabul ettiğii düşünüldüğünde Yunanistan'daki hemşerilerimizin demografik ağırlığı ortaya çıkmaktadır.



19. yüzyıl Trabzonun'da büyüyen Rum burjuvazisinin eğlence ihtiyacı,geçen yüzyılın başlarında kemençeyi köy eğlencelerinin ve meyhane muhabbetlerinin ötesine taşıyarak Maçkalı Stavris Petridis Gümüşhaneli Niko Papvramidis gibi ilk kemençe starlarını yaratmıştır. Mübadele ile Yunanistan'a gönderilen Karadenizli Rumlar onca yokluğa rağmen orada bölgemize ait türkü, bilmece, efsane, masalları hummalı bir çalışmayla kayıt alarak muhteşem bir folklor ve yerel tarih arşivi oluşturmuşlardır. Yunanistan'da 1920'lerin ortalarından kalma kemençe kayıtlarına rastlanmakta iken Türkiye'nin büyük kemençe ustaları Rizeli Sadık Aynacı, Sürmeneli Hüseyin Dilaver ve Göreleli Piçoğlu Osman'ınkiler ancak 30'ların sonlarına denk gelmektedir. Yunanistan'a mübadele ile sadece kemençeciler değil Sürmene bıçağını, bakır gügümleri, ahşap oymaları, seranderleri, Laz takalarını de aynı ustalıkla yapan kemençe yapımcıları da gitmiş ve sanatlarını nesilden nesile ustalıkla aktarmıştır. Uzatmaya gerek görmüyorum ve kimse gereksiz yere alınmasın ama teknik açıdan Stavros'tan bir kaç kuşak sonra aynı otantik lezzeti vermeselerde Rum kemençeciler teknik açıdan, kemençe yapımcıları da oluşturdukları kemençe standartları açısından Karadeniz'den fersah fersah ötededirler. Yunanistan'ın ısrarlı asimilasyon politikasına karşı direnen, millet içinde başka bir millet gibi yaşamakta ısrar ederken Karadenizli Rumları "Pontiaka" dedikleri "Anadolu dialektini" ve yerel kültürlerini korumayı çocuklarına kutsal bir miras gibi aktarmaktadır. Kazancidis'in bir türküsünde dediği gibi "Dışarda Yunanlıyım, Yunanistan'da yabancı" şeklinde dışlandıklarını şikayet etmekten geri durmamalarına karşın "kayıp vatan"Anadolu ile gönül bağlarını kopar(a)mayan Rum kemençeciler, asla tetikçilere methiye dizmemiş, Galyan vadisinden, Zigana dağından taşıdıkları ezgileri varoş kültürünün parçası haline getirmemiş, 90 yıl öncesinde bizde de olduğu gibi hasret, sevda ve yiğitliğin kıyısından ayrılmamışlardır. Rumlar aynı zamanda sıkı bir lobicilik örneği vererek olimpiyat komitesine yaptıkları baskıyla 2004 Atina Olimpiyatları’nın kapanış törenini yerel kıyafetleri(miz) içerisinde horon(umuzu) oymatmayı ve tüm dünyaya izletmeyi de başarmışlardır.


Kemençe kime ait?




Kapadokya kemanesiyle karıştırılmaması için olacak Anadolu'da "Laz kemençesi" adı verilen çalıgının daha adından hangi halkla ilişkili olduğu açıkça belli olsa da folklor bilimi de tıpkı tarih gibi resmi ideolojinin faaliyet alanlarından birisi olduğundan adını burada anamayacağım kadar çok sayıda Türk yazar "kemençe"nin Farsça kökenli adından ve genel olarak yaylı çalgıların yayılımının Çin ve Orta Asya üzerinden olduğu teorisinden alınan cesaretle ortaya hiçbir arkeolojik belge veya tarihi döküman koymadan "Karadeniz kemençesini" Karadenizliler ile değil Orta Asyalı bir takım kabilelerle ilişkilendirme yoluna gitmişlerdir. Sözgelimi Karadenizliler'in tıpkı köylerindeki kilise ve kaleler gibi kemençeyi de kendi kültürleriyle değilde Ceneviz veya Venedikliler ile ilişkilendirmesi söylencesini herhangi bir delile dayanmadığı gerekçesiyle reddeden i müzikolog M. Ragıp Gazimihal Giresun civarında ıklığ izleri bulunduğu iddiasını ıklığın nasıl olup da kemençeye evrildiği konusunda hiçbir somut bilgi vermeden bu enstruman ile ilişkilendirmiştir.[2] Muhtemelen yaşadığı dönemde kendisine bu tür soru gelmemiştir ama komşu coğrafyaların şekil şemal açısından çok daha tanıdık milli yaylıları olan Bulgar gadulkası, Gürcü Çunurisi, Arap rebapı, Bizans lirası, Sırp, Romen ve Hırvat Guslesi, Arnavut lavutu Anadolu'ya Türklerin gelişinden önceleri ortadayken yazarın, Karadeniz'de kemençe icat edilebilmesi için neden Türklerin Anadolu'ya gelmesinin beklediğini izah etmekte zorlanacağını sanıyorum.



Bizans’ta lira, Arap kültürüne ve Arap kızlarının rakslarına meraklı olan imparator Theophilos (813-842) zamanında tanındığı söylentisine karşın, Talbot bu çalgının çok eskilerden beri bilindiğini kaydederek Bizans lirasının ıklığdan değil Arap rebapından geliştiğini göstermiştir[3]. Kaldı ki hiç oraya gitmeye de gerek yok...Anadolu'da Kastamonu, Sivas, Çoğum, Bolu, Yozgat, Akşehir, Ankara, Kırşehir’e yerleşen Çepni adlı Türkmen boyunun bir kolu 13. Yüzyılda Trabzon’un güneydoğusunda Kürtün-Giresun havzasına gelmiş ve beylerinin oğlu Trabzon imparatorunun kızıyla evlenerek bir süre bu devletin egemenlik sınırları içerisinde yaşamıştır. Kürtün-Giresun Çepnileri dışında kalan Anadolu Çepnileri -ki Ege Bölgesi’nde Tahtacı adı verilen Alevi kolda bu halka dahildir- kemençeden habersiz yaşamakta, horonun adını bile bilmemektedir. Aynı şekilde Dresden ve Vatikan’da orjinal yazmaları bulunan Dede Korkut kitabında bu halkın eski yurtlarının yanısıra yeni yerleştikleri Kuzeydoğu Anadolu’da Trabzon Rumlarıyla mücadeleleri anlatılılmakta, geri planda geleneklerine dair önemli detaylar verilmekte ama kemençe, tulum, horonun bahsinin bile geçmediği dolayısıyla Karadeniz'e özgü sembollerin bölgeye taşımadıkları anlaşılmaktadır.
alıntı...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder