BASIN Konseyi’nin düzenlediği Türk-Yunan Gazeteciler toplantısı için Girit’teyim.
İstanbul’da kırık şiveli Giritlileri tanıdığımda çok küçüktüm. Sonra yok oldular. Girit’i terk ediş hikayeleri de pek anlatılmazdı. Acılar, geçmişte kalmış, yeni bir hayat başlamıştı.
Onların çocuklarının Giritliliği kolay fark edilmiyor artık.
Tahmiscizade Mehmet Macid’in, Türkiye’deki gazetelere gönderdiği yazılarını topladığı Girit Anıları elime geçti, buraya gelmeden önce kitaplığımda.
Okudukça, anlatılmayanların iyi ki unutulduğunu düşündüm.
Tarihi, geleceği tıkayan bir yük olmaktan çıkartmak çok zor ama önemli bir iş.
Sakin sessiz Resmo’da dalgalı denizin kenarında yürüdüm, Hanya da limanı gezdim.
Her adımda bildik bir köşe, bir çiçek, bir evcik. Ege’nin ortak hikayesinin mekanları.
Hanya’da fotoğraf makinemizi verip resim çektirdiğimiz Aleks’e çat pat konuştuğu Türkçeyi nereden öğrendiğini sorduğumuzda ne dedi biliyor musunuz? Kurtlar Vadisi’ni hiç kaçırmazmış, oradan öğrenmiş. Hanya çarşısında bir tarafında minare, diğerinde çan kulesi olan o kiliseyi de gördük. Eski bir caminin üzerine yapılmış. Ada’da 11 cami varmış ibadete açık olmayan, çünkü cemaat yok. Çanlı minareli bu yapı ortak bir geleceğe işaret eden geçmişten bir iz. Üstelik gelecek için çok önemli derslerle dolu bir kehanet.
***
GİRİT’in güneşi, pırıltılı denizi bile, Kandiye ile Hanya’nın arasındaki Aya Pelagia sahiline konumlanan Kapsis Otel’in konferans salonundan çıkartamadı bizleri. Konuşmalar o kadar ilginçti ki. 100 yıl önce kanlı nefretlerin beslendiği bu topraklarda yakınlaşma, el ele tutuşma isteğinin güçlendiğini gösteren tarihi konuşmalara tanık olduk.
Yunanistan Turizm Bakanı Aris Spiliotopulos, 39 yaşında. Bir Yunanlı politikacının kolayca söylemeye cesaret edemeyeceği sözleriyle yeni bakışın temsilcisi oldu dün.
"Kendimizi geçmişte olanlara takılıp kalmaktan kurtaralım artık. Korku fanatizmini aşalım. Türkler ve Yunanlılar küreselleşme çerçevesi içinde birlikte yerimizi almalıyız. Eskilere bağlı kalma lüksüne sahip değiliz. Bazı kişiler ve çevreler kin ve nefreti iç politika malzemesi yapmak istiyorlar. Buna izin veremeyiz Vatandaşlarımız barış ve işbirliği istiyor" derken iki ülke arasında turizmi artırmak için vize konusu dahil her soruna çözüm bulacağı vaadini de verdi.
Basından sorumlu Devlet Bakanı Prof. Mehmet Aydın da salondaki Yunan gazeteciler aracılığıyla Yunanistan kamuoyuna güzel mesajlar iletti. İki ülke ilişkilerinin hızla ilerlemesine değindi. Çocuklarımızı dostluk ve diyalog çerçevesi içinde eğitmek gerektiğini söylerken Yunanistan’ın Avrupa Birliği’ndeki desteğini de hatırlattı. İki ülke ilişkilerinde politikacılar arasındaki hemen bütün buluşmalara katılmış Prof. Aydın ve gerçekten bir barış ve diyalog vizyonuna tanık olmuş.
Yunanlılar, Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne üyeliğinden yana. Gazeteciler Konferansı için yapılan bir kamuoyu araştırmasından çıkan sonuç bu. Sonuçlarda başka ilginç şeyler de var. Örneğin Başbakan Erdoğan, Putin ve Sarkozy ile birlikte Yunanistan halkının en çok sevdiği üç yabancı lider arasında.
Ayrıca on yıl sonra iki ülke arasında ilişkilerde gerginliğin devam edeceğini düşünenler iki ülkede de yüzde onun altında.
Dün bunları dinlerken ve konukseverliği ile ünlü olduğu söylenen Girit kıyılarında dolaşırken değil yüz yıl, on yıl önceye göre bile ne kadar çok şey değiştiğini düşündüm.
alıntı
30 Nisan 2010 Cuma
Girit-Hanya manisi..
AN PAS STIN KRITI KRITIKE
HERETAMU TIN KRITI
HERETAMU KE TO VUNO
PU LENE PSILORITI
(psiloriti Hanya da bir tepe)
EGER GIRITE GIDERSEN GIRITLIM
GIRITIMI SELAMLA
SELAMLA (O YUKSEK TEPEDEN)PSILORITIDEN DE
GORSUNLER....
(PSILORITI Hanyada bir tepe)
alıntı
HERETAMU TIN KRITI
HERETAMU KE TO VUNO
PU LENE PSILORITI
(psiloriti Hanya da bir tepe)
EGER GIRITE GIDERSEN GIRITLIM
GIRITIMI SELAMLA
SELAMLA (O YUKSEK TEPEDEN)PSILORITIDEN DE
GORSUNLER....
(PSILORITI Hanyada bir tepe)
alıntı
MUTASARRIF NUSRET BEY-GİRİTLİ ENVER-..VE İSTANBUL KUVVASI...
Mondros ve Esir İstanbul Zamanları- Mutasarrıf Nusret Bey...
Mondros ve Esir İstanbul Zamanları- Mutasarrıf Nusret Bey- Giritli Enver- Soğuk Mart Geceleri... Ve İstanbul Kuvvası...
1918 yılı mart ayının karlı bir günü. Esir İstanbul'un çatıları, küçük bahçeli evlerin önleri, konakların geniş bahçeleri karlar altında. Faytoncular atları üşümesin diye üzerilerine muşambalar çekmişler. İstanbul'un martıları "Mavi kubbeli Liman üzerinde" denize inip kalkmaktadırlar... Ve Limanda emperyalist Düvel-i Muazzama'nın gri renkli zırhlılarının topları esir İstanbul üzerine çevrilmiştir... Siyah dumanları İstanbul rıhtımı üzerine kabus gibi yayılmakta... Kuvvacı yazar Falih Rıfkı Atay'ın da anlattığı gibi, "Yedi düvel bandoları zaman zaman sokaklarda bando mızıka çalarak geçmekte..." O zamanları yaşayanlar bana bunları anlatırken gözlerim kapalı, içim acı dolu dinliyordum...
GİRİTLİ ENVER...
Yüzbaşı Giritli Enver, ne acılar yaşamıştı. Annesi, dedesi ona Vatan toprağı Girit'in nasıl elden çıktığını ve İstanbul'a göç ederlerken o Vatan toprağını nasıl acılar içinde geride bıraktıklarını anlatmışlardı. Mustafa Kemal Paşa henüz Anadolu'ya geçmemişti. İstanbul'u teşkilatlandırıyordu. Giritli Yüzbaşı Enver, Topkapı Kuvva Teşkilatı'na dahil olmuştu. 1919 yılının Mart ayının başında işbirlikçi Sadrazam Damat Ferit yeni kabinesini kurdu. Balta Limanı o zamanlar konakların olduğu yerlerdendi. Damat Ferit'in orada padişah bağışlaması konağı vardı. Padişah damadıdır ya...
SİLAHIN KABZESİ...
Yüzbaşı Giritli Enver Vatan topraklarının kaybını yaşayan aileden gelmekteydi. İçinde acılar, hüzünler... O sabah kaputunun yakalarını kaldırmış, karlar içindeki sokaklardan geçerek Balta Limanı'na inmişti. Damat Ferit konaktan gece çıkardı. Gitti biraz ilerdeki ağaçların altında durdu, gözlemeye başladı. O sırada bir fayton geçiyordu. Arabacı atların dizginini çekti. Yüzbaşı Dayı Maksut. Giritli Enver'i görmüştü. Faytondan indi. Enver'in yanına gitti. Giritli Enver'in dişleri tıkırdıyordu. Soğuktan değil öfkeden. Dayı Maksut anlamıştı. Giritli Damat'ı gözlemekteydi. Birkaç gün evvel de merkezde "Damat Ferit'in vücudunu ortadan kaldırmaktan" söz etmişti. Dayı Maksut, "Zamanı değil merkezde konuşuruz, tek başına olmaz" dedi ve Yüzbaşı Enver'i faytona aldı. Enver'in koca silahının kabzesi kaputun altından görülüyordu... Dayı Maksut'a "Gelmeseydin bitirecektim herifi" dedi...
SİLAHLANAN KASIMPAŞA...
Geçen hafta anlatmıştım. Yüzbaşı Dayı Maksut ve arkadaşları Doktor Fahri, Yenibahçeli Yüzbaşı Şükrü, Bahriye Binbaşısı Muhiddin Bey Asmalı Mescit'teki mekanda otururlarken birisi gelmiş. Muhiddin Bey'e silah işi tamam" demişti.O işin sırrı şuydu: Muhiddin Bey, Kasımpaşa Kuvvası'nı teşkilatlandırmakla vazifelendirilmişti. Kasımpaşa'daki deniz birliğinde el konulmasın diye saklanmış silahlar vardı. İşte onları Kasımpaşa Kuvvası'na dağıtmak kararı alınmıştı ve silahlar gece güvenilirlikleri tasdik edilmiş Kuvvacılara dağıtılmıştı gizliden... Bir kısmı da Dayı Maksut'un emri ile Çengelköy Kuvvası'na gönderildi...
KEMAL PAŞA'YA HABER...
İstanbul teşkilatlanmaktaydı. Semtlerde kurulan Kuvva'nın durumu, dağıtılan silahlar gecenin bir saatinde şaşırtma vererek Mustafa Kemal Paşa'nın Beyoğlu Havva Sokak'taki gizli karargahına gideni Yenibahçeli ve Dayı Maksut tarafından Mustafa Kemal Paşa'ya ulaştırılmaktaydı. Sıralarda Albay İsmet Bey (İsmet Paşa) Harbiye Nezareti'nde bir komisyonun başındaydı. Mustafa Kemal Paşa zaman, zaman Harbiye Nezareti'ne giderek onunla da görüşmekte ve silahların Anadolu'ya nasıl gönderilebileceğini konuşmakta, İstanbul için de tedbirlerin alınmasını istemekteydi. Aralarında silah işi için bir anlaşma vardı... Depolara konulan yeni silahların sandıkları üzerine gizli işaretler konulmaktaydı ki, kaçırılacakları zaman iş kolay olsun. ( Bak: Taylan Sorgun: Mütareke Dönemi ve Bekirağa Bölüğü- Bak: İmparatorluktan Cumhuriyete. Kum Saati yayınları)
AH NUSRET BEY...
İlk zamanlara sonra yine döneriz. Aylardan Nisan, Damat Ferit bir sürü tutuklama yaptırmıştı. İngilizler ve öteki işgal devletlerinin isteği ile Nemrut Paşa Harp Divanı'nı kurdurmuştu ya. İşte o zamanlardır. Birgün bir gazetede şu ilan çıktı: "Divan-ı Örfi riyaseti'nden: Tehcir meselesinden haberleri olanlar Divan-ı Örfi'ye müracat etsinler" Ermenilerin ordularımızı arkadan vurdukları zamanda Nusret Bey Urfa Mutasarrıfı idi. Divan'ı Örfi'de mahkeme ediliyordu.
ERMENİ PATRİKHANESİ...
İlan çıkmıştı. Ermeni Patrikhanesi'ne gün doğmuştu. Zamanın bir sürü Ermenisini oraya yığdılar. İğne atsan yere düşmeyecekti. Ve dokuz yaşındaki bir çocuk da şahitler arasına dahil edilmişti. Nusret Bey yargılanıyordu. Dokuz yaşındaki çocuk kendisine öğretilenleri ezberden söylüyordu. Nusret Bey, Nemrut Paşa'ya "...Bu çocuk şimdi dokuz yaşında o zamanlar beş yaşında olması icab eder. Beş yaşındaki çocuk bunları nasıl biliyor...? Nemrut Paşa, Nusret Bey'i azarladı...
DAMAT FERİT "ASIN"...
O Harp Divanı'nda birkaç namuslu isim de vardı. Nusret Bey, önce 15 yıl hapis cezasına mahkum edildi. O gece Bekirağa Bölüğü Hapishanesi'nde bunlar konuşuldu. İttihat ve Terakki'nin ünlü ismi Kara Kemal Bey "Bunlar bu işle durmazlar, bir halt ederler" demişti. Dediği de çıkacaktı. Damat Ferit, Nemrut Paşa'yı çağırtmış ve İngilizler bu işe kızdılar. Yeniden mahkeme edin" emrini verdi. Harp Divanı'ndaki bazı askerler istifa ettirildi, yerine yenileri getirildi. Ve o yeni heyet Nusret Bey'i idama mahkum etti... Nusret Bey, asılacağı günden bir gün önce 3 Ağustos 1920 günü yazdığı veda mektubunda şöyle diyordu. "... Küçük çocuklarımı, zevcemi (eşimi) yalnız ve fakir olarak bırakıyorum. Beş gün sonra yiyecekleri bitecek. Allahaşkına onları sokakta bırakma..." Mektup kardeşine yazılmıştı. O namuslu bir mutasarrıftı... Ve Nusret Bey'i uyduruk Ermeni iddiaları ile Beyazıt Meydanı'nda astılar. Onu başka idamlar da takip edecekti...
ESİR ŞEHRİN ZAMANLARI...
Mondros, 30 Ekim 1918 teslimiyet. Ve esir şehir İstanbul... Zamanın azınlıklarının sokaklarda münayişler yaptıkları, Türklere saldırdıkları zamanlar... Yüzbaşı Eczacı Celal, Doktor Fahri, Doktor Sırrı gece Beyoğlu'ndaki bir buluşmadan ayrılmışlar. Vapurla Kadıköy'e geçmek için Tünel'e doğru yürümekteydiler... Soğuk mart günleri bir defa daha olmuştu. Mütareke'nin ilk günleri idi. Bu defa ikincisi gelip çatmıştı. Yüzbaşı Celal üniformalı idi. Bir Rum, Ermeni takımı önlerinde durdu, "İşte yenildiniz, İstanbul artık bizim" dediler... Onbeş yirmi kişi varlardı...
"TOKAT YETER SIRRI"...
Doktor Sırrı Bey çabuk öfkelenirdi. Birden öfke bulutu başına oturdu. Eli belindeki silaha gidiyordu. Çekseydi bir anda bir şarjör heriflerin üstüne boşalırdı. Yüzbaşı Celal "Dur sırrı, tokat yeter" dedi. Sırrı Bey de oldukça iri yapılıydı. Kaç feleğin çemberinden geçmişti. Herifler birden ne olduğunu anlayamadılar. Hepsi yerlerde idi... O sırada işgal devriyeleri geldi. Yüzbaşı Celal, Doktor Sırrı ve yanındakilerin üstünü aramaya kalktılar... Üç devriye idi...Üçü de yedikleri tokatla ötekilerinin yanına düşüverdiler... Ve birden orası kalabalıklaştı. İstanbul bıçkınları yerlerdekilerin etrafını sardılar... Yüzbaşı Celal ve arkadaşları Tübnel'e binip uzaklaştılar. Ertesi günü işgal devletleri Yüksek Komiseleri kıyametleri koparmışlardı... Olacak işmiydi işgal devriyesini tokatlamak...
ALİ KEMAL'İN KALEMİ...
İşbirlikçi yazar Ali Kemal hadiseyi DUYmuştu. "Bunlar başımızı belaya sokacaklar. Düvel-i Muzzaama'ya saldırmakta ne demek" diye döktürüyordu. O işbirlikçiler çoktular. İşgal devletlerine uşaklık etmek sanki asli vazifeleri olmuştu.
Ali Kemal birkaç defa kuvvacıların namlusunun ucundan dönmüştü. Geceleri Beyoğlu'ndaki kulüpte işgal devletlerinin Yüksek Komiserleri'ne ertesi gün çıkacak yazılarını okurdu. Şampanya kadehlerinin birisi gider birisi gelirdi. Lakin bir tek uşak o değildi ki... O öyle pis eğlenceler içindeyken İstanbul Kuvvası bunları haber alıyordu. Mustafa Kemal Paşa artık Anadolu'ya geçmişti... Ve zamanı gelmişti... Emperyalizm ile tarihli hesaplaşmanın zamanları... Bu gün de o zamanlardan kesitler böyle...
alıntı
Mondros ve Esir İstanbul Zamanları- Mutasarrıf Nusret Bey- Giritli Enver- Soğuk Mart Geceleri... Ve İstanbul Kuvvası...
1918 yılı mart ayının karlı bir günü. Esir İstanbul'un çatıları, küçük bahçeli evlerin önleri, konakların geniş bahçeleri karlar altında. Faytoncular atları üşümesin diye üzerilerine muşambalar çekmişler. İstanbul'un martıları "Mavi kubbeli Liman üzerinde" denize inip kalkmaktadırlar... Ve Limanda emperyalist Düvel-i Muazzama'nın gri renkli zırhlılarının topları esir İstanbul üzerine çevrilmiştir... Siyah dumanları İstanbul rıhtımı üzerine kabus gibi yayılmakta... Kuvvacı yazar Falih Rıfkı Atay'ın da anlattığı gibi, "Yedi düvel bandoları zaman zaman sokaklarda bando mızıka çalarak geçmekte..." O zamanları yaşayanlar bana bunları anlatırken gözlerim kapalı, içim acı dolu dinliyordum...
GİRİTLİ ENVER...
Yüzbaşı Giritli Enver, ne acılar yaşamıştı. Annesi, dedesi ona Vatan toprağı Girit'in nasıl elden çıktığını ve İstanbul'a göç ederlerken o Vatan toprağını nasıl acılar içinde geride bıraktıklarını anlatmışlardı. Mustafa Kemal Paşa henüz Anadolu'ya geçmemişti. İstanbul'u teşkilatlandırıyordu. Giritli Yüzbaşı Enver, Topkapı Kuvva Teşkilatı'na dahil olmuştu. 1919 yılının Mart ayının başında işbirlikçi Sadrazam Damat Ferit yeni kabinesini kurdu. Balta Limanı o zamanlar konakların olduğu yerlerdendi. Damat Ferit'in orada padişah bağışlaması konağı vardı. Padişah damadıdır ya...
SİLAHIN KABZESİ...
Yüzbaşı Giritli Enver Vatan topraklarının kaybını yaşayan aileden gelmekteydi. İçinde acılar, hüzünler... O sabah kaputunun yakalarını kaldırmış, karlar içindeki sokaklardan geçerek Balta Limanı'na inmişti. Damat Ferit konaktan gece çıkardı. Gitti biraz ilerdeki ağaçların altında durdu, gözlemeye başladı. O sırada bir fayton geçiyordu. Arabacı atların dizginini çekti. Yüzbaşı Dayı Maksut. Giritli Enver'i görmüştü. Faytondan indi. Enver'in yanına gitti. Giritli Enver'in dişleri tıkırdıyordu. Soğuktan değil öfkeden. Dayı Maksut anlamıştı. Giritli Damat'ı gözlemekteydi. Birkaç gün evvel de merkezde "Damat Ferit'in vücudunu ortadan kaldırmaktan" söz etmişti. Dayı Maksut, "Zamanı değil merkezde konuşuruz, tek başına olmaz" dedi ve Yüzbaşı Enver'i faytona aldı. Enver'in koca silahının kabzesi kaputun altından görülüyordu... Dayı Maksut'a "Gelmeseydin bitirecektim herifi" dedi...
SİLAHLANAN KASIMPAŞA...
Geçen hafta anlatmıştım. Yüzbaşı Dayı Maksut ve arkadaşları Doktor Fahri, Yenibahçeli Yüzbaşı Şükrü, Bahriye Binbaşısı Muhiddin Bey Asmalı Mescit'teki mekanda otururlarken birisi gelmiş. Muhiddin Bey'e silah işi tamam" demişti.O işin sırrı şuydu: Muhiddin Bey, Kasımpaşa Kuvvası'nı teşkilatlandırmakla vazifelendirilmişti. Kasımpaşa'daki deniz birliğinde el konulmasın diye saklanmış silahlar vardı. İşte onları Kasımpaşa Kuvvası'na dağıtmak kararı alınmıştı ve silahlar gece güvenilirlikleri tasdik edilmiş Kuvvacılara dağıtılmıştı gizliden... Bir kısmı da Dayı Maksut'un emri ile Çengelköy Kuvvası'na gönderildi...
KEMAL PAŞA'YA HABER...
İstanbul teşkilatlanmaktaydı. Semtlerde kurulan Kuvva'nın durumu, dağıtılan silahlar gecenin bir saatinde şaşırtma vererek Mustafa Kemal Paşa'nın Beyoğlu Havva Sokak'taki gizli karargahına gideni Yenibahçeli ve Dayı Maksut tarafından Mustafa Kemal Paşa'ya ulaştırılmaktaydı. Sıralarda Albay İsmet Bey (İsmet Paşa) Harbiye Nezareti'nde bir komisyonun başındaydı. Mustafa Kemal Paşa zaman, zaman Harbiye Nezareti'ne giderek onunla da görüşmekte ve silahların Anadolu'ya nasıl gönderilebileceğini konuşmakta, İstanbul için de tedbirlerin alınmasını istemekteydi. Aralarında silah işi için bir anlaşma vardı... Depolara konulan yeni silahların sandıkları üzerine gizli işaretler konulmaktaydı ki, kaçırılacakları zaman iş kolay olsun. ( Bak: Taylan Sorgun: Mütareke Dönemi ve Bekirağa Bölüğü- Bak: İmparatorluktan Cumhuriyete. Kum Saati yayınları)
AH NUSRET BEY...
İlk zamanlara sonra yine döneriz. Aylardan Nisan, Damat Ferit bir sürü tutuklama yaptırmıştı. İngilizler ve öteki işgal devletlerinin isteği ile Nemrut Paşa Harp Divanı'nı kurdurmuştu ya. İşte o zamanlardır. Birgün bir gazetede şu ilan çıktı: "Divan-ı Örfi riyaseti'nden: Tehcir meselesinden haberleri olanlar Divan-ı Örfi'ye müracat etsinler" Ermenilerin ordularımızı arkadan vurdukları zamanda Nusret Bey Urfa Mutasarrıfı idi. Divan'ı Örfi'de mahkeme ediliyordu.
ERMENİ PATRİKHANESİ...
İlan çıkmıştı. Ermeni Patrikhanesi'ne gün doğmuştu. Zamanın bir sürü Ermenisini oraya yığdılar. İğne atsan yere düşmeyecekti. Ve dokuz yaşındaki bir çocuk da şahitler arasına dahil edilmişti. Nusret Bey yargılanıyordu. Dokuz yaşındaki çocuk kendisine öğretilenleri ezberden söylüyordu. Nusret Bey, Nemrut Paşa'ya "...Bu çocuk şimdi dokuz yaşında o zamanlar beş yaşında olması icab eder. Beş yaşındaki çocuk bunları nasıl biliyor...? Nemrut Paşa, Nusret Bey'i azarladı...
DAMAT FERİT "ASIN"...
O Harp Divanı'nda birkaç namuslu isim de vardı. Nusret Bey, önce 15 yıl hapis cezasına mahkum edildi. O gece Bekirağa Bölüğü Hapishanesi'nde bunlar konuşuldu. İttihat ve Terakki'nin ünlü ismi Kara Kemal Bey "Bunlar bu işle durmazlar, bir halt ederler" demişti. Dediği de çıkacaktı. Damat Ferit, Nemrut Paşa'yı çağırtmış ve İngilizler bu işe kızdılar. Yeniden mahkeme edin" emrini verdi. Harp Divanı'ndaki bazı askerler istifa ettirildi, yerine yenileri getirildi. Ve o yeni heyet Nusret Bey'i idama mahkum etti... Nusret Bey, asılacağı günden bir gün önce 3 Ağustos 1920 günü yazdığı veda mektubunda şöyle diyordu. "... Küçük çocuklarımı, zevcemi (eşimi) yalnız ve fakir olarak bırakıyorum. Beş gün sonra yiyecekleri bitecek. Allahaşkına onları sokakta bırakma..." Mektup kardeşine yazılmıştı. O namuslu bir mutasarrıftı... Ve Nusret Bey'i uyduruk Ermeni iddiaları ile Beyazıt Meydanı'nda astılar. Onu başka idamlar da takip edecekti...
ESİR ŞEHRİN ZAMANLARI...
Mondros, 30 Ekim 1918 teslimiyet. Ve esir şehir İstanbul... Zamanın azınlıklarının sokaklarda münayişler yaptıkları, Türklere saldırdıkları zamanlar... Yüzbaşı Eczacı Celal, Doktor Fahri, Doktor Sırrı gece Beyoğlu'ndaki bir buluşmadan ayrılmışlar. Vapurla Kadıköy'e geçmek için Tünel'e doğru yürümekteydiler... Soğuk mart günleri bir defa daha olmuştu. Mütareke'nin ilk günleri idi. Bu defa ikincisi gelip çatmıştı. Yüzbaşı Celal üniformalı idi. Bir Rum, Ermeni takımı önlerinde durdu, "İşte yenildiniz, İstanbul artık bizim" dediler... Onbeş yirmi kişi varlardı...
"TOKAT YETER SIRRI"...
Doktor Sırrı Bey çabuk öfkelenirdi. Birden öfke bulutu başına oturdu. Eli belindeki silaha gidiyordu. Çekseydi bir anda bir şarjör heriflerin üstüne boşalırdı. Yüzbaşı Celal "Dur sırrı, tokat yeter" dedi. Sırrı Bey de oldukça iri yapılıydı. Kaç feleğin çemberinden geçmişti. Herifler birden ne olduğunu anlayamadılar. Hepsi yerlerde idi... O sırada işgal devriyeleri geldi. Yüzbaşı Celal, Doktor Sırrı ve yanındakilerin üstünü aramaya kalktılar... Üç devriye idi...Üçü de yedikleri tokatla ötekilerinin yanına düşüverdiler... Ve birden orası kalabalıklaştı. İstanbul bıçkınları yerlerdekilerin etrafını sardılar... Yüzbaşı Celal ve arkadaşları Tübnel'e binip uzaklaştılar. Ertesi günü işgal devletleri Yüksek Komiseleri kıyametleri koparmışlardı... Olacak işmiydi işgal devriyesini tokatlamak...
ALİ KEMAL'İN KALEMİ...
İşbirlikçi yazar Ali Kemal hadiseyi DUYmuştu. "Bunlar başımızı belaya sokacaklar. Düvel-i Muzzaama'ya saldırmakta ne demek" diye döktürüyordu. O işbirlikçiler çoktular. İşgal devletlerine uşaklık etmek sanki asli vazifeleri olmuştu.
Ali Kemal birkaç defa kuvvacıların namlusunun ucundan dönmüştü. Geceleri Beyoğlu'ndaki kulüpte işgal devletlerinin Yüksek Komiserleri'ne ertesi gün çıkacak yazılarını okurdu. Şampanya kadehlerinin birisi gider birisi gelirdi. Lakin bir tek uşak o değildi ki... O öyle pis eğlenceler içindeyken İstanbul Kuvvası bunları haber alıyordu. Mustafa Kemal Paşa artık Anadolu'ya geçmişti... Ve zamanı gelmişti... Emperyalizm ile tarihli hesaplaşmanın zamanları... Bu gün de o zamanlardan kesitler böyle...
alıntı
Dedemin Masalları....
Yemek yapmayı bilmeyen bir gelin varmış. Komşusu da gerçekten çok güzel yemekler yaparmış. (Giritlimiymiş acaba?) Gelin komşusundan yemek tarifleri istermiş. Komşu da uzun uzun tarifler verirmiş. Gelin her seferinde:
-Ben zaten biliyordum,ama yine de bir sorayım dedim, dermiş.
Bir, üç, beş...Bir teşekkür bile etmezmiş. Komşusu buna pek içerlermiş.
Gel zaman git zaman gelinin kocası bir işkembeyle gelmiş.
-Benim güzel yemek yapan hanımım şunu bir pişirse de yesek, demiş.
Bizim gelin doğru komşuya koşmuş, tarifini istemiş. Komşu da anlatmış:
-İşkembeyi şöyle az biraz yıka.... diye tarifini vermiş.
Gelin her zamanki gibi:
- Aa ben zaten biliyordum, diyerek gitmiş.
İşkembeyi iyice yıkamadan pişirmiş. Kocası gelince sofraya oturmuşlar. Ama evde o ne koku!...
Adam yemeği görünce asfalyaları atmış:
-Bu nasıl yemek! diye bağırmış.Gelin ağlayarak komşusuna gitmiş.Olanları anlatınca,komşusu gelinin yaptığı yanlışı anlatmış.Bu da ona ders olmuş.
Sema hocahanımdan alıntı
-Ben zaten biliyordum,ama yine de bir sorayım dedim, dermiş.
Bir, üç, beş...Bir teşekkür bile etmezmiş. Komşusu buna pek içerlermiş.
Gel zaman git zaman gelinin kocası bir işkembeyle gelmiş.
-Benim güzel yemek yapan hanımım şunu bir pişirse de yesek, demiş.
Bizim gelin doğru komşuya koşmuş, tarifini istemiş. Komşu da anlatmış:
-İşkembeyi şöyle az biraz yıka.... diye tarifini vermiş.
Gelin her zamanki gibi:
- Aa ben zaten biliyordum, diyerek gitmiş.
İşkembeyi iyice yıkamadan pişirmiş. Kocası gelince sofraya oturmuşlar. Ama evde o ne koku!...
Adam yemeği görünce asfalyaları atmış:
-Bu nasıl yemek! diye bağırmış.Gelin ağlayarak komşusuna gitmiş.Olanları anlatınca,komşusu gelinin yaptığı yanlışı anlatmış.Bu da ona ders olmuş.
Sema hocahanımdan alıntı
Dedemin Masalları (İYİLİK VAR MI?)
Avcının biri ormanda ağaca sarılmış bir yılan görmüş. Ağaçtan inemediğini düşünüp, yılanı ağaçtan indirmiş ama; yılan avcının boynuna dolanmış.Avcı boğulacak gibi olmuş, yılana; kendisini bırakması için yalvarmış.Yılan, niçin onu rahatsız ettiğini sorunca, avcı:
- Ben seni kurtarmak istedim, sana iyilik etmek istedim,demiş.
Yılan:
-Dünyada iyilik yoktur, demiş.
Avcı:
-Vardır, demiş.
Yılan:
-Bana dünyada iyilik olduğunu kanıtlarsan seni bırakırım, demiş.
Yılan ve avcı yola koyulmuşlar. Geyiğe sormuşlar:
-Yoktur, demiş.
Tavşana sormuşlar:
-Yoktur, demiş.
Sonunda bir tilkiye rastlamışlar.Kurnaz tilki durumu anlamış:
-Benim karar vermem için olayı en başından bana anlatmalısınız, demiş.Gelmişler yılanın dolaşmış olduğu ağacın altına.
-Hadi bakalım, sen ağaca tekrar dolan, avcı da seni nasıl indirdiğini anlatsın,demiş.
Yılan tekrar ağaca dolanınca, tilki avcıya dönmüş:
-Çabuk buradan kaç çünkü dünyada iyilik yoktur, demiş.
Avcı tilkiye teşekkür etmiş, ertesi gün tilkiye bir çuval tavuk getireceğini söylemiş.
Ertesi gün çuvala iki tazı koyup tilkinin yanına gelmiş. Tilki tavuk beklerken iki tazının saldırısına uğrayınca var gücüyle kaçmaya başlamış. Nihayet bir deliğe sığınmış. Tazılar deliğin ağzında bekliyormuş. Tilki ayaklarına sormuş:
- Ayakçıklarım(Podaraçimu) ben kaçarken siz ne yaptınız?
-Var gücümüzle koştuk.
-Gözlerim(tamataçimu) siz ne yaptınız?
-Sana sığınacak bir yer aradık.
-Kulaklarım (taftimu) siz ne yaptınız?
-Tazıların sesini duymana yardım ettik.
-Kuyruğum, sen ne yaptın?
-Ben sağa sola sallandım.Tazıların seni yakalaması için hep ileride durdum, demiş.
Yaa, demiş tilki.O zaman ben seni tazılara vereyim de gör.
Delikten kuyruğunu çıkarınca, tazılar tuttukları gibi tilkiyi dışarı çekmişler.
Sema hocahanımdan alıntıdır..
- Ben seni kurtarmak istedim, sana iyilik etmek istedim,demiş.
Yılan:
-Dünyada iyilik yoktur, demiş.
Avcı:
-Vardır, demiş.
Yılan:
-Bana dünyada iyilik olduğunu kanıtlarsan seni bırakırım, demiş.
Yılan ve avcı yola koyulmuşlar. Geyiğe sormuşlar:
-Yoktur, demiş.
Tavşana sormuşlar:
-Yoktur, demiş.
Sonunda bir tilkiye rastlamışlar.Kurnaz tilki durumu anlamış:
-Benim karar vermem için olayı en başından bana anlatmalısınız, demiş.Gelmişler yılanın dolaşmış olduğu ağacın altına.
-Hadi bakalım, sen ağaca tekrar dolan, avcı da seni nasıl indirdiğini anlatsın,demiş.
Yılan tekrar ağaca dolanınca, tilki avcıya dönmüş:
-Çabuk buradan kaç çünkü dünyada iyilik yoktur, demiş.
Avcı tilkiye teşekkür etmiş, ertesi gün tilkiye bir çuval tavuk getireceğini söylemiş.
Ertesi gün çuvala iki tazı koyup tilkinin yanına gelmiş. Tilki tavuk beklerken iki tazının saldırısına uğrayınca var gücüyle kaçmaya başlamış. Nihayet bir deliğe sığınmış. Tazılar deliğin ağzında bekliyormuş. Tilki ayaklarına sormuş:
- Ayakçıklarım(Podaraçimu) ben kaçarken siz ne yaptınız?
-Var gücümüzle koştuk.
-Gözlerim(tamataçimu) siz ne yaptınız?
-Sana sığınacak bir yer aradık.
-Kulaklarım (taftimu) siz ne yaptınız?
-Tazıların sesini duymana yardım ettik.
-Kuyruğum, sen ne yaptın?
-Ben sağa sola sallandım.Tazıların seni yakalaması için hep ileride durdum, demiş.
Yaa, demiş tilki.O zaman ben seni tazılara vereyim de gör.
Delikten kuyruğunu çıkarınca, tazılar tuttukları gibi tilkiyi dışarı çekmişler.
Sema hocahanımdan alıntıdır..
karanfilaki anlatımları.
karanfilaki'nin de içinde bulundugu bir toplulukta zeytinlerin içindeki yag miktarı konuşulurken,oradakilerden biri dört kilo zeytinden bir kilo yag alabildigini, bir digeri üç kilo zeytinden bir kilo yag aldıgını,sonuncu ise zeytinligin daglık yerde bulunması nedeniyle iki kilo zeytinden bir kilo yağ aldıgını anlatıyormuş. Anlatılanları dikkatle dinleyen Karanfilaki dayanamayıp söze karışmış.''Giritteki dip kuruları bile daha fazlaverirdi.BizGirit'te umimiyetle iki kilo zeytinden bir kilo yağ alırdık'' demiş.Yarenlige katılanlardan biri,''ibrahim aga,iki kilo zeytinden bir kilo yağ demek istedin herhalde'' diye uyaracak olmuş.Karanfilaki,bu söze çok alınarak,hiddetle,''hayır efendi hayır Ben bunamadım daha ,bir kilo zeytin iki kilo yağ söyledim'' demiş.... işte böyle.
Sait Erden kardeşimden alıntıdır..
Sait Erden kardeşimden alıntıdır..
KALÇUNÂ (Lorlu açık poğaça)
Hamuru için yarım kilo un,bir çay bardağı yoğurt, yarım çay bardağı zeytinyağı,ve bir kabartma tozu karıştırılarak yoğrulan hamur, kabarması için bir süre bekletilir. Bu esdnada yarım kilo tuzsuz lor,2-3 çorba kaşığı toz şeker,yarım çay kaşığı tarçın, bir miktar kıyılmış nane ve bir yumurta iyice karıştırılır., Hamurdan yumurta büyüklüğünde koparılan bezeler merdane ile yarım santim kalınlığında açılır. kenarları 10 santim boyunda kareler halinde veya 10 santim çapında daireler şeklinde doğranan bu hamurların ortalarına lorlu karışımdan bir kaşık konur ve bu lor, hamur parçasını kaplayacak şekilde yüzeyine yayılır. Bu kez karelerin dört kenarları bir santim eninde sadece kenarlarda bükülerek katlanır. Karenin köşelerinden çimdiklenerek yapıştırılır. Ortadaki lor açık kalır. Amaç hamurda oluşturulan bu katlanmış kenarlardan lorun akmasını engellemektir. Aynı amaçla yuvarlak kesilen hamurların kenarları boyunca yan yana sık çimdikler atılarak kenar yükseltilir.Yağlanmış tepsiye dizilen bu kalçunâlar önceden 200 dereceye ısıtılmış fırında kenarları hafif kızarıncaya kadar pişirilir. Çıkarıldıktan sonra tercihan üzerlerine pudra şekeri serpilerek veya serpmeyerek yenir.
Kaimzade hocamdan alıntıdır..
Kaimzade hocamdan alıntıdır..
Girit usulü Kekikli Kuzu
Girit usulü Kekikli Kuzu
Malzemeler:
(4 kişi için)
1 kg kemikli kuzu eti (kol kısmından)
1/3 demet taze kekik
4 çorba kaşığı sızma zeytinyağı
1 domatesin rendesi,
1,5 su bardağı su
tuz
süslemek için taze kekik yaprakları
Yapılışı:
Yağı tencereye dökün, iyice ısındığında parça etleri tencereye alın, çevirerek her tarafını iyice kızartın.
Domatesi rendeleyin, tuz ilave edin.
En üste yıkadığınız ve saplarını bağladığınız kekik demetini yerleştirin.
Sıcak suyu da ilave ederek ateşi en kısığa getirin, yaklaşık 1,5- 2 saat pişirin.
Piştikten sonra üstteki kekik demetini alın.
Etleri taze kekik yapraklarıyla süsleyerek servis yapın.
Afiyet olsun.
alıntı
Malzemeler:
(4 kişi için)
1 kg kemikli kuzu eti (kol kısmından)
1/3 demet taze kekik
4 çorba kaşığı sızma zeytinyağı
1 domatesin rendesi,
1,5 su bardağı su
tuz
süslemek için taze kekik yaprakları
Yapılışı:
Yağı tencereye dökün, iyice ısındığında parça etleri tencereye alın, çevirerek her tarafını iyice kızartın.
Domatesi rendeleyin, tuz ilave edin.
En üste yıkadığınız ve saplarını bağladığınız kekik demetini yerleştirin.
Sıcak suyu da ilave ederek ateşi en kısığa getirin, yaklaşık 1,5- 2 saat pişirin.
Piştikten sonra üstteki kekik demetini alın.
Etleri taze kekik yapraklarıyla süsleyerek servis yapın.
Afiyet olsun.
alıntı
ekmek dolması ..
Ekmek Dolması:Bir adet dolmalık ekmek bayatlamış olması daha iyi olur,üzarinden ince bir kapak açılır, içerisi iyice boşaltılır ekmeğin içi tamamen ince kabuk kalana dek oyulur.teflon tavaya 300gr kıyma ve yarım fincan sıvı yağ konur biraz Skavrulmaya yakın boşalan ekmek içi ufalanırve kıymayla kavrulur.içerisine yarım su bardağı kırık cevız ,bir avuç sultaniye kuru üzüm,biraz tuz ve karabiber ilavesiyle beş dak. daha ateşte tutulur ocaktan alınır ince kıyılmış maydanoz karıştırıp boşaltılan ekmeğin içine tekrar dolduruluppilav tenceresine yerleştirilir üzerine yavaş yavaş 1lt.kaynar et suyu veya tavuk suyu dökülür tencerenin altı yavaş ateşte beş dak. kadar tutulur tabaklara bölünerek servis yapılır üzerine,sarmısaklı yoğurt dökülür daha sonrada yağda eritilmiş kızgın salça g
ezdirilip afiyetle yenir...,
alıntı
ezdirilip afiyetle yenir...,
alıntı
KUYRUK YAĞLI KEK Veya PİDE ( KSİGOPİTA)
Kurban bayramı yaklaşıyor. Kesilecek kurbanın en zor değerlendirilecek yerlerinden birisi de kuyruğudur. Hele son çağın modası kolesterol derdinden muzdarip insanlar için daha da zor. Ama yılda bir kez kuyruk yemekten de fazla bir şey olmaz. Kolesterollüler haplarını almayı unutmasınlar.
Önce koyun kuyruğu en çok nohut büyüklüğünde doğranır. Kuyruk akşamdan buz dolabında bekletilirse katılaşacağından daha kolay doğranır. Uygun irilikte robottan geçirilerek de doğrana bilir. Doğranmış olan kuyruktan bir su bardağı dolusu kadarı bir tencereye konur. Üzerine bir kilo un, ılık şekerli suda eritilmiş bir paket maya, arzuya göre 1 veya 2 su bardağı toz şeker, bir miktar tarçın eklenir ve iyice karıştırılır. Yaklaşık lokma hamuru kıvamına gelinceye kadar su ilâve edilip yoğrulur ve yarım saat kadar oda derecesinde mayalanmaya bırakılır. Karışımın tümü yağlanmış yüksek kenarlı bir tepsiye veya bir kek kalıbına dökülür. Üzerine susam ekilir ve önceden ısıtılmış 190 - 200 derecelik fırına sürülür. Rengi koyulaşıncaya kadar pişirilir. Soğuyunca afiyetle yenir. Lezzetli bir kektir.
Kaimzade hocamdan alıntıdır..
Önce koyun kuyruğu en çok nohut büyüklüğünde doğranır. Kuyruk akşamdan buz dolabında bekletilirse katılaşacağından daha kolay doğranır. Uygun irilikte robottan geçirilerek de doğrana bilir. Doğranmış olan kuyruktan bir su bardağı dolusu kadarı bir tencereye konur. Üzerine bir kilo un, ılık şekerli suda eritilmiş bir paket maya, arzuya göre 1 veya 2 su bardağı toz şeker, bir miktar tarçın eklenir ve iyice karıştırılır. Yaklaşık lokma hamuru kıvamına gelinceye kadar su ilâve edilip yoğrulur ve yarım saat kadar oda derecesinde mayalanmaya bırakılır. Karışımın tümü yağlanmış yüksek kenarlı bir tepsiye veya bir kek kalıbına dökülür. Üzerine susam ekilir ve önceden ısıtılmış 190 - 200 derecelik fırına sürülür. Rengi koyulaşıncaya kadar pişirilir. Soğuyunca afiyetle yenir. Lezzetli bir kektir.
Kaimzade hocamdan alıntıdır..
Otlarla İlgili GURME Yazıları
Yabani otlar, sofraların baş köşesindeki yerini aldı
SEVİNÇ ÖZARSLAN
Diken ucu salatası, kazayağı kavurması, hodan mezesi, yumurtalı ebegümeci, denizbörülcesi, radika, turp otu, şevketibostan… İsimleri ilginç, tatları ise hiç alışık olmadığımız yabani otlar, sağlıklı beslenme trendiyle sofralarımıza hatırı sayılır bir dönüş yaptı. Önce turistik restoranlarda başlayan bu trende, ev hanımları da kendilerini kaptırdı. Dağda, bayırda, ovada görüp geçtiğimiz, pişirmeyi aklımızın ucundan geçirmediğimiz otlara bugün hem besin hem de şifa kaynağı olarak bakıyoruz. Birkaç yıl önce pazarda gördüğü ilginç otların adını sormakla yetinen kadınlar, artık tadını da merak ediyor. Bunda ısırganın kanser hastalığına iyi geldiğine dair çıkan haberlerin payı büyük.
Diken ucu salatası, kazayağı kavurması, hodan mezesi… Adını sanını belki birçok insanın duymadığı yabani otlar, mutfaklarda pişmeye başladı. Önce turistik restoranlarda başlayan bu trende, ev hanımları da kendilerini kaptırdı. Bir zamanlar dağda bayırda, ovada görüp geçtiğimiz otlara bugün hem besin hem de şifa kaynağı olarak bakıyoruz. Birkaç yıl öncesine kadar pazarlarda gördüğü ilginç otların adını sormakla yetinen kadınlar, artık tadını da merak ediyor.
Aslında antik çağlardan beri Anadolu mutfağında, “Keçinin yediği her otu toplarız.” mantığıyla dağdan, tepeden, dere kenarından toplanan yabani otlardan çok leziz yemekler yapılıyor. Ancak son çeyrek asırdır fast-food kültürünün etkisiyle unutulan bu otlar, sağlıklı beslenme trendiyle birlikte moda oldu. Yemek yazarı ve gurme Tijen İnaltong’a göre ise otlara olan ilgi ve merak, ısırganın kanser hastalığına iyi geldiğine dair çıkan haberlerle birlikte arttı. Öyle ki, ısırganın adı sanı bilinir ama ne çorbası, ne sarması ne de yemeği yapılırdı. Sadece tohumu değil, yaprakları da önerilmeye başlanınca ısırganı pazarlarda daha çok görür olduk ve bunun sonucunda da diğer yabani otlar araştırıldı. İnaltong, “Sağlığımızı hızla yitiriyoruz. Hal böyleyken sağlığımızı korumamızı sağlayacak bitkilerin yaşamımızdaki yeri önem kazanıyor. Aslında biz otları hep Ege kültürüne ait olarak biliriz ancak tüm yerel mutfaklarda otların farklı kullanımları mevcut. Ege’den Karadeniz’e, Akdeniz’den Doğu Anadolu’ya her bölgede yetişen onlarca otla yapılan yüzlerce tarif var. Sadece biz kentliler onları tanımıyorduk.” diyor.
Tabii ki açılan restoranların ve yayınlanan bazı kitapların bu trende katkısı büyük. Özellikle İstanbul’daki Çiya, Melengeç, Giritli ve Doğa Balık’ın yabani otlardan oluşan menüsü çok ilgi görüyor. Tamamen Ege’ye ait yabani otlarla menü hazırlayan Melengeç’ten Nevin Filiz, bu trendin artmasının nedenini Egelilere bağlıyor: “Bugün İstanbul’da yaşayan pek çok İzmirli yabani otlarla büyümüş ve damak zevkleri buna göre oluşmuş. Ege tatlarını özleyenlerin çok fazla olması, restoranları, yabani otları menülerine almaya yönlendirdi. Değişik lezzetleri tatmak isteyenlerin yanı sıra çocukluğunun tatlarını hatırlamak isteyenler bize geliyor.” diyor. Çiya ise, sadece Ege değil, Türkiye’nin pek çok yöresinden gelen otlarla yaptığı yemekleriyle ünlü. Çiya’nın sahibi Musa Dağdeviren, Anadolu’nun yoksul dağ köylerinin sofralarından eksik olmayan otları 20 yıllık süreçte çarşıya indirdiklerini söylüyor.
Fatih’te doğup büyüyen Doğa Balık’ın sahibi İbrahim Soğukdağ’ın damak lezzeti çocukluğunda annesinin yaptığı binbir çeşit ot yemekleri ve Eminönü’nde sattığı balık ekmeklerle gelişmiş. Kastamonulu Soğukdağ ailesi, dağlarında yetişen her türlü otu kavurmuş ve haşlamış. 1996’da açılan Doğa Balık’ta mevsimine göre değişen 35 çeşit ot, özel yöntemlerle pişiriliyor. İbrahim Bey, restoranını açarken tam bir ot uzmanı olan ablasından yeterli bilgileri aldıktan sonra, otları toplamak için kadınlardan oluşan 6 kişilik bir ekip bile kurmuş. Üçü Kaz Dağları’nda, üçü de Balıkesir’de olan bu kadınlar İbrahim Bey’e, mevsimine göre her türlü otu taze taze toplayıp gönderiyor.
Bu iş de ticarete döküldü
Giritli Restoran’ın Sahibi Ayşe Şensılay ise, son beş yıldır otların herkesin menüsüne girdiğini ve moda olan her şey de olduğu gibi bu alanda da dejenerasyonun yaşandığını söylüyor. Bu noktada meslektaşlarını eleştirdiğini söyleyen Şensılay, “Otların sunumu ne kadar sağlıklı yapılıyor, bunu tartışmak lazım. Evet, otlar çok sağlıklı ama her yerden toplanan otlar değil. Kimileri sadece moda olduğu için tabir yerinde ise otun canını çıkartıp “ot gibi” sunuyor. Bir özelliği kalmıyor, yararlı bölümü ölüyor. Aslında restoranın geçmişine bakınca bu otlarla hiç haşır neşir olmadığını görüyoruz. Ama bir şekilde bulup pişirmek istiyorlar. Otların pişirilmesi ve toplandığı alanların temizliği önemli. Özellikle kimyasal atıkların geçtiği veya sulandığı topraklardan otlar toplanıyor. Elektrik yüklü tren raylarının aralarında yetişen, bir ton hava ve çevre kirliliğine maruz kalmış otların soframıza getirildiğini biliyorum. Özen gösterilmiyor açıkçası.” diyor.
***
Yeniden keşfedilen otlar
Kazayağı, ıspıt, kenger, şevketibostan, kiriş otu, helisotu, kuzukulağı, rüşvat otu, kuş otu, rezene, çiriş otu, soryanotu, gulikotu, hadlerotu, ebegümeci, radika, turpotu, havuçotu, madımak, gelincik, melengeç, hardal otu, cibes, hindiba, kaya koruğu, deniz marulu, yaban pancarı, deniz börülcesi, diken ucu, hodan, kabalak, labada, arapsaçı, iğnelik, evelik, sirken, tarhun, jağ, çakşır, şevketibostan, dulavraotu, günlük, herdemgüzeli, ışkın, melekotu, sinir otu
Nerelerde bulabilirsiniz?
Kadıköy’deki Salı Pazarı, Bostancı’daki Çarşamba Pazarı, Balat’taki Kastamonu Pazarı, Şişli’de cumartesi kurulan Organik Pazar ve Mecidiyeköy’de pazar günleri kurulan pazarda mevsimine göre pek çok otu bulabilmeniz mümkün. Bu mevsimde ise radika, hardal otu, deniz börülcesi, turp otu, kuzu kulağı, ebegümeci, ısırgan bulabilirsiniz.
--------------------------------------------------------------------------------
Sahrap Soysal-Yemek Yazarı/Gurme:
Otlu yemekler modası klasikleşecek
Sağlıklı beslenme trendinin hızla yükselmesi otları da popüler yaptı. İnsanlar yeni yeni hayatımıza giren antiaging, antioksidan gibi kelimelerin çok etkisinde kalıyor. Bu bir moda ama en doğru modalardan biri bence. Terk edilecek bir moda olduğunu da sanmıyorum, hatta klasikleşecek. İnsanlar merak ediyor, araştırıyor. Dejenere olacağını hiç sanmıyorum. Yabani bir otla yaptığım tarif verdiğim zaman daha çok mail alıyorum. Bir de tabii ki balık kültürü artmaya başladı. Balık daima yanında otla yenilen bir yemektir. Şu anda hiçbir otun zamanı değil ama pazarlarda bazılarını bulabiliyorsunuz. Seralarda ve özel ekim sistemiyle yetiştirilebiliyor. Ben yılda bir kez mutlaka ebegümeci pişiririm. Toksinlerden arındırır. Eskiden ‘ot’ denir geçilirdi ancak günümüzde köylüler toplayıp büyük şehirlerdeki restoranlara satıyor. Çünkü iyi bir gelir kaynağı olduğunu anladılar. O kadar uyandılar ki, Bodrum’dan, Ayvalık’tan, Karacabey Ovası’nda taze taze otlar otobüsle geliyor. İstanbul çevresinden toplanan otlarda da fiziksel pislikler bol suyla yıkanarak giderilebilir ya da bol sirkeli suda bekletilirse hiçbir şeyi kalmaz. Yeşil malzemeler vitamin ve minerallerini haşlandığı anda suya geçirir. Fazla haşlamamak, fazla işleme tabi tutmamak lazım. Her ot, sıvı yağ ve limonla aromalandırılıp sunulursa hem besler hem de damak tadına hitap eder.
***
Engin Akın-Yemek Yazarı/Gurme:
Ot, tazelik demektir
Yabani otları büyükler unutmuşlardı ama küçükler hiç tanışmadı bile. Son yıllarda otlara artan ilginin ilk nedeni elbette sağlık. İnsanların doğal ortamlardan uzak olmaları doğayla olan ilişkilerini kesintiye uğrattı. Bu da doğanın sunduğu ürünlere yabancı kalmalarına yol açtı. Önümüze konulan yemeklere yönelme, kendi yemeğimizi pişirmeme, apartman hayatının etkisi doğal otlarla beslenmemizi engelledi. Günümüzde pazarlarda her türlü otu görüyoruz. Çünkü talep arttı. Yabani otların popüler olmasında Akdeniz ve Ege mutfağının büyük bir etkisi var. Aslında Egeliler bütün yabani otları bilirler, mevsiminde toplarlar. Ben de Egeli olduğum için biliyorum özellikle yabani otları böreklerde kullanırdık. Çok da güzel olurdu bu börekler. Biraz da mutfağımızı çeşitlendirme arayışından dolayı otlara ilginin arttığını düşünüyorum. Çok zengin olan mutfağımız zaman içinde uygulanmayan yemekler nedeniyle fakirleşti. Otlar sadece sağlık vermiyor, sofralarda çeşit zenginliği de sağlıyor, tazelik sunuyor. Ot demek tazelik demektir, görünüm itibarıyla doğayı çağrıştırdığı için insanlar belki de farkında olmadan otlara yöneliyor.
Sayı: 60
Bölüm: Yemek
alıntı
SEVİNÇ ÖZARSLAN
Diken ucu salatası, kazayağı kavurması, hodan mezesi, yumurtalı ebegümeci, denizbörülcesi, radika, turp otu, şevketibostan… İsimleri ilginç, tatları ise hiç alışık olmadığımız yabani otlar, sağlıklı beslenme trendiyle sofralarımıza hatırı sayılır bir dönüş yaptı. Önce turistik restoranlarda başlayan bu trende, ev hanımları da kendilerini kaptırdı. Dağda, bayırda, ovada görüp geçtiğimiz, pişirmeyi aklımızın ucundan geçirmediğimiz otlara bugün hem besin hem de şifa kaynağı olarak bakıyoruz. Birkaç yıl önce pazarda gördüğü ilginç otların adını sormakla yetinen kadınlar, artık tadını da merak ediyor. Bunda ısırganın kanser hastalığına iyi geldiğine dair çıkan haberlerin payı büyük.
Diken ucu salatası, kazayağı kavurması, hodan mezesi… Adını sanını belki birçok insanın duymadığı yabani otlar, mutfaklarda pişmeye başladı. Önce turistik restoranlarda başlayan bu trende, ev hanımları da kendilerini kaptırdı. Bir zamanlar dağda bayırda, ovada görüp geçtiğimiz otlara bugün hem besin hem de şifa kaynağı olarak bakıyoruz. Birkaç yıl öncesine kadar pazarlarda gördüğü ilginç otların adını sormakla yetinen kadınlar, artık tadını da merak ediyor.
Aslında antik çağlardan beri Anadolu mutfağında, “Keçinin yediği her otu toplarız.” mantığıyla dağdan, tepeden, dere kenarından toplanan yabani otlardan çok leziz yemekler yapılıyor. Ancak son çeyrek asırdır fast-food kültürünün etkisiyle unutulan bu otlar, sağlıklı beslenme trendiyle birlikte moda oldu. Yemek yazarı ve gurme Tijen İnaltong’a göre ise otlara olan ilgi ve merak, ısırganın kanser hastalığına iyi geldiğine dair çıkan haberlerle birlikte arttı. Öyle ki, ısırganın adı sanı bilinir ama ne çorbası, ne sarması ne de yemeği yapılırdı. Sadece tohumu değil, yaprakları da önerilmeye başlanınca ısırganı pazarlarda daha çok görür olduk ve bunun sonucunda da diğer yabani otlar araştırıldı. İnaltong, “Sağlığımızı hızla yitiriyoruz. Hal böyleyken sağlığımızı korumamızı sağlayacak bitkilerin yaşamımızdaki yeri önem kazanıyor. Aslında biz otları hep Ege kültürüne ait olarak biliriz ancak tüm yerel mutfaklarda otların farklı kullanımları mevcut. Ege’den Karadeniz’e, Akdeniz’den Doğu Anadolu’ya her bölgede yetişen onlarca otla yapılan yüzlerce tarif var. Sadece biz kentliler onları tanımıyorduk.” diyor.
Tabii ki açılan restoranların ve yayınlanan bazı kitapların bu trende katkısı büyük. Özellikle İstanbul’daki Çiya, Melengeç, Giritli ve Doğa Balık’ın yabani otlardan oluşan menüsü çok ilgi görüyor. Tamamen Ege’ye ait yabani otlarla menü hazırlayan Melengeç’ten Nevin Filiz, bu trendin artmasının nedenini Egelilere bağlıyor: “Bugün İstanbul’da yaşayan pek çok İzmirli yabani otlarla büyümüş ve damak zevkleri buna göre oluşmuş. Ege tatlarını özleyenlerin çok fazla olması, restoranları, yabani otları menülerine almaya yönlendirdi. Değişik lezzetleri tatmak isteyenlerin yanı sıra çocukluğunun tatlarını hatırlamak isteyenler bize geliyor.” diyor. Çiya ise, sadece Ege değil, Türkiye’nin pek çok yöresinden gelen otlarla yaptığı yemekleriyle ünlü. Çiya’nın sahibi Musa Dağdeviren, Anadolu’nun yoksul dağ köylerinin sofralarından eksik olmayan otları 20 yıllık süreçte çarşıya indirdiklerini söylüyor.
Fatih’te doğup büyüyen Doğa Balık’ın sahibi İbrahim Soğukdağ’ın damak lezzeti çocukluğunda annesinin yaptığı binbir çeşit ot yemekleri ve Eminönü’nde sattığı balık ekmeklerle gelişmiş. Kastamonulu Soğukdağ ailesi, dağlarında yetişen her türlü otu kavurmuş ve haşlamış. 1996’da açılan Doğa Balık’ta mevsimine göre değişen 35 çeşit ot, özel yöntemlerle pişiriliyor. İbrahim Bey, restoranını açarken tam bir ot uzmanı olan ablasından yeterli bilgileri aldıktan sonra, otları toplamak için kadınlardan oluşan 6 kişilik bir ekip bile kurmuş. Üçü Kaz Dağları’nda, üçü de Balıkesir’de olan bu kadınlar İbrahim Bey’e, mevsimine göre her türlü otu taze taze toplayıp gönderiyor.
Bu iş de ticarete döküldü
Giritli Restoran’ın Sahibi Ayşe Şensılay ise, son beş yıldır otların herkesin menüsüne girdiğini ve moda olan her şey de olduğu gibi bu alanda da dejenerasyonun yaşandığını söylüyor. Bu noktada meslektaşlarını eleştirdiğini söyleyen Şensılay, “Otların sunumu ne kadar sağlıklı yapılıyor, bunu tartışmak lazım. Evet, otlar çok sağlıklı ama her yerden toplanan otlar değil. Kimileri sadece moda olduğu için tabir yerinde ise otun canını çıkartıp “ot gibi” sunuyor. Bir özelliği kalmıyor, yararlı bölümü ölüyor. Aslında restoranın geçmişine bakınca bu otlarla hiç haşır neşir olmadığını görüyoruz. Ama bir şekilde bulup pişirmek istiyorlar. Otların pişirilmesi ve toplandığı alanların temizliği önemli. Özellikle kimyasal atıkların geçtiği veya sulandığı topraklardan otlar toplanıyor. Elektrik yüklü tren raylarının aralarında yetişen, bir ton hava ve çevre kirliliğine maruz kalmış otların soframıza getirildiğini biliyorum. Özen gösterilmiyor açıkçası.” diyor.
***
Yeniden keşfedilen otlar
Kazayağı, ıspıt, kenger, şevketibostan, kiriş otu, helisotu, kuzukulağı, rüşvat otu, kuş otu, rezene, çiriş otu, soryanotu, gulikotu, hadlerotu, ebegümeci, radika, turpotu, havuçotu, madımak, gelincik, melengeç, hardal otu, cibes, hindiba, kaya koruğu, deniz marulu, yaban pancarı, deniz börülcesi, diken ucu, hodan, kabalak, labada, arapsaçı, iğnelik, evelik, sirken, tarhun, jağ, çakşır, şevketibostan, dulavraotu, günlük, herdemgüzeli, ışkın, melekotu, sinir otu
Nerelerde bulabilirsiniz?
Kadıköy’deki Salı Pazarı, Bostancı’daki Çarşamba Pazarı, Balat’taki Kastamonu Pazarı, Şişli’de cumartesi kurulan Organik Pazar ve Mecidiyeköy’de pazar günleri kurulan pazarda mevsimine göre pek çok otu bulabilmeniz mümkün. Bu mevsimde ise radika, hardal otu, deniz börülcesi, turp otu, kuzu kulağı, ebegümeci, ısırgan bulabilirsiniz.
--------------------------------------------------------------------------------
Sahrap Soysal-Yemek Yazarı/Gurme:
Otlu yemekler modası klasikleşecek
Sağlıklı beslenme trendinin hızla yükselmesi otları da popüler yaptı. İnsanlar yeni yeni hayatımıza giren antiaging, antioksidan gibi kelimelerin çok etkisinde kalıyor. Bu bir moda ama en doğru modalardan biri bence. Terk edilecek bir moda olduğunu da sanmıyorum, hatta klasikleşecek. İnsanlar merak ediyor, araştırıyor. Dejenere olacağını hiç sanmıyorum. Yabani bir otla yaptığım tarif verdiğim zaman daha çok mail alıyorum. Bir de tabii ki balık kültürü artmaya başladı. Balık daima yanında otla yenilen bir yemektir. Şu anda hiçbir otun zamanı değil ama pazarlarda bazılarını bulabiliyorsunuz. Seralarda ve özel ekim sistemiyle yetiştirilebiliyor. Ben yılda bir kez mutlaka ebegümeci pişiririm. Toksinlerden arındırır. Eskiden ‘ot’ denir geçilirdi ancak günümüzde köylüler toplayıp büyük şehirlerdeki restoranlara satıyor. Çünkü iyi bir gelir kaynağı olduğunu anladılar. O kadar uyandılar ki, Bodrum’dan, Ayvalık’tan, Karacabey Ovası’nda taze taze otlar otobüsle geliyor. İstanbul çevresinden toplanan otlarda da fiziksel pislikler bol suyla yıkanarak giderilebilir ya da bol sirkeli suda bekletilirse hiçbir şeyi kalmaz. Yeşil malzemeler vitamin ve minerallerini haşlandığı anda suya geçirir. Fazla haşlamamak, fazla işleme tabi tutmamak lazım. Her ot, sıvı yağ ve limonla aromalandırılıp sunulursa hem besler hem de damak tadına hitap eder.
***
Engin Akın-Yemek Yazarı/Gurme:
Ot, tazelik demektir
Yabani otları büyükler unutmuşlardı ama küçükler hiç tanışmadı bile. Son yıllarda otlara artan ilginin ilk nedeni elbette sağlık. İnsanların doğal ortamlardan uzak olmaları doğayla olan ilişkilerini kesintiye uğrattı. Bu da doğanın sunduğu ürünlere yabancı kalmalarına yol açtı. Önümüze konulan yemeklere yönelme, kendi yemeğimizi pişirmeme, apartman hayatının etkisi doğal otlarla beslenmemizi engelledi. Günümüzde pazarlarda her türlü otu görüyoruz. Çünkü talep arttı. Yabani otların popüler olmasında Akdeniz ve Ege mutfağının büyük bir etkisi var. Aslında Egeliler bütün yabani otları bilirler, mevsiminde toplarlar. Ben de Egeli olduğum için biliyorum özellikle yabani otları böreklerde kullanırdık. Çok da güzel olurdu bu börekler. Biraz da mutfağımızı çeşitlendirme arayışından dolayı otlara ilginin arttığını düşünüyorum. Çok zengin olan mutfağımız zaman içinde uygulanmayan yemekler nedeniyle fakirleşti. Otlar sadece sağlık vermiyor, sofralarda çeşit zenginliği de sağlıyor, tazelik sunuyor. Ot demek tazelik demektir, görünüm itibarıyla doğayı çağrıştırdığı için insanlar belki de farkında olmadan otlara yöneliyor.
Sayı: 60
Bölüm: Yemek
alıntı
ÇİROZ...
Yumurtasını atarak zayıflamış uskumru balıkları başlarından veya kuyruklarından aralıklı ipe dizilip asılarak kurutulur.Kuruduktan sonra mutfak çekici ile vurularak(yoksa taşla)yumuşatılır.Zeytinyağı ve limon gezdirilerek(ben limon yerine sirke tercih ediyorum veya hem limon hem sirke)afiyetle yenir.Ne meze!
alıntı
alıntı
HORTA...
Horta (Girit)
1 demet ıspanak
Yarımşar demet dereotu, maydanoz
1 er demet madımak, pazı, ısırgan otu, çoban biti otu
2 adet orta boy kuru soğan
2 adet taze soğan
1 çorba kaşığı salça
1 çorba kaşığı toz şeker
1,5 çay bardağı zeytinyağı
tuz
Yıkanmış otlar, küçük doğranır, ıspanak haricindeki otlar, bir tencereye konur, üzerine ince kıyılmış taze ve kuru soğan, salça, tuz ve şeker eklenir. Bütün malzeme elle iyice yoğrulur. Doğranmış ıspanağın yarısı yayvan bir tencereye yerleştirilir. Üzerine ot karışımı konur, üst üste kalan ıspanak ve ot karışımı tekrar yerleştirilir. Zeytinyağı gezdirilir, çok az su konur, kısık ateşte pişirilir.
afiyet olsun
alıntı
1 demet ıspanak
Yarımşar demet dereotu, maydanoz
1 er demet madımak, pazı, ısırgan otu, çoban biti otu
2 adet orta boy kuru soğan
2 adet taze soğan
1 çorba kaşığı salça
1 çorba kaşığı toz şeker
1,5 çay bardağı zeytinyağı
tuz
Yıkanmış otlar, küçük doğranır, ıspanak haricindeki otlar, bir tencereye konur, üzerine ince kıyılmış taze ve kuru soğan, salça, tuz ve şeker eklenir. Bütün malzeme elle iyice yoğrulur. Doğranmış ıspanağın yarısı yayvan bir tencereye yerleştirilir. Üzerine ot karışımı konur, üst üste kalan ıspanak ve ot karışımı tekrar yerleştirilir. Zeytinyağı gezdirilir, çok az su konur, kısık ateşte pişirilir.
afiyet olsun
alıntı
GİRİT MUTFAK..
Üç yıla yakın zamandır sağlıklı ve lezzetli beslenmek isteyenlerin vazgeçemedikleri, Alsancak’ın en güzel caddelerinden Mustafa Bey üzerinde yer alan, kendinizi evinizde hissedeceğiniz şirin bir mekan Mutfak Girit. Sokağa bakan çiçekler ve yeşillikler içinde minik bir de bahçesi var.
“Dünyanın en basit ama en sağlıklı mutfağı” olarak nitelenen Girit Mutfağı’nın en seçkin örneklerinin sunulduğu bu şirin ve şık restoranda yemeklerin tümü A kalite zeytinyağı ile hazırlanıyor. İzmir civarından günlük toplanan taze otlar, Tire’nin meşhur yoğurt ve peynirleri, İzmir’de bulunabilecek en taze sebzeler, Ödemiş’in meşhur sarı patatesi, mönüyü benzersiz kılan diğer unsurlardan. Doğal olmayan hiçbir malzemenin ve katkı maddesinin içeri giremediği Mutfak Girit’te, tüm yemekler günlük hazırlanıyor.
İki mönüsü var
Yemekler arasında seçim yapmak gerçekten çok zor. Çünkü tüm yemekler eski anane yemeklerimizi hatırlatır, her biri birbirinden leziz. Yazlık ve kışlık olmak üzere iki farklı mönüleri var. Pazarda görebileceğiniz, mevsiminde yetişen her otu, sebzeyi burada zeytinyağlı olarak bulabilirsiniz. Kış mönüsünde şevketi bostan, arapsaçı, radika, cibes, turp otu, ısırgan otu ve diğer mevsim otları ile haftanın belirli günlerinde ev tarhanası ile yapılan tarhana çorbası, düğün çorbası, yayla çorbası, keşkek gibi spesiyaliteleri de sunuyorlar.
Üç yıllık bir geçmişe sahip olmasına rağmen gerek İzmir’den gerekse şehir dışından epeyce bir müdavimi var. Formunu korumak isteyen, sağlıklı beslenmek isteyen ama lezzetten de ödün vermeyen iş adamlarını/iş kadınlarını öğle yemeği yerken burada görmeniz mümkün. Ayrıca fast-food beslenmeye karşı çocuklarını küçük yaşta Akdeniz tipi beslenme alışkanlıkları ve sebze diyetleriyle tanıştırmayı arzulayan anneler de müşterileri arasında.
Ev davetleri için ideal
Özel davetler için sipariş kabul ediliyor. Böylelikle evinizde vereceğiniz bir davetin bir anda Mutfak Girit’in lezzet şölenine dönüşmesi mümkün. Ayrıca açılış kokteylleri için yine özel konsept geliştirip servis hazırlıyorlar.
Uzun yıllar finans sektöründe görev yaptıktan sonra tamamen farklı bir alanda çalışmak, kendi işini yapma isteği duyan Huriye Bakay, çok güzel yemek yaptığı için çevresinin de ısrarı ile Mutfak Girit’i açmış. Her zaman konuklarını güler yüzüyle karşılayan Huriye Hanım, herkesle tek tek ilgileniyor, sohbet ediyor, kendinizi evinizdeymiş gibi hissettiriyor.
İzmirlilere gerçek anlamda Girit Mutfağı’nı tanıtmak için yola çıkan Mutfak Girit, aynı konsepti işleyen birçok yeni mekânın açılmasına öncülük etmiş durumda. Yaz aylarında Çeşme’ye gelip bir şube açma ihtimalleri de var.
Ne yemeli?
Dünyanın en güçlü antioksidanlarından ısırgan otu, su teresi, kuzu kulağından oluşan narlı-peynirli salata, karışık otlardan yaptıkları ot kavurma, kabak sıyırma, kereviz, patlıcan silkme, lahana sarması, yaprak sarması, patlıcan biber dolması, köz biberli ya da kuzu kulaklı yoğurt, etli yemeklerden, şevketi bostan ve arapsaçını denemenizi tesviye ederim. Genelde dana etiyle pişirilen fakat daha hafif olduğu için tavuk eti ile yaptıkları keşkeki deneyebilirsiniz. Mevsiminde enginar yemenizi öneririm.
Çay saatleri için leziz kurabiyeler, kekler, çörek ve börekler bulabilirsiniz. Grup yemekleri düzenleyebilir ve özel günleriniz için toplu sipariş verebilirsiniz.
Fiyatlar
Etli yemekler: 12 TL
Zeytinyağlı yemekler: 7 TL
3 çeşit karışık tabak: 10 TL
4 çeşit karışık tabak: 12 TL
Yoğurtlu mezeler: 5 TL
Salatalar: 7 TL
Tatlılar: 4 TL
İçecekler: 2,5 TL
Çaylar: 1,5 TL
Alkol yok.
İşin sırrı
Günlerden bir gün, II.Abdülhamit döneminde Girit Adası’na bir doktor atanmış. Aylar geçmiş, kapısını çalan olmamış. Doktor, bunun nedenini araştırmaya başlamış. Bakmış halk dağ-bayır ot toplayıp yemek yapıyor, sofrasından zeytinyağını eksik etmiyor, işin sırrını çözmüş. İstanbul’a telgraf çekerek, “Padişahım burada herkes kendinin doktoru, beni buradan alın” diye istekte bulunmuş.
Kimler geliyor?
Milletvekilleri, Sedat Ergin, Deniz Baykal, Mehmet Tantürk, İlber Ortaylı, Doğan Hızlan, Sanem Kardıçalı.
Ne zaman gitmeli?
Hafta sonları, hafta içi öğle yemeklerinin vazgeçilmez adresi; 12:00-15:00 arası en yoğun olduğu zamanlar. Şehir dışından gelen, zeytinyağlı yemeklerin özlemini çeken misafirleri ağırlamak için biçilmiş kaftan. Akşam yemeklerinde ise daha çok evlere servis hizmetiyle bayanların can kurtaranı durumunda. Tabii yaz aylarında bekar kalan İzmirli beylerin en gözde mutfağı da diyebiliriz. Pazar günleri hariç 11:30-20:30 arası açık.
Duvarlarını ödüllü tablolar süslüyor
Akdeniz Mutfağı’nın en basit, en temel ve en sade mutfağının İzmir’deki temsilcisi Mutfak Girit, Girit’i anımsatan orijinal duvar resimlerinin bulunduğu yalın bir dekorasyona sahip. Duvarları, “Akbank Yılın Genç Ressamı Ödülü”nü almış olan Ressam Betül Güney’in yaptığı resimler ve tabaklarla süslenmiş. Tablolarda daha çok adalar, Akdeniz görüntüleri ve Alsancak sokaklarında kafelerde oturan insanlar resmedilmiş. Çerçeveler ise maviye boyanmış, kenarlarına Akdeniz’in simgesi begonviller yapılmış. Minik masalar kareli örtülerle süslenmiş, sandalyeler özel dikim minderlerle yumuşatılmış. Dekorasyondaki her ayrıntı Akdeniz’i, Girit’i, Ege adalarını hatırlatmaya ve sizi şehrin keşmekeşinden kurtarmaya yardımcı olmak üzere düşülmüş.
Slow Food nedir?
Mutfak Girit, sektörde prestij simgesi olarak kabul edilen uluslararası Slow Food üyeliğine de sahip. İzmir’de Slow Food üyeliğine layık görülen iki restorandan bir tanesi.
Slow Food, hızlı yaşam ve yerel yemek geleneklerinin kaybolmasına karşı bir tepki ve bilinçlendirme hareketi. İlk olarak 1989’da İtalya’da Carlo Petrini tarafından başlatılan Slow Food, New York’tan İtalya’ya, Yeni Zelanda’dan Almanya’ya dünyada 80 bini aşkın üyeye sahip. Slow Food’un bütün faaliyetleri “tat alma hakkı” ilkesine dayanıyor. Sadece doymanın değil lezzet almanın da bir insan hakkı olduğunu savunan uluslararası hareketin simgesi, yavaşlığın timsali olan sümüklüböcek. Modern dünyanın takıntısı olan hıza; koklayıp tat almak için fazla sabırsız, az önce yedikleri şeyin ne olduğunu hatırlamak için fazla açgözlü olan insanların kargaşasına ve huzursuzluğuna karşı bir tılsımı anımsatıyor.
alıntı
“Dünyanın en basit ama en sağlıklı mutfağı” olarak nitelenen Girit Mutfağı’nın en seçkin örneklerinin sunulduğu bu şirin ve şık restoranda yemeklerin tümü A kalite zeytinyağı ile hazırlanıyor. İzmir civarından günlük toplanan taze otlar, Tire’nin meşhur yoğurt ve peynirleri, İzmir’de bulunabilecek en taze sebzeler, Ödemiş’in meşhur sarı patatesi, mönüyü benzersiz kılan diğer unsurlardan. Doğal olmayan hiçbir malzemenin ve katkı maddesinin içeri giremediği Mutfak Girit’te, tüm yemekler günlük hazırlanıyor.
İki mönüsü var
Yemekler arasında seçim yapmak gerçekten çok zor. Çünkü tüm yemekler eski anane yemeklerimizi hatırlatır, her biri birbirinden leziz. Yazlık ve kışlık olmak üzere iki farklı mönüleri var. Pazarda görebileceğiniz, mevsiminde yetişen her otu, sebzeyi burada zeytinyağlı olarak bulabilirsiniz. Kış mönüsünde şevketi bostan, arapsaçı, radika, cibes, turp otu, ısırgan otu ve diğer mevsim otları ile haftanın belirli günlerinde ev tarhanası ile yapılan tarhana çorbası, düğün çorbası, yayla çorbası, keşkek gibi spesiyaliteleri de sunuyorlar.
Üç yıllık bir geçmişe sahip olmasına rağmen gerek İzmir’den gerekse şehir dışından epeyce bir müdavimi var. Formunu korumak isteyen, sağlıklı beslenmek isteyen ama lezzetten de ödün vermeyen iş adamlarını/iş kadınlarını öğle yemeği yerken burada görmeniz mümkün. Ayrıca fast-food beslenmeye karşı çocuklarını küçük yaşta Akdeniz tipi beslenme alışkanlıkları ve sebze diyetleriyle tanıştırmayı arzulayan anneler de müşterileri arasında.
Ev davetleri için ideal
Özel davetler için sipariş kabul ediliyor. Böylelikle evinizde vereceğiniz bir davetin bir anda Mutfak Girit’in lezzet şölenine dönüşmesi mümkün. Ayrıca açılış kokteylleri için yine özel konsept geliştirip servis hazırlıyorlar.
Uzun yıllar finans sektöründe görev yaptıktan sonra tamamen farklı bir alanda çalışmak, kendi işini yapma isteği duyan Huriye Bakay, çok güzel yemek yaptığı için çevresinin de ısrarı ile Mutfak Girit’i açmış. Her zaman konuklarını güler yüzüyle karşılayan Huriye Hanım, herkesle tek tek ilgileniyor, sohbet ediyor, kendinizi evinizdeymiş gibi hissettiriyor.
İzmirlilere gerçek anlamda Girit Mutfağı’nı tanıtmak için yola çıkan Mutfak Girit, aynı konsepti işleyen birçok yeni mekânın açılmasına öncülük etmiş durumda. Yaz aylarında Çeşme’ye gelip bir şube açma ihtimalleri de var.
Ne yemeli?
Dünyanın en güçlü antioksidanlarından ısırgan otu, su teresi, kuzu kulağından oluşan narlı-peynirli salata, karışık otlardan yaptıkları ot kavurma, kabak sıyırma, kereviz, patlıcan silkme, lahana sarması, yaprak sarması, patlıcan biber dolması, köz biberli ya da kuzu kulaklı yoğurt, etli yemeklerden, şevketi bostan ve arapsaçını denemenizi tesviye ederim. Genelde dana etiyle pişirilen fakat daha hafif olduğu için tavuk eti ile yaptıkları keşkeki deneyebilirsiniz. Mevsiminde enginar yemenizi öneririm.
Çay saatleri için leziz kurabiyeler, kekler, çörek ve börekler bulabilirsiniz. Grup yemekleri düzenleyebilir ve özel günleriniz için toplu sipariş verebilirsiniz.
Fiyatlar
Etli yemekler: 12 TL
Zeytinyağlı yemekler: 7 TL
3 çeşit karışık tabak: 10 TL
4 çeşit karışık tabak: 12 TL
Yoğurtlu mezeler: 5 TL
Salatalar: 7 TL
Tatlılar: 4 TL
İçecekler: 2,5 TL
Çaylar: 1,5 TL
Alkol yok.
İşin sırrı
Günlerden bir gün, II.Abdülhamit döneminde Girit Adası’na bir doktor atanmış. Aylar geçmiş, kapısını çalan olmamış. Doktor, bunun nedenini araştırmaya başlamış. Bakmış halk dağ-bayır ot toplayıp yemek yapıyor, sofrasından zeytinyağını eksik etmiyor, işin sırrını çözmüş. İstanbul’a telgraf çekerek, “Padişahım burada herkes kendinin doktoru, beni buradan alın” diye istekte bulunmuş.
Kimler geliyor?
Milletvekilleri, Sedat Ergin, Deniz Baykal, Mehmet Tantürk, İlber Ortaylı, Doğan Hızlan, Sanem Kardıçalı.
Ne zaman gitmeli?
Hafta sonları, hafta içi öğle yemeklerinin vazgeçilmez adresi; 12:00-15:00 arası en yoğun olduğu zamanlar. Şehir dışından gelen, zeytinyağlı yemeklerin özlemini çeken misafirleri ağırlamak için biçilmiş kaftan. Akşam yemeklerinde ise daha çok evlere servis hizmetiyle bayanların can kurtaranı durumunda. Tabii yaz aylarında bekar kalan İzmirli beylerin en gözde mutfağı da diyebiliriz. Pazar günleri hariç 11:30-20:30 arası açık.
Duvarlarını ödüllü tablolar süslüyor
Akdeniz Mutfağı’nın en basit, en temel ve en sade mutfağının İzmir’deki temsilcisi Mutfak Girit, Girit’i anımsatan orijinal duvar resimlerinin bulunduğu yalın bir dekorasyona sahip. Duvarları, “Akbank Yılın Genç Ressamı Ödülü”nü almış olan Ressam Betül Güney’in yaptığı resimler ve tabaklarla süslenmiş. Tablolarda daha çok adalar, Akdeniz görüntüleri ve Alsancak sokaklarında kafelerde oturan insanlar resmedilmiş. Çerçeveler ise maviye boyanmış, kenarlarına Akdeniz’in simgesi begonviller yapılmış. Minik masalar kareli örtülerle süslenmiş, sandalyeler özel dikim minderlerle yumuşatılmış. Dekorasyondaki her ayrıntı Akdeniz’i, Girit’i, Ege adalarını hatırlatmaya ve sizi şehrin keşmekeşinden kurtarmaya yardımcı olmak üzere düşülmüş.
Slow Food nedir?
Mutfak Girit, sektörde prestij simgesi olarak kabul edilen uluslararası Slow Food üyeliğine de sahip. İzmir’de Slow Food üyeliğine layık görülen iki restorandan bir tanesi.
Slow Food, hızlı yaşam ve yerel yemek geleneklerinin kaybolmasına karşı bir tepki ve bilinçlendirme hareketi. İlk olarak 1989’da İtalya’da Carlo Petrini tarafından başlatılan Slow Food, New York’tan İtalya’ya, Yeni Zelanda’dan Almanya’ya dünyada 80 bini aşkın üyeye sahip. Slow Food’un bütün faaliyetleri “tat alma hakkı” ilkesine dayanıyor. Sadece doymanın değil lezzet almanın da bir insan hakkı olduğunu savunan uluslararası hareketin simgesi, yavaşlığın timsali olan sümüklüböcek. Modern dünyanın takıntısı olan hıza; koklayıp tat almak için fazla sabırsız, az önce yedikleri şeyin ne olduğunu hatırlamak için fazla açgözlü olan insanların kargaşasına ve huzursuzluğuna karşı bir tılsımı anımsatıyor.
alıntı
"Abla" ve akrabalarının dahil olduğu grup Girit'e gider, gezinin ilk günü Heraklion'u
İzlanda'nın güneyindeki Eyyafyallayöküll buzulu altındaki uykusundan uyanıp 190 yıl sonra püskürmeye başlayan yanardağdan yükselen kül bulutları Orta Avrupa'ya uçuşları engellerken, üç gün önce 29. İstanbul Uluslararası Film Festivali'ni alnının akıyla tamamlayıp sinema yazılarına ara vermiş "abla", yüreğine hiç kuşku külü düşürmeksizin, güzeeelce bavulunu hazırlar.
22 Nisan 2010, Perşembe sabahı 7:30'da, yağmurdan ardakalan serin sabahta ortanca ile "abla", küçük kız kardeşlerini taşıyan taksiye biner Yeşilköy'e yollanırlar. Gezgin teyzeyle dayılarının başını çektiği organizasyon, herkesi şaşırtarak, en gençleri, kuzenlerinin 6,5 aylık ikizleri, en yaşlıları, 86 yaşındaki amcaları olmak üzere 25 kişilik akraba grubunu biraraya getirir. Bilet satışta yaşanan, -bir önceki Barcelona gezilerinde "overbooking" olup, dört saat sonraki uçağa kaldıklarındakine benzer- acemiliklere eklenen gerginlikle, uçuş saatleri 10:15 görünse de, 1,5 saat rötarla havalanır, bir saat yolculukla öğlen, Girit Adası başkenti -eski ismiyle Kandiye- Heraklion, Nikos Kazancakis Havaalanı'na konarlar. Alçakgönüllü havaalanının iki çalışanının düşük temposunda yavaşça ilerleyen uzun -Türk- kuyruk, arkaları sıra inen uçak(ların) yolcusu İngilizler'in, EU üyeleri için açılan bir başka kabinde, kendilerine zarifçe, parmağıyla "geç!" işareti yapan görevli önünden, kapağı varak baskılı süslü iri motifli pasaportlarını açık tutarak seri biçimde akışlarını hasetle izlerler.
25'i "abla" ailesi toplam 126 yolcusunu iki katlı otobüse yerleştirip Heraklion'a yollanan, İstanbul'dan, -sessizce- kendileriyle gelmiş Batı Trakyalı Türk rehberin yolboyu anlattıkları: "Telefonumu kaydederken alan kodu gerekmiyor, çevirdiğinizde ben karşınızdayım... Önce şehir turu yapacağız, sonra serbest zaman vereceğim, akşam gelmek isteyenlerle tavernaya gideceğiz, yoğun bir gün olacak. 8400 kilometrekare Girit, Akdeniz'in beşinci büyük adası, şık bir ada... Heraklion, Hanya, Retimo, Aya Nikola şehirleriyle Girit, Yunanistan turistinin beşte birini ağırlar, daha çok dinlenme amaçlıdır, Santorini, Mikonos Adaları eğlence... Girit'te 350.000, Heraklion'da 150.000 kişi yaşar. Ada dağlıktır, en yüksek yeri 2456 metre... Tarıma açık iki ovası var, turizm ikinci gelir kaynağı... Ada, 1970'lerden sonra turizme açıldı... Akdeniz'deki ikinci büyük adayı bilene bir şişe şarap! -Gelen yanıtlara- Kıbrıs ayrı bir ülke, Yunanistan'ın değil... Şehirleşme yüzünden adada olduğun çok anlaşılmıyor, küçük adaların mimarisi daha özgün... Doğu Roma, Arap, Venedik, Osmanlılardan kalan yapılar var... Knossos Uygarlığı Santorini'deki patlama sonucu yokolmuş... Taverna, otelcilik, en sevdikleri kültür... Eğlence, -saz benzeri- buzuki ve uzo dedin mi, herşey bir yana... Hafta içi 8:30-14:30 arası çalışıyorlar, pazar her yer kapalı, şehrin büyüklüğüne göre, haftanın bir ya da -Atina'da- iki günü 17:00-19:00 arası çalışanlar için mağazalar açık..."
Özgürlük Meydanı anlamında Plateia Eleftherias'tan yerel rehberin bindiği otobüs, kırmızı, beyaz, turuncu begonvil ağaçlarının salkım saçak süslediği sokaklarda ilerleyerek, kentte küçük bir tur atar: "Nüfus Ortodoks ağırlıklı, biraz Katolik, çok az da Müslüman var. Yunanistan'da yaşayan 175.000 Türk Batı Trakya'da, Gümülcine'de, İskeçe'de; Ata'mızın doğduğu şehir Selânik'te Türk yok..." Işıl ışıl parıldayan kahverengi seramik kiremitli kubbeleriyle Aya Mina Katedrali önünden geçerken "...doğan çocuğun adı Mina olacaksa, o adı taşıan azizin kilisesinde vaftiz edilir, bu nedenle çok kilise vardır, Deniz gibi isim yoktur, aziz ve azizelerin isimleri konur çocuklara..."
Otobüsten inen grup, serbest zaman sonunda, 16:00'da Özgürlük Meydanı'nda buluşmak üzere, beraberce eski şehir merkezine ilerler. Dört yolun merkezindeki küçük alanın ortasındaki, dört aslan başlı fıskiyeli Morosini Çeşmesi, "Venedikliler tarafından15-17. yy.da yapıldı, havuzun yan yüzleri Yunan mitolojisinden manzaralarla süslü, ilk yapıldığında aslanların yerinde Poseidon vardı, yapımında Girit'e ait sarımsı taş kullanıldı... " Ayios Titos Kilisesi, "başlangıçta kilise, Osmanlı'da 250 yıl cami, sonra yine kilise... Ayios Titos, Pavlos'un öğrencisi, Hristiyanlığı öğretmek üzere buraya gönderildi... Kilise ibadete açık, Ortodokslar üç kez istavroz çıkarıp belli sûreleri okurlar, İsa, Meryem, kiliseye adını veren aziz(e) ikonasını üçer istavroz çıkararak selamlar, daha fazla vakitleri varsa otururlar. -Katoliklerdeki gibi- günah çıkarma yoktur... Müslümanlıktaki gibi, İsa'nın ölümünden sonra mezhepler çıktı, azizler aynıdır, felsefe biraz farklıdır."
Serbest zaman için, "etler domuzdur" uyarısı yapan rehber, kilise önünden geçen yolla limana çıkılabileceğini söyler, börekleri, hamur işlerini önerir. Ailenin bir kısmı gölgelere dağılırken, yakındaki, baharat, aralarında tazecik hindibanın olduğu ot, filelerde sevilerek yenen salyangoz, meyve, hediyelik eşya tezgâhlarının sıralandığı, ucu -Osmanlı dönemi- Valide Cami'nden yadigâr şadırvana açılan Pazar'ı gezen, fotoğraflayan kızkardeşleri ile, iştah açıcı lokma pankartı üzerindeki loukoumades sözcüğünü harf atlamadan özenle kaydeden "abla", küçük meydanda çeşmeye bakarak kendilerine börek, bira, fıstık, cips (7 Euro) ikram ederler.
Çepeçevre okaliptüs ağaçlarının gölgelediği meydanda toplanıp otobüse doluşan ziyaretçiler, Heraklion dışındaki otellerine gitmek üzere yola çıkarlar. Ailenin genç üyelerinden birinin yanına yerleşen "abla", fotoğraftan yola çıktıkları sohbet rotasının -her ikisinin de çok beğendiği anlaşılan Babette'in Şöleni filmiyle- sinemaya dönmesi üzerine coşar, aralıksız, yorucu sohbetiyle genç kardeşinin sabrını sınar.
Esaslı bir sınav da, rezervasyon sırasında internette resmini görüp bayıldıkları Zorbas otelin -henüz- açılmadığı haberi üzerine, birarada olmak dileğiyle toplanıp gelmiş akrabalarla birlikte, benzer niyet taşıyan diğer katılımcıların hayâl kırıklığına uğradığı otel girişinde yaşanır. Uzun süren etkili mücadele sonucu, kuşlara eşlik eden minik şırıltılarla sulanan, hanımeli kokulu temiz, güzel bahçeye bakan iki katlı, balkonlu evlere dağılır, akşam yemeği için hazırlanırlar.
2000'de, Denizcilik İşletmeleri'nin Karadeniz gemisiyle, Adalar (Mikonos, Santorini, Girit -sadece bir kaç saat Heraklion-, Atina, Pire) Turu yaptıkları sırada -Atina'nın Nevizadesi- Plaka'da, Akropol'e bakan bir tepede yaşadıkları, günbatımıyla başlayan, dört başı mâmur, uzun taverna akşamı anılarındayken bir yenisine gerek görmeyen "abla" ile kızkardeşlerinin bahçeler içinden yürüyerek ulaştıkları bir kaç havuz uzaktaki restoran, temiz, zengin mönüsüyle hem göz, hem de karın doyurur.
Denemiş olan akrabalardan aldıkları tüyoyla domates dolması tadıp beğenen "abla" ve kardeşlerinin, Girit ürünü yumuşak içimli nefis kırmızı şarap kadehleri, -her zaman olduğu gibi-, "bu seyahati bize hediye eden..." küçük kız kardeşe teşekkürle, kaldırılır.
alıntı..
22 Nisan 2010, Perşembe sabahı 7:30'da, yağmurdan ardakalan serin sabahta ortanca ile "abla", küçük kız kardeşlerini taşıyan taksiye biner Yeşilköy'e yollanırlar. Gezgin teyzeyle dayılarının başını çektiği organizasyon, herkesi şaşırtarak, en gençleri, kuzenlerinin 6,5 aylık ikizleri, en yaşlıları, 86 yaşındaki amcaları olmak üzere 25 kişilik akraba grubunu biraraya getirir. Bilet satışta yaşanan, -bir önceki Barcelona gezilerinde "overbooking" olup, dört saat sonraki uçağa kaldıklarındakine benzer- acemiliklere eklenen gerginlikle, uçuş saatleri 10:15 görünse de, 1,5 saat rötarla havalanır, bir saat yolculukla öğlen, Girit Adası başkenti -eski ismiyle Kandiye- Heraklion, Nikos Kazancakis Havaalanı'na konarlar. Alçakgönüllü havaalanının iki çalışanının düşük temposunda yavaşça ilerleyen uzun -Türk- kuyruk, arkaları sıra inen uçak(ların) yolcusu İngilizler'in, EU üyeleri için açılan bir başka kabinde, kendilerine zarifçe, parmağıyla "geç!" işareti yapan görevli önünden, kapağı varak baskılı süslü iri motifli pasaportlarını açık tutarak seri biçimde akışlarını hasetle izlerler.
25'i "abla" ailesi toplam 126 yolcusunu iki katlı otobüse yerleştirip Heraklion'a yollanan, İstanbul'dan, -sessizce- kendileriyle gelmiş Batı Trakyalı Türk rehberin yolboyu anlattıkları: "Telefonumu kaydederken alan kodu gerekmiyor, çevirdiğinizde ben karşınızdayım... Önce şehir turu yapacağız, sonra serbest zaman vereceğim, akşam gelmek isteyenlerle tavernaya gideceğiz, yoğun bir gün olacak. 8400 kilometrekare Girit, Akdeniz'in beşinci büyük adası, şık bir ada... Heraklion, Hanya, Retimo, Aya Nikola şehirleriyle Girit, Yunanistan turistinin beşte birini ağırlar, daha çok dinlenme amaçlıdır, Santorini, Mikonos Adaları eğlence... Girit'te 350.000, Heraklion'da 150.000 kişi yaşar. Ada dağlıktır, en yüksek yeri 2456 metre... Tarıma açık iki ovası var, turizm ikinci gelir kaynağı... Ada, 1970'lerden sonra turizme açıldı... Akdeniz'deki ikinci büyük adayı bilene bir şişe şarap! -Gelen yanıtlara- Kıbrıs ayrı bir ülke, Yunanistan'ın değil... Şehirleşme yüzünden adada olduğun çok anlaşılmıyor, küçük adaların mimarisi daha özgün... Doğu Roma, Arap, Venedik, Osmanlılardan kalan yapılar var... Knossos Uygarlığı Santorini'deki patlama sonucu yokolmuş... Taverna, otelcilik, en sevdikleri kültür... Eğlence, -saz benzeri- buzuki ve uzo dedin mi, herşey bir yana... Hafta içi 8:30-14:30 arası çalışıyorlar, pazar her yer kapalı, şehrin büyüklüğüne göre, haftanın bir ya da -Atina'da- iki günü 17:00-19:00 arası çalışanlar için mağazalar açık..."
Özgürlük Meydanı anlamında Plateia Eleftherias'tan yerel rehberin bindiği otobüs, kırmızı, beyaz, turuncu begonvil ağaçlarının salkım saçak süslediği sokaklarda ilerleyerek, kentte küçük bir tur atar: "Nüfus Ortodoks ağırlıklı, biraz Katolik, çok az da Müslüman var. Yunanistan'da yaşayan 175.000 Türk Batı Trakya'da, Gümülcine'de, İskeçe'de; Ata'mızın doğduğu şehir Selânik'te Türk yok..." Işıl ışıl parıldayan kahverengi seramik kiremitli kubbeleriyle Aya Mina Katedrali önünden geçerken "...doğan çocuğun adı Mina olacaksa, o adı taşıan azizin kilisesinde vaftiz edilir, bu nedenle çok kilise vardır, Deniz gibi isim yoktur, aziz ve azizelerin isimleri konur çocuklara..."
Otobüsten inen grup, serbest zaman sonunda, 16:00'da Özgürlük Meydanı'nda buluşmak üzere, beraberce eski şehir merkezine ilerler. Dört yolun merkezindeki küçük alanın ortasındaki, dört aslan başlı fıskiyeli Morosini Çeşmesi, "Venedikliler tarafından15-17. yy.da yapıldı, havuzun yan yüzleri Yunan mitolojisinden manzaralarla süslü, ilk yapıldığında aslanların yerinde Poseidon vardı, yapımında Girit'e ait sarımsı taş kullanıldı... " Ayios Titos Kilisesi, "başlangıçta kilise, Osmanlı'da 250 yıl cami, sonra yine kilise... Ayios Titos, Pavlos'un öğrencisi, Hristiyanlığı öğretmek üzere buraya gönderildi... Kilise ibadete açık, Ortodokslar üç kez istavroz çıkarıp belli sûreleri okurlar, İsa, Meryem, kiliseye adını veren aziz(e) ikonasını üçer istavroz çıkararak selamlar, daha fazla vakitleri varsa otururlar. -Katoliklerdeki gibi- günah çıkarma yoktur... Müslümanlıktaki gibi, İsa'nın ölümünden sonra mezhepler çıktı, azizler aynıdır, felsefe biraz farklıdır."
Serbest zaman için, "etler domuzdur" uyarısı yapan rehber, kilise önünden geçen yolla limana çıkılabileceğini söyler, börekleri, hamur işlerini önerir. Ailenin bir kısmı gölgelere dağılırken, yakındaki, baharat, aralarında tazecik hindibanın olduğu ot, filelerde sevilerek yenen salyangoz, meyve, hediyelik eşya tezgâhlarının sıralandığı, ucu -Osmanlı dönemi- Valide Cami'nden yadigâr şadırvana açılan Pazar'ı gezen, fotoğraflayan kızkardeşleri ile, iştah açıcı lokma pankartı üzerindeki loukoumades sözcüğünü harf atlamadan özenle kaydeden "abla", küçük meydanda çeşmeye bakarak kendilerine börek, bira, fıstık, cips (7 Euro) ikram ederler.
Çepeçevre okaliptüs ağaçlarının gölgelediği meydanda toplanıp otobüse doluşan ziyaretçiler, Heraklion dışındaki otellerine gitmek üzere yola çıkarlar. Ailenin genç üyelerinden birinin yanına yerleşen "abla", fotoğraftan yola çıktıkları sohbet rotasının -her ikisinin de çok beğendiği anlaşılan Babette'in Şöleni filmiyle- sinemaya dönmesi üzerine coşar, aralıksız, yorucu sohbetiyle genç kardeşinin sabrını sınar.
Esaslı bir sınav da, rezervasyon sırasında internette resmini görüp bayıldıkları Zorbas otelin -henüz- açılmadığı haberi üzerine, birarada olmak dileğiyle toplanıp gelmiş akrabalarla birlikte, benzer niyet taşıyan diğer katılımcıların hayâl kırıklığına uğradığı otel girişinde yaşanır. Uzun süren etkili mücadele sonucu, kuşlara eşlik eden minik şırıltılarla sulanan, hanımeli kokulu temiz, güzel bahçeye bakan iki katlı, balkonlu evlere dağılır, akşam yemeği için hazırlanırlar.
2000'de, Denizcilik İşletmeleri'nin Karadeniz gemisiyle, Adalar (Mikonos, Santorini, Girit -sadece bir kaç saat Heraklion-, Atina, Pire) Turu yaptıkları sırada -Atina'nın Nevizadesi- Plaka'da, Akropol'e bakan bir tepede yaşadıkları, günbatımıyla başlayan, dört başı mâmur, uzun taverna akşamı anılarındayken bir yenisine gerek görmeyen "abla" ile kızkardeşlerinin bahçeler içinden yürüyerek ulaştıkları bir kaç havuz uzaktaki restoran, temiz, zengin mönüsüyle hem göz, hem de karın doyurur.
Denemiş olan akrabalardan aldıkları tüyoyla domates dolması tadıp beğenen "abla" ve kardeşlerinin, Girit ürünü yumuşak içimli nefis kırmızı şarap kadehleri, -her zaman olduğu gibi-, "bu seyahati bize hediye eden..." küçük kız kardeşe teşekkürle, kaldırılır.
alıntı..
Mübadele Allahın belası bir şeydi..... alıntı
Mübadele Allahın belası bir şeydi
Balkan Savaşı’ndan itibaren Ege’nin iki yakasından yapılan zorunlu göçler kimseyi mutlu etmedi...
DURSUN ÖZDEN
Yüzyılın ilk çeyreği biterken (1924) Ege Denizi’nin iki yanında oturan yüz binlerce insan, karşılıklı yurt değiştirdi. Vapurlar, trenler mi yol alıyor evler mi, bilemediler. 1912’de Balkan Savaşı ile başlayan göç dalgası binlerce Müslümanı Anadolu’ya savurmuştu. Ardından I. Dünya Savaşı patlak verdi. Kurtuluş Savaşı sırasında ve sonrasında, bu göç dalgası daha da büyüdü.
1924’de Lozan’da imzalanan “Nüfus Mübadelesi (değişimi) Sözleşmesi" ile büyük bir nüfus değişimi yaşandı. Selanik’ten Kavala’dan Girit’ten, Kesriye’den, Kozana’dan yaklaşık 400 bin Müslüman geldi. Anadolu’da yaşayan 1 milyon 300 bin Ortadoks Rum, Yunanistan’a göç etti. Orada yeni yurtlarını, yeni evlerini kurmaları kolay olmadı. Yıllarca çadırlarda ve barakalarda, büyük acı ve kayıplarla yaşadılar. Yolda ve yeni yurtlarında pek çoğu hastalandı ve öldü. Herkes doğduğu evi, diktiği ağacı ve komşularını özledi.
Burada doğduysa da..
Uzun yıllar sonra Yunanistan’dan kalkıp eski köylerini ziyarete gelenlerden Konstantin Feyzioğlu (95) “Mübadele (değişim) Allah’ın belası bir şeydi" diye söze başladı . “Bir başka ülkeye, bir başka denize gidelim dedim. Bundan daha iyi bir kasaba buluruz elbet. Her çabamız, kaderin olumsuz bir yargısıyla bir ceset gibi gömülür kalbimize. Aklım daha ne kadar kalacak bu çorak ülkede. Yüzümü nereye çevirsem, nereye baksam, etrafta bir kara yıkıntı görüyorum. Bunca ömür tükettiğimiz bu ülkede, neden komşularımızdan ve topraklarımızdan bizi kopardılar? Cami ve kiliselerimizle, bayram ve yortularımızla gül gibi geçinip gittiğimiz kapı komşumuzla ayrı düştük. Oysa, iyi komşu kardeşten de üstündür."
Ortodoks bir anne ve Müslüman bir babanın çocuğu olduğunu söyleyen Kostantin Feyzioğlu’na göre iki halk arasındaki fark şundan ibaret: “Rumun avanağı yokuşta sigara içer, Türkün avanağı yokuşta nara çeker."
Gelveri; Ihlara, Misli, Konaklı, Aktaş, Niğde, Bor, Kavuklu, Ovacık, Maden, Ereğli, Ulukışla... ve öteki Anadolu kasaba ve köylerindeki komşularını özleyen göçmen Rumlar, geldikleri yurtlara bir türlü alışamadıklarını söylüyorlar. Zaman zaman “memleket" dedikleri bu ata topraklarını ve evlerini ziyarete geliyorlar. Onlar İç Anadolu’da bu topraklarda doğmuşlardı. Gelveri onların ana vatanı idi. Akakiadis Pantelis, Gelveri’de doğdu, Yunanistan Nea Kalveri’de ak düştü saçlarına. Ve bu kasaba hep arkalarından gitti. 1911 doğumlu Akakiadis, anasından öğrendiği Türkçe ile; “Gelveri’nin toprağını, suyunu ve taşını özledim..." diyor. Eski adı Gelveri olan Güzelyurt’ta her sabah sokakta göç öyküleri dolaşıyor. Yıllar önce Gelveri’den göç edenler, bu ak saçlı insanlar ömürlerinin son göçünü yenileyerek, torunları ile birlikte Gelveri’ye geldiler.
Farklı inançlar, yıllarca yan yana yaşamış burada. Dost ve komşu olmuşlar. Aynı dilde, aynı türküyü söylemişler. Türkçe, onların ana dili olmuş. Türküleşmiş:
“Emek kaldı orada..."
“Haniya da benim elli direm pastırmam / Konyalı’dan başkasına bastırmam / Yürü yavrum yürü, Konyalım yürü / Şimdi burdan geçti, Konyalı’nın biri..."
İonya’da oturan Yorgis Yamıkoğlu, Selanik’te oturan Statios Efstadiadis, Kavala’da oturan Makridis Uzunoğlu, Kozana’da oturan ve zurna çalan Hristofos Hristoforidis ve öteki göçmen Anadolu Rumları, atalarından öğrendikleri “Karamanca" dili ile özlemlerini ve tepkilerini dile getirdiler. Karamanca, Rumca, Türkçe ve Farsça karışımı bir dil. Kaval ve kemençe çalan Hristofos (1905 doğumlu): “Hepimiz Allah’ın adamıyız. Rum - Türk ayrımı niye? Bize burada el gibi bakıyorlar. Kendimizi turist gibi görüyoruz. Bir türlü ısınamadık buralara..." Bildiği Türkçe tüm sözcükler, öztürkçe idi. “Benim bubamın anası iyi halva yapardı. Anamda gevsi yıkar, gülibikli horuzun etini kalaylı bakır tasta bize virirdi. Bubam da avratlara bakar, göz hamamı (banyosu) yapardı. Yunanistan’a geldik ve mutsuz olduk... Emeğimiz kaldı orda..." dedi...
“Kaçgıncılık çok zor... “
“Kaçgıncılık çok zor..." diye söze başlayan Politeseni Katrancis, “cin arabası" dediği bisiklete binemeden göçte ölen kardeşini ve göçü anımsadığını, göz yaşları içinde anlattı:
“Yayla zamanı idi. Mayıs ya da haziran ayı. Gelveri’den Ihlara’dan ya da Aksaray’dan Hasan Dağı’nın yamaçlarına sürüleriyle göç eden komşularımız (Müslüman) bize ağlayarak el sallıyorlardı. Hakkınızı helal edin, dediler. Helallik, Türklerde çok önemli bir inanç. Yunanistan’dan gelen bir komisyon ile Türk yetkililer mallarımıza kıymet biçtiler. Taşınmaz tüm mallarımızı ucuza verdik, çoğunu bağışladık. Komşularımız arkamızdan su attılar. Tekrar geri gelelim diye. Kağnılarla, at arabaları ile Konya Ereğli’ye geldik. Bir kısmımız da Niğde üzerinden (o tarihte Niğde’de tren yolu yoktu) Ulukışla’ya geldi. Bir hafta burada, Öküz Mehmet Paşa Hanı’nda konakladık. Tren vagonları içine doluştuk. Tren Toros Dağları’nın içinden geçen tünellerden ilerlerken, bir bilinmeyene doğru yol alıyorduk. Tren mi yol alıyor, evler mi, bilemiyorduk. Karaisalı ve Yenice istasyonlarında bizleri taşlayanlar oldu. Sonra, Mersin limanı’na geldik. Yolda, asker kaçağı Türk eşkıyalar bize zarar verdi."
Aziz’in naaşı da göç etti
Başımıza kötülük gelmesin diye Hıristiyanlığı Anadolu’da yayan Aziz Grigoryos’un naaşını, bulunduğu yerden çıkardık. Elliye yakın sandığın içine yerleştirdik. Her kasa 80 okka kadardı. Arabalara yükledik. Trene ve oradan da vapura bindirdik. Denizde bir fırtına başlayınca Aziz’in parçalara ayrılmış naaş sandıklarına sarılarak dua ediyorduk. Ama hiç faydası olmuyordu. Çünkü yolda çok insan öldü. Babam, ‘goyu mu olur, gabardıcın gölgesi...’ türküsünü ünlemeye başladı.
İtalyan ve Türk gemileriyle Selanik’in Karaburnu Limanı’na geldik. Burada karantinadan geçtikten sonra Türklerin başlattıkları köylere gittik. Sıtma, hastalıklar yakamızı bırakmadı. Yerli Rumlar, bize göçmen olduğumuz için çok kötü davrandılar. Mutluluk ve komşuluk, Anadolu’da kaldı...
“Biz memlekette iken..." diye söze başlayan göçmen Rumların, Gelveri’den Nea Kalvari’ye uzanan göç destanları anlatmakla bitmiyor.
Nea Kalvari Kültür Merkezi Müdürü Kaplanis Iosifidis, kınalı kaşıkla oynayıp, “Sevda nedir bilmezdim, o da geldi başıma..." türküsünü söylerken şöyle diyordu: “Kalbimizi biliyorsunuz. Seviyoruz birbirimizi. Düğünlerimize sizi bekliyoruz. Sizi davet ediyoruz, evlerimize gelin. Bizler komşuyuz. İyi komşu kardeşten de üstündür..." Atalarının bıraktığı eski evlerini, kiliselerini ve komşularını özleyen, kardeşlik çağrısı yapan bu insanlara, kucak açan Güzelyurt (Gelveri) Belediye Başkanı Süleyman Gümüş ise, “Tek meyva ile bahçe olmaz" diyor... Oysa, Hasan Dağı zaman içinde akıp giden tarihe tanıktı... Bir göç türküsü gelir uzaktan: “Göçün ucu Ulukışla’ya ulaştı / Bostanı bozulmuş bağlara döndük / Ağlamaktan kan doldu gözlere / Kaynağına akan çaylara döndük..."
Balkan Savaşı’ndan itibaren Ege’nin iki yakasından yapılan zorunlu göçler kimseyi mutlu etmedi...
DURSUN ÖZDEN
Yüzyılın ilk çeyreği biterken (1924) Ege Denizi’nin iki yanında oturan yüz binlerce insan, karşılıklı yurt değiştirdi. Vapurlar, trenler mi yol alıyor evler mi, bilemediler. 1912’de Balkan Savaşı ile başlayan göç dalgası binlerce Müslümanı Anadolu’ya savurmuştu. Ardından I. Dünya Savaşı patlak verdi. Kurtuluş Savaşı sırasında ve sonrasında, bu göç dalgası daha da büyüdü.
1924’de Lozan’da imzalanan “Nüfus Mübadelesi (değişimi) Sözleşmesi" ile büyük bir nüfus değişimi yaşandı. Selanik’ten Kavala’dan Girit’ten, Kesriye’den, Kozana’dan yaklaşık 400 bin Müslüman geldi. Anadolu’da yaşayan 1 milyon 300 bin Ortadoks Rum, Yunanistan’a göç etti. Orada yeni yurtlarını, yeni evlerini kurmaları kolay olmadı. Yıllarca çadırlarda ve barakalarda, büyük acı ve kayıplarla yaşadılar. Yolda ve yeni yurtlarında pek çoğu hastalandı ve öldü. Herkes doğduğu evi, diktiği ağacı ve komşularını özledi.
Burada doğduysa da..
Uzun yıllar sonra Yunanistan’dan kalkıp eski köylerini ziyarete gelenlerden Konstantin Feyzioğlu (95) “Mübadele (değişim) Allah’ın belası bir şeydi" diye söze başladı . “Bir başka ülkeye, bir başka denize gidelim dedim. Bundan daha iyi bir kasaba buluruz elbet. Her çabamız, kaderin olumsuz bir yargısıyla bir ceset gibi gömülür kalbimize. Aklım daha ne kadar kalacak bu çorak ülkede. Yüzümü nereye çevirsem, nereye baksam, etrafta bir kara yıkıntı görüyorum. Bunca ömür tükettiğimiz bu ülkede, neden komşularımızdan ve topraklarımızdan bizi kopardılar? Cami ve kiliselerimizle, bayram ve yortularımızla gül gibi geçinip gittiğimiz kapı komşumuzla ayrı düştük. Oysa, iyi komşu kardeşten de üstündür."
Ortodoks bir anne ve Müslüman bir babanın çocuğu olduğunu söyleyen Kostantin Feyzioğlu’na göre iki halk arasındaki fark şundan ibaret: “Rumun avanağı yokuşta sigara içer, Türkün avanağı yokuşta nara çeker."
Gelveri; Ihlara, Misli, Konaklı, Aktaş, Niğde, Bor, Kavuklu, Ovacık, Maden, Ereğli, Ulukışla... ve öteki Anadolu kasaba ve köylerindeki komşularını özleyen göçmen Rumlar, geldikleri yurtlara bir türlü alışamadıklarını söylüyorlar. Zaman zaman “memleket" dedikleri bu ata topraklarını ve evlerini ziyarete geliyorlar. Onlar İç Anadolu’da bu topraklarda doğmuşlardı. Gelveri onların ana vatanı idi. Akakiadis Pantelis, Gelveri’de doğdu, Yunanistan Nea Kalveri’de ak düştü saçlarına. Ve bu kasaba hep arkalarından gitti. 1911 doğumlu Akakiadis, anasından öğrendiği Türkçe ile; “Gelveri’nin toprağını, suyunu ve taşını özledim..." diyor. Eski adı Gelveri olan Güzelyurt’ta her sabah sokakta göç öyküleri dolaşıyor. Yıllar önce Gelveri’den göç edenler, bu ak saçlı insanlar ömürlerinin son göçünü yenileyerek, torunları ile birlikte Gelveri’ye geldiler.
Farklı inançlar, yıllarca yan yana yaşamış burada. Dost ve komşu olmuşlar. Aynı dilde, aynı türküyü söylemişler. Türkçe, onların ana dili olmuş. Türküleşmiş:
“Emek kaldı orada..."
“Haniya da benim elli direm pastırmam / Konyalı’dan başkasına bastırmam / Yürü yavrum yürü, Konyalım yürü / Şimdi burdan geçti, Konyalı’nın biri..."
İonya’da oturan Yorgis Yamıkoğlu, Selanik’te oturan Statios Efstadiadis, Kavala’da oturan Makridis Uzunoğlu, Kozana’da oturan ve zurna çalan Hristofos Hristoforidis ve öteki göçmen Anadolu Rumları, atalarından öğrendikleri “Karamanca" dili ile özlemlerini ve tepkilerini dile getirdiler. Karamanca, Rumca, Türkçe ve Farsça karışımı bir dil. Kaval ve kemençe çalan Hristofos (1905 doğumlu): “Hepimiz Allah’ın adamıyız. Rum - Türk ayrımı niye? Bize burada el gibi bakıyorlar. Kendimizi turist gibi görüyoruz. Bir türlü ısınamadık buralara..." Bildiği Türkçe tüm sözcükler, öztürkçe idi. “Benim bubamın anası iyi halva yapardı. Anamda gevsi yıkar, gülibikli horuzun etini kalaylı bakır tasta bize virirdi. Bubam da avratlara bakar, göz hamamı (banyosu) yapardı. Yunanistan’a geldik ve mutsuz olduk... Emeğimiz kaldı orda..." dedi...
“Kaçgıncılık çok zor... “
“Kaçgıncılık çok zor..." diye söze başlayan Politeseni Katrancis, “cin arabası" dediği bisiklete binemeden göçte ölen kardeşini ve göçü anımsadığını, göz yaşları içinde anlattı:
“Yayla zamanı idi. Mayıs ya da haziran ayı. Gelveri’den Ihlara’dan ya da Aksaray’dan Hasan Dağı’nın yamaçlarına sürüleriyle göç eden komşularımız (Müslüman) bize ağlayarak el sallıyorlardı. Hakkınızı helal edin, dediler. Helallik, Türklerde çok önemli bir inanç. Yunanistan’dan gelen bir komisyon ile Türk yetkililer mallarımıza kıymet biçtiler. Taşınmaz tüm mallarımızı ucuza verdik, çoğunu bağışladık. Komşularımız arkamızdan su attılar. Tekrar geri gelelim diye. Kağnılarla, at arabaları ile Konya Ereğli’ye geldik. Bir kısmımız da Niğde üzerinden (o tarihte Niğde’de tren yolu yoktu) Ulukışla’ya geldi. Bir hafta burada, Öküz Mehmet Paşa Hanı’nda konakladık. Tren vagonları içine doluştuk. Tren Toros Dağları’nın içinden geçen tünellerden ilerlerken, bir bilinmeyene doğru yol alıyorduk. Tren mi yol alıyor, evler mi, bilemiyorduk. Karaisalı ve Yenice istasyonlarında bizleri taşlayanlar oldu. Sonra, Mersin limanı’na geldik. Yolda, asker kaçağı Türk eşkıyalar bize zarar verdi."
Aziz’in naaşı da göç etti
Başımıza kötülük gelmesin diye Hıristiyanlığı Anadolu’da yayan Aziz Grigoryos’un naaşını, bulunduğu yerden çıkardık. Elliye yakın sandığın içine yerleştirdik. Her kasa 80 okka kadardı. Arabalara yükledik. Trene ve oradan da vapura bindirdik. Denizde bir fırtına başlayınca Aziz’in parçalara ayrılmış naaş sandıklarına sarılarak dua ediyorduk. Ama hiç faydası olmuyordu. Çünkü yolda çok insan öldü. Babam, ‘goyu mu olur, gabardıcın gölgesi...’ türküsünü ünlemeye başladı.
İtalyan ve Türk gemileriyle Selanik’in Karaburnu Limanı’na geldik. Burada karantinadan geçtikten sonra Türklerin başlattıkları köylere gittik. Sıtma, hastalıklar yakamızı bırakmadı. Yerli Rumlar, bize göçmen olduğumuz için çok kötü davrandılar. Mutluluk ve komşuluk, Anadolu’da kaldı...
“Biz memlekette iken..." diye söze başlayan göçmen Rumların, Gelveri’den Nea Kalvari’ye uzanan göç destanları anlatmakla bitmiyor.
Nea Kalvari Kültür Merkezi Müdürü Kaplanis Iosifidis, kınalı kaşıkla oynayıp, “Sevda nedir bilmezdim, o da geldi başıma..." türküsünü söylerken şöyle diyordu: “Kalbimizi biliyorsunuz. Seviyoruz birbirimizi. Düğünlerimize sizi bekliyoruz. Sizi davet ediyoruz, evlerimize gelin. Bizler komşuyuz. İyi komşu kardeşten de üstündür..." Atalarının bıraktığı eski evlerini, kiliselerini ve komşularını özleyen, kardeşlik çağrısı yapan bu insanlara, kucak açan Güzelyurt (Gelveri) Belediye Başkanı Süleyman Gümüş ise, “Tek meyva ile bahçe olmaz" diyor... Oysa, Hasan Dağı zaman içinde akıp giden tarihe tanıktı... Bir göç türküsü gelir uzaktan: “Göçün ucu Ulukışla’ya ulaştı / Bostanı bozulmuş bağlara döndük / Ağlamaktan kan doldu gözlere / Kaynağına akan çaylara döndük..."
“DRAMA KÖPRÜSÜ HASAN DARDIR DARACIK ÇOK İSTEMEM YANKO ÇORBACI BİN BEŞ YÜZ LİRACIK”
“DRAMA KÖPRÜSÜ HASAN DARDIR DARACIK ÇOK İSTEMEM YANKO ÇORBACI BİN BEŞ YÜZ LİRACIK”
--------------------------------------------------------------------------------
Belki Drama’lı Hasan artık aramızda yok, Drama Mahpusu’ndaki Karakedi çoktan beri inlemez olmuş. Martin tüfek çürümüş, barut kokusu yok olmuş, köprünün soğuk suları akmaz, tas ise toprak olmuş. Yanko çorbacı çoktaaaan gitmiş. Ama tek bir şey değişmemiş, o da “Drama köprüsü Hasan dardır geçilmez”
Evet, yılların gerçek bir öyküsü dillere destan olmuş Drama Türküsü. Halen onunla hüzünlenir, onunla coşarız. İçimizi bir hüzün kaplar o türküyü dinlediğimizde. Çünkü o türkü bize uyar, bizi bize anlatır. O türkü biziz aslında. O türkü damarlarımızda şırıl şırıl delice akan kıpkırmızı kandır. Köprünün özlemiyle birlikte güneşin doğuşunu seyretmeyi bekleriz. Kimbilir, belki sahiden güneş bir gün yeniden doğar o yeşil ormanların tepelerinden. Şahin bey’i de sırtına alarak süzülür Drama’nın ovasına. Yanındaki Serez ovası altın yuvası derler ya, işte aslında gönlümüzün parıltısı odur. Biz o parıltıya aşığız, yüreğimiz temiz, kalplerimiz yankı edercesine parıltıyla etrafına ışık saçar.
Ammaaaa, o ışığın kim ki farkındadır?
Değerli okurlarım, yeter bukadar zannedersem. Daha yazacak çok şeyler var bende. Şair değilim, ama hatasıyla doğrusuyla, günahıyla sevabıyla içimden yazmak geliyor. Drama’da yaşayan Türkler uzun yıllar önce Türkiye’ye göç ederek kendilerine yeni bir vatan edinmiş olsalarda, halen yürekleri buralarda çarpıyor. Osmanlı döneminden bu yana Balkan coğrafyasındaki hareketlerde çok önemli bir yeri olan, adına türküler yakılan ve bizim Batı Trakya’mızda da geniş bir şekilde halen günümüzde ağızdan ağıza dolaşıp söylenen Drama Köprüsü türküsü sonunda taş yerinde ağırır misali ortaya çıktı ve tam anlamıyla gerçekleşti. Böylece Drama köprüsünün yeri konusunda bugüne kadar net ortak bir görüş oluşmamış, aksine köprünün nerede ve hangisi olduğu bilinmiyordu. İşte Drama’daki Mübadiller Derneği başkanı Nikos Laçistalis, Drama Köprüsü'nün yerini tespit ettiğini açıkladı. Drama’lı Hasan’ın türküsü vardı ancak köprüsü yoktu. Şimdi artık hem türküsü var, hem de Drama’nın bir de halkları birleştirecek bir köprüsü var.
Bu bilgi üzerine Lozan Mübadilleri Vakfı'nı Drama’ya davet eden Başkan Laçistalis, bir önemli projeye de imza atmış oldu. Lozan Mubadilleri Vakfı Korosu İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti etkinlikleri kapsamında Selanik ya da Atina’da vermeyi planladığı konseri Drama’da gerçekleştirildi.
Konserde İstanbul Türküleri ile “Drama Köprüsü Bre Hasan”, “Drama’nın İçinde Yaparlar Pazar” adlı türküler önce korolar tarafından ayrı ayrı, daha sonra da birlikte Türkçe ve Yunanca olarak seslendirildi. Lozan Mubadilleri Vakfı Korosu ile Bizans Müziği Kavalas-Sofias Neohoritu koroları Konser sonunda Drama’lılar tarafından ayakta alkışlandı.
Koronun içinde önemli bir konuya değinmeden geçemeyeceğim. Narlıköy’lü olan, T.C. eski Karayolları Genel Müdürü Ali Ağaoğlu’nun kızı bayan Yasemen Ağaoğlu da koronun içinde Drama türkülerini okudu. Kendisi aslen Narlıköylü ancak İstanbul’da ikamet ediyor. Ali Ağaoğlu aynı zamanda Susurköy eski belediye başkanı Mustafa Mustaoğlu’nun da amcasıdır.
NİKOS LAÇİSTALİS: “TÜRKİYE’DEN BÖLGEMİZE BU KÖPRÜYÜ GÖRMEYE GELSİNLER”
“Drama Küçükasyalılar Kültür Derneği başkanıyım ve aynı zamanda bir araştırmacı olarak 19. ve 20. Yüzyılın Drama’sını araştırıyorum. Türk’lerin yaşadığı dönem ve daha sonrasını araştırıyorum. Bu araştırmalar esnasında, sizlerinde bildiği gibi türkülere konu olan “Drama Köprüsü”nü nihayet buldum. Önceleri orasımıydı, burasımıydı der dururduk ve elimizde sağlıklı bilgiler yoktu. Ancak bu gün şunu emin olarak söyleyebilirim, Drama Köprüsü Nikifiros (Nusratlı) köyünde bulundu. Türkünün içinde de geçtiği gibi bu gün halen ancak ayakta kalan bölümleriyle tarihe tanıklık etmektedir. Evet, Drama Köprüsü dardır, Drama Köprüsü buradadır. Bu önemli neticenin ardından Türkiye’den sürekli bölgemizi ziyarete gelen dostlarımızı, arkadaşlarımızı buraya davet ettim. Kendilerini davet ettim ve gerçek belgelerle kendilerine Drama’lı Hasan’ın köprüsünün bu köprü olduğunu göstermiş oldum. Köprünün bulunduğu bölgeye gittik ve ardından Drama Belediyesi ve diğer belediyelerin de katkılarıyla bu güzel ve anlamlı geceyi organize ettik. Sizlerinde gördüğü gibi bu akşam burada Türkiye’den gelen Lozan Mubadilleri Vakfı Korsu ile bizim derneğimizin korosu Drama Köprüsü türküsünü Yunanca ve Türkçe olarak birlikte söylediler. Bizlerin bu buluşması burada ikinci defa gerçekleşiyor. Bizlerde İstanbul’a gidip ortaklaşa etkinlikler gerçekleştiriyoruz.
Sonuç itibarıyla gerçek köprünün bulunmasının ardından, Drama Köprüsü halkları birleştiren ve sevgi saygı çerçevesinde birlikte kalkınarak yaşamalarına vesile olsun.
Şans artık sizin elinizde, Türklerin demek istiyorum çünkü Drama Köprüsü’nün öyküsü türkülere konu olmuş ve tüm Türkiye’de derin bir şekilde ağızdan ağıza yıllarca süregelerek söyleniyor. Bu vesileyle bölgemizde bulunan bu köprünün tanıtımını en iyi şekilde yaparak Türkiye genelinden bölgemize bu köprüyü görmeye gelsinler.”
SEFER GÜVENÇ: “DRAMA KÖPRÜSÜ’NÜN TÜRKÜSÜ VARDI, KENDİSİ YOKTU”
Lozan Mübadilleri Vakfı başkanı Sefer Güvenç Birlik gazetesine bu etkinlik hakkında şunları söyledi:
“Drama Köprüsü’nün türküsü vardı, kendisi yoktu. Drama’yı ziyaret eden bütün Mübadillerin yani Drama bölgesinden göç etmiş olan ailelerin çocukları ve torunlarının sorduğu ilk soru “Drama Köprüsü nerededir? Bugüne kadar aldıkları cevap, “Drama’da köprü yoktur” olmuştu. Ancak buradaki Mübadillerin başkanı Nikos Laçistalis uzun bir çalışmadan sonra Drama Köprüsü’nün yerini tespit etti ve bizide bu konuda bilgilendirdi. Bizde “İstanbul 2010” Kültür Etkinlikleri kapsamında Yunanistan’da vermeyi düşündüğümüz konseri Drama’ya kaydırdık. Böylece Drama Köprüsü bir Kültür köprüsü, barış köprüsü oldu. Ben Drama halkına, Drama belediyesine ve diğer belediyelere ve başkan Nikos Laçistalis’e ve emeği geçen herkese çok teşekkür ediyorum.”
Drama Valiliği’nde bulunan “Konstandinos Karamanlis Kültür Etkinlikleri” salonunda gerçekleşen etkinliği izlemeye gelen Drama Metropoliti Pavlos, etkinlik sonrası sahneye çıkarak Türkiye’den gelen Koronun en yaşlı ve kıdemlisi olan 1914 doğumlu Yanya göçmeni Lütfü Karadağ’a bir plaket sundu. Plaketi sunmazdan önce yaptığı konuşmasında Türkiye’den gelen konukları Türkçe selamladı ve “hoşgeldiniz” dedikten sonra şunları söyledi:
“Sizleri burada aramızda görmekten sevinç ve mutluluk duyuyoruz. Müzikler, tarihi kalıntılar bizleri birleştiriyor. Biz nasıl Türkiye’deki tarihi kalıntıları ziyaret ediyorsak, sizlerde buralara gelerek dedelerinizin yaşadığı yerleri görün. Sizler göçün acılarını iyi biliyorsunuz. Drama’dan ayrılırken şu mesajla gidin, söylemiş olduğunuz türkünün hikayesi olan bu köprü, burada yaşamış olan ve oradan buraya göç etmiş olan insanların sevgisini birleştiriyor. Çok teşekkür ederiz ve güle güle gidin.”
SÜMELA MANASTIRI’NDA AYİN YAPMAK İSTİYORUZ
Etkinliğin ardından salondan ayrılırken TRT Temsilcisi Birlik gazetesi sahibi İlhan Tahsin’e çok özel açıklamalarda bulunan Metropolit Pavlos şunları söyledi:
“Konuştuğunuz mükemmel Yunancadan ötürü sizleri tebrik ediyorum. Ben de göçmenim. Benim ailem Trabzon’dan Drama’ya göç etmiş. Zaman zaman gidip oralarını ziyaret ediyorum. Sümela Manastırı bizim için büyük önem taşıyor. Babalarımız oradan gelirken Meryem Ana’nın ikonunu oradan Darama’ya getirmişler. Bizim için kutsal olan bu ikonun yeri aslında orasıdır. Onun yeri oradadır. Eğer Türk devleti Sümela Manastırı’nda yılda birkaç defa ayin yapmamıza izin verirse, o kutsal ikonu yeniden oraya götürmeyi düşünüyoruz. Aslında bu Türkiye açısından da bir zenginliktir. Biz dinler arası hoşgörüye önem veriyoruz. Savaşlar artık geride kaldı. Sizler 80 milyonsunuz ve bizler sadece 10 milyonuz. Bu 10 milyon da zaten giderek yaşlanıyor, dolayısıyla savaşa dahi gerek yok. Umarım bizim kutsal bayramlarımızda Sümela Manastırı’nda ayin yapmamıza Türk Devleti müsade eder, bunu çok arzuluyoruz. Sümela Manastırı’nda ayin yapmak istiyoruz.” Dedi.
BİR DALDA İKİ KİRAZ, BİRİ AL BİRİ MAVİ
Onlar sahneye çıkarken heyecanlı ve yıllardır pek de dillendiremedikleri kimliklerini birlikte söylemenin rahatlığı içindeydiler. Vakıf başkanı Sefer Güvenç Yunanlılara “bir dalda iki kiraz” olan birer beyaz meddil hediye etti.
1925'te Selanik'ten başlayan yolculuğu şöyle anlatıyor bir mubadil: "Samsun'a gidecektik. Gemide çok sayıda tütüncü mübadildik. İstanbul'a vardığımızda liman idaresi, geminin Karadeniz'e gidemeyecek kadar eski olduğunu söyleyince çok üzüldük. Tütün dikme mevsimiydi, mutlaka gitmeliydik. Yola devam... Samsun'a tam üç günde vardık. Bizim Yunanlılarla öyle çok ortak yanımız var ki, birbirimize düşman olamayız."
Lozan Mübadilleri Vakfı Başkanı Sefer Güvenç'in, "mübadilliği bilince çıkarmasaydık, bu örgütlenme olmazdı," sözleriyle de daha anlaşılır oluyor.
1 Mayıs 1914 doğumlu Lütfü Karadağ ise hikayesini " 18 Temmuz 1924'de Yanya'dan vapurla İstanbul Pendik!e geldik" sözleriyle özetliyor.
Bu buluşmalarda en çok duyulan soru belli: "sizinkiler neredenmiş?"
Bizimkiler, Drama'dan.
Mübadiller, geçen yıl 30 Ocak günü ilk buluşmalarında , Türkiye'den Yunanistan'a giden mübadil konuklarıyla da beraberdiler. Ünlü müzisyen Monolis Rezolis , o toplantıda "Aşağıdan birileri tepinmedikçe, yukarıdan birileri vurmadıkça bu dostluk çökmez," demişti.
MÜBADİL KİME DENİR?
Mübadil, Lozan Barış Anlaşması'nın bir eki olan, Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti ile Yunanistan Hükümeti arasında, 30 Ocak 1923'de imzalanan "Halkların Mübadelesi Sözleşmesi " çerçevesinde zorla göç etmek zorunda kalan insanlara deniyor. İşte bu sözleşme çerçevesinde, Yunanistan'daki yerleşik Müslümanlar Anadolu'ya; Anadolu'da yerleşik Rumlar da Yunanistan'a göç etmek zorunda kaldılar.
Halkların mübadelesi sözleşmesi; sadece 1923'teki yerleşik nüfusu değil, 1912'den itibaren yurtlarını terk etmek zorunda kalanları da kapsıyordu . Bu anlamda fiili duruma yasal bir açıklık kazandırılmıştı.
Mübadele kapsamında Küçük Asya ve Trakya'dan Rumeli ve Adalar'a göç edenlerin sayısı 1,200,000, Rumeli ve Adalar'dan Anadolu ve Trakya'ya göç edenlerin sayısı, 600,000 kişi civarında kabul ediliyor.
HÜKÜMET İZNİ OLMADIKÇA
Sözleşmenin birinci maddesi'nde, "Türk topraklarında yerleşmiş Rum Ortodoks dininden Türk uyruklularla Yunan topraklarına yerleşmiş, Müslüman dininden Yunan uyrukluların, 1 Mayıs 1923'ten başlayarak zorunlu mübadelesine girişilecektir. Bu kimselerden hiçbiri, Türk hükümetinin izni olmadıkça Türkiye'ye ya da Yunan hükümetinin izni olmadıkça Yunanistan'a dönerek oraya yerleşemeyeceklerdir ."
"Türkiye'den Yunanistan'a göç edenlerin kültür, sanat ve folklorik değerleri korumak için çeşitli etkinlikler yaptıklarını, kendi aralarında dernekler, vakıflar kurarak örgütlendiklerini, araştırma enstitüleri, müzeler kurduklarını görüyoruz."
DRAMA KÖPRÜSÜ RUMELİ YÖRESİ
Drama köprüsü Hasan dardır geçilmez
Soğuktur suları Hasan bir tas içilmez
At martinini Debreli Hasan dağlar inlesin
Drama mahpusunda Hasan Karakedi dinlesin
Mezar taşlarını Hasan koyun mu sandın
Adam öldürmeyi Hasan oyun mu sandın
At martinini Debreli Hasan dağlar inlesin
Drama mahpusunda Hasan dostlar dinlesin
Drama köprüsü Hasan dardır daracık
Çok istemem Yanko Çorbacı bin beş yüz liracık
At martinini Debreli Hasan dağlar inlesin
Drama mahpusunda Hasan Karakedi dinlesin
Drama köprüsünü Hasan gece mi geçtin
Ecel şerbetini Hasan ölmeden mi içtin
At martinini Debreli Hasan dağlar inlesin
Drama mahpusunda Hasan dostlar dinlesin
alıntı..
--------------------------------------------------------------------------------
Belki Drama’lı Hasan artık aramızda yok, Drama Mahpusu’ndaki Karakedi çoktan beri inlemez olmuş. Martin tüfek çürümüş, barut kokusu yok olmuş, köprünün soğuk suları akmaz, tas ise toprak olmuş. Yanko çorbacı çoktaaaan gitmiş. Ama tek bir şey değişmemiş, o da “Drama köprüsü Hasan dardır geçilmez”
Evet, yılların gerçek bir öyküsü dillere destan olmuş Drama Türküsü. Halen onunla hüzünlenir, onunla coşarız. İçimizi bir hüzün kaplar o türküyü dinlediğimizde. Çünkü o türkü bize uyar, bizi bize anlatır. O türkü biziz aslında. O türkü damarlarımızda şırıl şırıl delice akan kıpkırmızı kandır. Köprünün özlemiyle birlikte güneşin doğuşunu seyretmeyi bekleriz. Kimbilir, belki sahiden güneş bir gün yeniden doğar o yeşil ormanların tepelerinden. Şahin bey’i de sırtına alarak süzülür Drama’nın ovasına. Yanındaki Serez ovası altın yuvası derler ya, işte aslında gönlümüzün parıltısı odur. Biz o parıltıya aşığız, yüreğimiz temiz, kalplerimiz yankı edercesine parıltıyla etrafına ışık saçar.
Ammaaaa, o ışığın kim ki farkındadır?
Değerli okurlarım, yeter bukadar zannedersem. Daha yazacak çok şeyler var bende. Şair değilim, ama hatasıyla doğrusuyla, günahıyla sevabıyla içimden yazmak geliyor. Drama’da yaşayan Türkler uzun yıllar önce Türkiye’ye göç ederek kendilerine yeni bir vatan edinmiş olsalarda, halen yürekleri buralarda çarpıyor. Osmanlı döneminden bu yana Balkan coğrafyasındaki hareketlerde çok önemli bir yeri olan, adına türküler yakılan ve bizim Batı Trakya’mızda da geniş bir şekilde halen günümüzde ağızdan ağıza dolaşıp söylenen Drama Köprüsü türküsü sonunda taş yerinde ağırır misali ortaya çıktı ve tam anlamıyla gerçekleşti. Böylece Drama köprüsünün yeri konusunda bugüne kadar net ortak bir görüş oluşmamış, aksine köprünün nerede ve hangisi olduğu bilinmiyordu. İşte Drama’daki Mübadiller Derneği başkanı Nikos Laçistalis, Drama Köprüsü'nün yerini tespit ettiğini açıkladı. Drama’lı Hasan’ın türküsü vardı ancak köprüsü yoktu. Şimdi artık hem türküsü var, hem de Drama’nın bir de halkları birleştirecek bir köprüsü var.
Bu bilgi üzerine Lozan Mübadilleri Vakfı'nı Drama’ya davet eden Başkan Laçistalis, bir önemli projeye de imza atmış oldu. Lozan Mubadilleri Vakfı Korosu İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti etkinlikleri kapsamında Selanik ya da Atina’da vermeyi planladığı konseri Drama’da gerçekleştirildi.
Konserde İstanbul Türküleri ile “Drama Köprüsü Bre Hasan”, “Drama’nın İçinde Yaparlar Pazar” adlı türküler önce korolar tarafından ayrı ayrı, daha sonra da birlikte Türkçe ve Yunanca olarak seslendirildi. Lozan Mubadilleri Vakfı Korosu ile Bizans Müziği Kavalas-Sofias Neohoritu koroları Konser sonunda Drama’lılar tarafından ayakta alkışlandı.
Koronun içinde önemli bir konuya değinmeden geçemeyeceğim. Narlıköy’lü olan, T.C. eski Karayolları Genel Müdürü Ali Ağaoğlu’nun kızı bayan Yasemen Ağaoğlu da koronun içinde Drama türkülerini okudu. Kendisi aslen Narlıköylü ancak İstanbul’da ikamet ediyor. Ali Ağaoğlu aynı zamanda Susurköy eski belediye başkanı Mustafa Mustaoğlu’nun da amcasıdır.
NİKOS LAÇİSTALİS: “TÜRKİYE’DEN BÖLGEMİZE BU KÖPRÜYÜ GÖRMEYE GELSİNLER”
“Drama Küçükasyalılar Kültür Derneği başkanıyım ve aynı zamanda bir araştırmacı olarak 19. ve 20. Yüzyılın Drama’sını araştırıyorum. Türk’lerin yaşadığı dönem ve daha sonrasını araştırıyorum. Bu araştırmalar esnasında, sizlerinde bildiği gibi türkülere konu olan “Drama Köprüsü”nü nihayet buldum. Önceleri orasımıydı, burasımıydı der dururduk ve elimizde sağlıklı bilgiler yoktu. Ancak bu gün şunu emin olarak söyleyebilirim, Drama Köprüsü Nikifiros (Nusratlı) köyünde bulundu. Türkünün içinde de geçtiği gibi bu gün halen ancak ayakta kalan bölümleriyle tarihe tanıklık etmektedir. Evet, Drama Köprüsü dardır, Drama Köprüsü buradadır. Bu önemli neticenin ardından Türkiye’den sürekli bölgemizi ziyarete gelen dostlarımızı, arkadaşlarımızı buraya davet ettim. Kendilerini davet ettim ve gerçek belgelerle kendilerine Drama’lı Hasan’ın köprüsünün bu köprü olduğunu göstermiş oldum. Köprünün bulunduğu bölgeye gittik ve ardından Drama Belediyesi ve diğer belediyelerin de katkılarıyla bu güzel ve anlamlı geceyi organize ettik. Sizlerinde gördüğü gibi bu akşam burada Türkiye’den gelen Lozan Mubadilleri Vakfı Korsu ile bizim derneğimizin korosu Drama Köprüsü türküsünü Yunanca ve Türkçe olarak birlikte söylediler. Bizlerin bu buluşması burada ikinci defa gerçekleşiyor. Bizlerde İstanbul’a gidip ortaklaşa etkinlikler gerçekleştiriyoruz.
Sonuç itibarıyla gerçek köprünün bulunmasının ardından, Drama Köprüsü halkları birleştiren ve sevgi saygı çerçevesinde birlikte kalkınarak yaşamalarına vesile olsun.
Şans artık sizin elinizde, Türklerin demek istiyorum çünkü Drama Köprüsü’nün öyküsü türkülere konu olmuş ve tüm Türkiye’de derin bir şekilde ağızdan ağıza yıllarca süregelerek söyleniyor. Bu vesileyle bölgemizde bulunan bu köprünün tanıtımını en iyi şekilde yaparak Türkiye genelinden bölgemize bu köprüyü görmeye gelsinler.”
SEFER GÜVENÇ: “DRAMA KÖPRÜSÜ’NÜN TÜRKÜSÜ VARDI, KENDİSİ YOKTU”
Lozan Mübadilleri Vakfı başkanı Sefer Güvenç Birlik gazetesine bu etkinlik hakkında şunları söyledi:
“Drama Köprüsü’nün türküsü vardı, kendisi yoktu. Drama’yı ziyaret eden bütün Mübadillerin yani Drama bölgesinden göç etmiş olan ailelerin çocukları ve torunlarının sorduğu ilk soru “Drama Köprüsü nerededir? Bugüne kadar aldıkları cevap, “Drama’da köprü yoktur” olmuştu. Ancak buradaki Mübadillerin başkanı Nikos Laçistalis uzun bir çalışmadan sonra Drama Köprüsü’nün yerini tespit etti ve bizide bu konuda bilgilendirdi. Bizde “İstanbul 2010” Kültür Etkinlikleri kapsamında Yunanistan’da vermeyi düşündüğümüz konseri Drama’ya kaydırdık. Böylece Drama Köprüsü bir Kültür köprüsü, barış köprüsü oldu. Ben Drama halkına, Drama belediyesine ve diğer belediyelere ve başkan Nikos Laçistalis’e ve emeği geçen herkese çok teşekkür ediyorum.”
Drama Valiliği’nde bulunan “Konstandinos Karamanlis Kültür Etkinlikleri” salonunda gerçekleşen etkinliği izlemeye gelen Drama Metropoliti Pavlos, etkinlik sonrası sahneye çıkarak Türkiye’den gelen Koronun en yaşlı ve kıdemlisi olan 1914 doğumlu Yanya göçmeni Lütfü Karadağ’a bir plaket sundu. Plaketi sunmazdan önce yaptığı konuşmasında Türkiye’den gelen konukları Türkçe selamladı ve “hoşgeldiniz” dedikten sonra şunları söyledi:
“Sizleri burada aramızda görmekten sevinç ve mutluluk duyuyoruz. Müzikler, tarihi kalıntılar bizleri birleştiriyor. Biz nasıl Türkiye’deki tarihi kalıntıları ziyaret ediyorsak, sizlerde buralara gelerek dedelerinizin yaşadığı yerleri görün. Sizler göçün acılarını iyi biliyorsunuz. Drama’dan ayrılırken şu mesajla gidin, söylemiş olduğunuz türkünün hikayesi olan bu köprü, burada yaşamış olan ve oradan buraya göç etmiş olan insanların sevgisini birleştiriyor. Çok teşekkür ederiz ve güle güle gidin.”
SÜMELA MANASTIRI’NDA AYİN YAPMAK İSTİYORUZ
Etkinliğin ardından salondan ayrılırken TRT Temsilcisi Birlik gazetesi sahibi İlhan Tahsin’e çok özel açıklamalarda bulunan Metropolit Pavlos şunları söyledi:
“Konuştuğunuz mükemmel Yunancadan ötürü sizleri tebrik ediyorum. Ben de göçmenim. Benim ailem Trabzon’dan Drama’ya göç etmiş. Zaman zaman gidip oralarını ziyaret ediyorum. Sümela Manastırı bizim için büyük önem taşıyor. Babalarımız oradan gelirken Meryem Ana’nın ikonunu oradan Darama’ya getirmişler. Bizim için kutsal olan bu ikonun yeri aslında orasıdır. Onun yeri oradadır. Eğer Türk devleti Sümela Manastırı’nda yılda birkaç defa ayin yapmamıza izin verirse, o kutsal ikonu yeniden oraya götürmeyi düşünüyoruz. Aslında bu Türkiye açısından da bir zenginliktir. Biz dinler arası hoşgörüye önem veriyoruz. Savaşlar artık geride kaldı. Sizler 80 milyonsunuz ve bizler sadece 10 milyonuz. Bu 10 milyon da zaten giderek yaşlanıyor, dolayısıyla savaşa dahi gerek yok. Umarım bizim kutsal bayramlarımızda Sümela Manastırı’nda ayin yapmamıza Türk Devleti müsade eder, bunu çok arzuluyoruz. Sümela Manastırı’nda ayin yapmak istiyoruz.” Dedi.
BİR DALDA İKİ KİRAZ, BİRİ AL BİRİ MAVİ
Onlar sahneye çıkarken heyecanlı ve yıllardır pek de dillendiremedikleri kimliklerini birlikte söylemenin rahatlığı içindeydiler. Vakıf başkanı Sefer Güvenç Yunanlılara “bir dalda iki kiraz” olan birer beyaz meddil hediye etti.
1925'te Selanik'ten başlayan yolculuğu şöyle anlatıyor bir mubadil: "Samsun'a gidecektik. Gemide çok sayıda tütüncü mübadildik. İstanbul'a vardığımızda liman idaresi, geminin Karadeniz'e gidemeyecek kadar eski olduğunu söyleyince çok üzüldük. Tütün dikme mevsimiydi, mutlaka gitmeliydik. Yola devam... Samsun'a tam üç günde vardık. Bizim Yunanlılarla öyle çok ortak yanımız var ki, birbirimize düşman olamayız."
Lozan Mübadilleri Vakfı Başkanı Sefer Güvenç'in, "mübadilliği bilince çıkarmasaydık, bu örgütlenme olmazdı," sözleriyle de daha anlaşılır oluyor.
1 Mayıs 1914 doğumlu Lütfü Karadağ ise hikayesini " 18 Temmuz 1924'de Yanya'dan vapurla İstanbul Pendik!e geldik" sözleriyle özetliyor.
Bu buluşmalarda en çok duyulan soru belli: "sizinkiler neredenmiş?"
Bizimkiler, Drama'dan.
Mübadiller, geçen yıl 30 Ocak günü ilk buluşmalarında , Türkiye'den Yunanistan'a giden mübadil konuklarıyla da beraberdiler. Ünlü müzisyen Monolis Rezolis , o toplantıda "Aşağıdan birileri tepinmedikçe, yukarıdan birileri vurmadıkça bu dostluk çökmez," demişti.
MÜBADİL KİME DENİR?
Mübadil, Lozan Barış Anlaşması'nın bir eki olan, Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti ile Yunanistan Hükümeti arasında, 30 Ocak 1923'de imzalanan "Halkların Mübadelesi Sözleşmesi " çerçevesinde zorla göç etmek zorunda kalan insanlara deniyor. İşte bu sözleşme çerçevesinde, Yunanistan'daki yerleşik Müslümanlar Anadolu'ya; Anadolu'da yerleşik Rumlar da Yunanistan'a göç etmek zorunda kaldılar.
Halkların mübadelesi sözleşmesi; sadece 1923'teki yerleşik nüfusu değil, 1912'den itibaren yurtlarını terk etmek zorunda kalanları da kapsıyordu . Bu anlamda fiili duruma yasal bir açıklık kazandırılmıştı.
Mübadele kapsamında Küçük Asya ve Trakya'dan Rumeli ve Adalar'a göç edenlerin sayısı 1,200,000, Rumeli ve Adalar'dan Anadolu ve Trakya'ya göç edenlerin sayısı, 600,000 kişi civarında kabul ediliyor.
HÜKÜMET İZNİ OLMADIKÇA
Sözleşmenin birinci maddesi'nde, "Türk topraklarında yerleşmiş Rum Ortodoks dininden Türk uyruklularla Yunan topraklarına yerleşmiş, Müslüman dininden Yunan uyrukluların, 1 Mayıs 1923'ten başlayarak zorunlu mübadelesine girişilecektir. Bu kimselerden hiçbiri, Türk hükümetinin izni olmadıkça Türkiye'ye ya da Yunan hükümetinin izni olmadıkça Yunanistan'a dönerek oraya yerleşemeyeceklerdir ."
"Türkiye'den Yunanistan'a göç edenlerin kültür, sanat ve folklorik değerleri korumak için çeşitli etkinlikler yaptıklarını, kendi aralarında dernekler, vakıflar kurarak örgütlendiklerini, araştırma enstitüleri, müzeler kurduklarını görüyoruz."
DRAMA KÖPRÜSÜ RUMELİ YÖRESİ
Drama köprüsü Hasan dardır geçilmez
Soğuktur suları Hasan bir tas içilmez
At martinini Debreli Hasan dağlar inlesin
Drama mahpusunda Hasan Karakedi dinlesin
Mezar taşlarını Hasan koyun mu sandın
Adam öldürmeyi Hasan oyun mu sandın
At martinini Debreli Hasan dağlar inlesin
Drama mahpusunda Hasan dostlar dinlesin
Drama köprüsü Hasan dardır daracık
Çok istemem Yanko Çorbacı bin beş yüz liracık
At martinini Debreli Hasan dağlar inlesin
Drama mahpusunda Hasan Karakedi dinlesin
Drama köprüsünü Hasan gece mi geçtin
Ecel şerbetini Hasan ölmeden mi içtin
At martinini Debreli Hasan dağlar inlesin
Drama mahpusunda Hasan dostlar dinlesin
alıntı..
28 Nisan 2010 Çarşamba
24 Nisan 2010 Cumartesi
KIZIM BAHARA ALDANMA,ÜSTÜNE YİNE DE BİR ŞİİR AL SEN/ PELİN ONAY
KIZIM BAHARA ALDANMA,ÜSTÜNE YİNE DE BİR ŞİİR AL SEN/ PELİN ONAY
--------------------------------------------------------------------------------
Düş(me)ler.../...Aşk Bitti.. - Pelin Onay
------------------------------------------------------------------------
..üstat, beni müsait bir şiirde indir...
I
bugün bir şiir bile uğramadı yanıma
sana uğradı mı bilmiyorum
pencere kenarında yağmuru seyrettik yalnızlığımla,
balkona astığımız düşlerimizi içeri aldıktan sonra
kimsenin öğretmediği bir şeyi öğretmeni dilerdim../..ayrılırken
ama sen herkesin öğrettiğini yineledin
şimdi aşk../..inançlarını yitiren bir ayyaştır köprü altlarımda
deniz kabuklarından bir mumluk yapmıştım sana,
vermeye zamanım olmadı
şimdilerde içinde yakıyorum,
sesini DUYuramayan kelimelerimin yorgunluğunu
biliyor musun../..bilmem
sen cümlelerimin 1. Kordonuydun
II
..susmaya gidiyorum.../..birazdan dönerim..
acil servis gibi yetiştim bütün kanamalı sevdalarıma
yanlarına gittiğimde,
odaları boştu, çarşafları temiz
bir küçük not bile yoktu../..”kurtardığınız için teşekkür ederiz”
bu yüzden emekliliğimi istedim yorgun aşkların baş hekiminden
tazminatım suskunluk
beni ait olmadığım şehirlerde aramayın,
adresimin caddesi../..burukluk
III
..teri soğumamış bir ayrılıkla içilen özlem, ateş yapar..
dün gibi hatırlıyorum ayrıldığımız günü
24 ocak../..kış../..kıyamet../..felaket
sanki herkes beni görmek için toplanmıştı şehir meydanında
parmaklarıyla gösteriyorlardı../..“işte bu kadın terk edildi” naralarıyla
bu günlerde../.dalgasını geçebiliyorum vedaların
o günlerde../..serum kokularına bulaşmıştı bütün kılcal damarlarım
gerçekte kim olduğunu çok düşündüm,
özleminin yer yer sağanak yağışlı olduğu zamanlarda
galiba artık biliyorum
sen../..büyümeye zamanı olmayan çocukların,
dar zamanlarda attığı içten bir kahkahasın
beni beklemeye gidiyordun.../..galiba yolu şaşırdın
IV
...bu şiire girmek hüzünlü ve yaşlıdır..
biraz önce gözlerimden düştün
seni ıslattığım için üzgünüm
yanaklarımda kurumanı istemezdim,
dudaklarıma almışken ıslaklığını
sen../..gözlerim../..ve katre
sana yaşatmak istediğim çok şey vardı,
aşk’da kısa çubuğu ben çektim...
V
...kırgınlıklarımı kaybettim, hükümsüzdür...
sabaha karşı gittiğin için bağışladım seni
sen de kendini bağışladın mı../.. bilmiyorum
zor oldu indirmek resimlerini duvarlardan
ki tozlanma diye albümlerde yaşatmadım seni
seni../..bir “anı” olsun diye sevmedim
...ve hiç aldatmadım../..kirpiklerimle bile
çok önceleri sorduğum bir soruydu,
“şiir bir aşk’ı kurtarabilir mi? ” diye
otuzuma yaklaşırken gülümsüyorum da,
şiir bir aşk’ın ancak bekçisi olabilir
VI
...bu şiirde U dönüşü yapılmaz...
illegaldir bütün terk edişler,
ölümlerde dahil...
VII
...kızım bahara aldanma, üstüne yine de bir şiir al sen..
mayıs’ın çocuklarıyız ikimizde
belki de bu yüzden acele ettik ayrılmak için,
tenlerimizin ateşi bizi kavurmasın diye..
biliyorsun../..çok erken aldım hediyemi senden
seninkini vermek içinse çok geç
doğum günün kutlu olsun../..unutmadı giritlalesi
mumlarını söndürdüm../..yüzümde gönderdiğim dileklerin gölgesi
VII
...aşk dersem çık, ayrılık dersem çıkma..
dedim../..çıkmadın
aşk bitti...
PELIN ONAY
alıntı
--------------------------------------------------------------------------------
Düş(me)ler.../...Aşk Bitti.. - Pelin Onay
------------------------------------------------------------------------
..üstat, beni müsait bir şiirde indir...
I
bugün bir şiir bile uğramadı yanıma
sana uğradı mı bilmiyorum
pencere kenarında yağmuru seyrettik yalnızlığımla,
balkona astığımız düşlerimizi içeri aldıktan sonra
kimsenin öğretmediği bir şeyi öğretmeni dilerdim../..ayrılırken
ama sen herkesin öğrettiğini yineledin
şimdi aşk../..inançlarını yitiren bir ayyaştır köprü altlarımda
deniz kabuklarından bir mumluk yapmıştım sana,
vermeye zamanım olmadı
şimdilerde içinde yakıyorum,
sesini DUYuramayan kelimelerimin yorgunluğunu
biliyor musun../..bilmem
sen cümlelerimin 1. Kordonuydun
II
..susmaya gidiyorum.../..birazdan dönerim..
acil servis gibi yetiştim bütün kanamalı sevdalarıma
yanlarına gittiğimde,
odaları boştu, çarşafları temiz
bir küçük not bile yoktu../..”kurtardığınız için teşekkür ederiz”
bu yüzden emekliliğimi istedim yorgun aşkların baş hekiminden
tazminatım suskunluk
beni ait olmadığım şehirlerde aramayın,
adresimin caddesi../..burukluk
III
..teri soğumamış bir ayrılıkla içilen özlem, ateş yapar..
dün gibi hatırlıyorum ayrıldığımız günü
24 ocak../..kış../..kıyamet../..felaket
sanki herkes beni görmek için toplanmıştı şehir meydanında
parmaklarıyla gösteriyorlardı../..“işte bu kadın terk edildi” naralarıyla
bu günlerde../.dalgasını geçebiliyorum vedaların
o günlerde../..serum kokularına bulaşmıştı bütün kılcal damarlarım
gerçekte kim olduğunu çok düşündüm,
özleminin yer yer sağanak yağışlı olduğu zamanlarda
galiba artık biliyorum
sen../..büyümeye zamanı olmayan çocukların,
dar zamanlarda attığı içten bir kahkahasın
beni beklemeye gidiyordun.../..galiba yolu şaşırdın
IV
...bu şiire girmek hüzünlü ve yaşlıdır..
biraz önce gözlerimden düştün
seni ıslattığım için üzgünüm
yanaklarımda kurumanı istemezdim,
dudaklarıma almışken ıslaklığını
sen../..gözlerim../..ve katre
sana yaşatmak istediğim çok şey vardı,
aşk’da kısa çubuğu ben çektim...
V
...kırgınlıklarımı kaybettim, hükümsüzdür...
sabaha karşı gittiğin için bağışladım seni
sen de kendini bağışladın mı../.. bilmiyorum
zor oldu indirmek resimlerini duvarlardan
ki tozlanma diye albümlerde yaşatmadım seni
seni../..bir “anı” olsun diye sevmedim
...ve hiç aldatmadım../..kirpiklerimle bile
çok önceleri sorduğum bir soruydu,
“şiir bir aşk’ı kurtarabilir mi? ” diye
otuzuma yaklaşırken gülümsüyorum da,
şiir bir aşk’ın ancak bekçisi olabilir
VI
...bu şiirde U dönüşü yapılmaz...
illegaldir bütün terk edişler,
ölümlerde dahil...
VII
...kızım bahara aldanma, üstüne yine de bir şiir al sen..
mayıs’ın çocuklarıyız ikimizde
belki de bu yüzden acele ettik ayrılmak için,
tenlerimizin ateşi bizi kavurmasın diye..
biliyorsun../..çok erken aldım hediyemi senden
seninkini vermek içinse çok geç
doğum günün kutlu olsun../..unutmadı giritlalesi
mumlarını söndürdüm../..yüzümde gönderdiğim dileklerin gölgesi
VII
...aşk dersem çık, ayrılık dersem çıkma..
dedim../..çıkmadın
aşk bitti...
PELIN ONAY
alıntı
Kadri'ni Biliyorum... /... Gülümse
..şair dostum Kadri Karahan'a ithafen..
sen../..açık denizlerin tutkulu denizcisi
sen../..lirik sarhoşlukların ağdalı gülümseyişi
sen...şair!
girdabında boğulmadan sevdaların,
düze çıkmıyor umutlar./..bilirsin,
acıyı tatmadan kapıya dayanmıyor gülüşler
ağladığını söylersen../..ağla derim
ağla!
yanaklar ıslanmayınca parlamıyor gözler
toprağım../..görüyorsun işte
bir bahar daha düşüyor gençliğimizin üzerine
mayıs'ın yapraklarındaki çocukluk büyüyor
zaman, ellerimizden zorla alınan bir oyuncak değil
yaşayacak ve kanatacaksın gözü dönmüş vedaları
bu ıslak çırpınışlar geçecek../..bize ait değil
unutma..!
iki yüzlü sarılmaların şarkısını besteleyemezsin
açık tut yüreğini,
ben sana Ege’nin hoyrat rüzgarından ritimler göndereceğim
sirtaki kokan kadehlere Rembetiko dökeceğim
sagapo filemu*../..bunu hep söyleyeceğim
sen../..çıldırmış firarların kanı oynak sâkisi
sen../..hüznün mabedinde dua eden çengi
sen..şair..!
dostluğun../..yorgun yüreğimde gülümseyen bir şarkıdır
söylüyorum..dinle..
"...samyotisa....samyotisa......"
doğum günün kutlu olsun..ben, şair yüreğindeki Marlin..
---
*sagapo filemu: rumca'da(erkekler için), "seni seviyorum dostum" demek..
alıntı
sen../..açık denizlerin tutkulu denizcisi
sen../..lirik sarhoşlukların ağdalı gülümseyişi
sen...şair!
girdabında boğulmadan sevdaların,
düze çıkmıyor umutlar./..bilirsin,
acıyı tatmadan kapıya dayanmıyor gülüşler
ağladığını söylersen../..ağla derim
ağla!
yanaklar ıslanmayınca parlamıyor gözler
toprağım../..görüyorsun işte
bir bahar daha düşüyor gençliğimizin üzerine
mayıs'ın yapraklarındaki çocukluk büyüyor
zaman, ellerimizden zorla alınan bir oyuncak değil
yaşayacak ve kanatacaksın gözü dönmüş vedaları
bu ıslak çırpınışlar geçecek../..bize ait değil
unutma..!
iki yüzlü sarılmaların şarkısını besteleyemezsin
açık tut yüreğini,
ben sana Ege’nin hoyrat rüzgarından ritimler göndereceğim
sirtaki kokan kadehlere Rembetiko dökeceğim
sagapo filemu*../..bunu hep söyleyeceğim
sen../..çıldırmış firarların kanı oynak sâkisi
sen../..hüznün mabedinde dua eden çengi
sen..şair..!
dostluğun../..yorgun yüreğimde gülümseyen bir şarkıdır
söylüyorum..dinle..
"...samyotisa....samyotisa......"
doğum günün kutlu olsun..ben, şair yüreğindeki Marlin..
---
*sagapo filemu: rumca'da(erkekler için), "seni seviyorum dostum" demek..
alıntı
GİRİTLİ BABAM İÇİN...
GİRİTLİ BABAM İÇİN...
Yıllardan bindokuzyüzotuzbir, aylardan ağustos
Yani sıcak mı sıcak günler işte...
Daha da sıcak bir aileye geldi babam
Hepimizin girdiği kapıdan.
Zaman öyle zaman ki; gün, gün peşinde
Epeyce kardeş ve daha sonra da bir eş
Çoğu kez bir saat bile görmeden güneş
Çalıştı, evine yardımcı olasıya
Tren kapılarından sarkıp börek satasıya
Metin bir adamdı ve durmadan Savaşır'dı.
Bildiğim ve aklımdaki tek şey,
Babamdı benim, bana dedemden kalma en güzel anı
O bir Girit çocuğu idi, soyu ile övünen
Babamdı benim, son gün yüzü gördüğü anda,
Alnı benim tarafımdan öpülen.
Ah!! dedim ilk kez eve döndüğümde, O'ndan sonsuza dek ayrılıp,
İşte o an özledim babamı, bakındım ama sarılamayıp,
Ve anladım ki, O'na layık olanı yaptı, önce bir gülümsedi
Sonra girdiği Kapının daha güzelinden çıkıp gitti.
SAKİN ADAM
ALINTI
Yıllardan bindokuzyüzotuzbir, aylardan ağustos
Yani sıcak mı sıcak günler işte...
Daha da sıcak bir aileye geldi babam
Hepimizin girdiği kapıdan.
Zaman öyle zaman ki; gün, gün peşinde
Epeyce kardeş ve daha sonra da bir eş
Çoğu kez bir saat bile görmeden güneş
Çalıştı, evine yardımcı olasıya
Tren kapılarından sarkıp börek satasıya
Metin bir adamdı ve durmadan Savaşır'dı.
Bildiğim ve aklımdaki tek şey,
Babamdı benim, bana dedemden kalma en güzel anı
O bir Girit çocuğu idi, soyu ile övünen
Babamdı benim, son gün yüzü gördüğü anda,
Alnı benim tarafımdan öpülen.
Ah!! dedim ilk kez eve döndüğümde, O'ndan sonsuza dek ayrılıp,
İşte o an özledim babamı, bakındım ama sarılamayıp,
Ve anladım ki, O'na layık olanı yaptı, önce bir gülümsedi
Sonra girdiği Kapının daha güzelinden çıkıp gitti.
SAKİN ADAM
ALINTI
GİRİT'TEN BİR MÜBADİL / CEVAT ÇAPAN ( 1933)
CEVAT ÇAPAN (1933)
GİRİT'TEN BİR MÜBADİL
Deniz kıyısındaki
o ahşap ev yıkılmadan,
taşlığında acı suyunu
kova kova çekip
taraçaya döken yorgun ihtiyar
Girit'ten getirdiği kitaplarını
kiloyla eskiciye satmadan,
teneke kutularda karanfil yetiştirir,
nargilesini fokurdatırdı denize karşı.
Deniz yumuşak dalgalarla,
sallar, uyuturdu evi.
Evdeki öksüz kızlarını düşünürdü adam,
Kim bilir kimlerle evlenip
nerelere gideceklerini.
Arada bir gemi geçip giderdi
uzaktan
uzaklara.
alıntı
GİRİT'TEN BİR MÜBADİL
Deniz kıyısındaki
o ahşap ev yıkılmadan,
taşlığında acı suyunu
kova kova çekip
taraçaya döken yorgun ihtiyar
Girit'ten getirdiği kitaplarını
kiloyla eskiciye satmadan,
teneke kutularda karanfil yetiştirir,
nargilesini fokurdatırdı denize karşı.
Deniz yumuşak dalgalarla,
sallar, uyuturdu evi.
Evdeki öksüz kızlarını düşünürdü adam,
Kim bilir kimlerle evlenip
nerelere gideceklerini.
Arada bir gemi geçip giderdi
uzaktan
uzaklara.
alıntı
GİRİT`TE YAŞAYAN NAĞMELERİMİZ
Geleneksel müziğimizin öğretilmeye başlandığı Girit'te Yunanlı öğrencilere ud, kanun, ney, tanbur ve bağlama dersleri veren sanatçılarımızın öncülüğünde iki ülke arasında dostluk köprüleri atılmaya başlandı.
ŞAMİL KUCUR/İSTANBUL
Asırlarca Girit'in idaresine hakim olan Osmanlıların sanat ve musiki kültürü, adada silinmesi mümkün olmayan derin izler bırakmıştı. Girit'in Osmanlıdan koparılması ve Türk nüfusunun mübadele sonucunda Türkiye'ye göçetmesine rağmen adanın taşına, toprağına ve insanların ruhuna işlenmiş olan Osmanlı -Türk musıkisi sökülüp atılamamış. Son yıllarda Girit Adası'nda ney, tanbur, bağlama, ud ve kanun öğrenme arzusundaki Yunanlı gençlerin eğitim gördükleri bir okuldan nağmelerimiz tekrar ses vermeye başladı. Ross Dally adındaki ünlü bir müzikoloğun öncülüğünde Girit Adası'nda kurulan okul, tarihi bir binanın restorasyonu sonrasında hizmete girmiş. Geleneksel müziklerin öğretildiği okulda Yunanistan'ın değişik şehirlerinden gelen çok sayıda öğrenci, yılın belirli zamanlarında biraraya gelerek dersler alıyor. Yunan hükümeti tarafından desteklenen okuldaki öğrencilerin bir çoğu profesyonel piyano, gitar, flüt çalabilen bu öğrenciler konservatuar mezunu, bir bölümü de öğretim görevlisi. Okuldaki derslerde Klasik Türk Müziği, Tasavvuf müziği ve Halk müziği eserlerini meşk eden Yunanlı öğrenciler, iki ülke toplumları arasında kültürel ilişkilerin daha da geliştirilmesini gerektiğini dile getiriyorlar. Ders alan öğrenciler arasında en ilginç görüntüyü ise enstrüman çalmayı öğrenebilmek için Türk hocaların derslerine katılan Hristiyan rahipler oluşturuyor.
Türk hocalardan ders alıyorlar Girit Adası'ndaki okulda müziğimize aşık olan Yunanlı gençlere Türk musikisinin ünlü sanatkarları ud, ney, tanbur, kanun ve bağlama dersleri veriyor. Neyzen Ömer Erdoğdular, Girit'e gittiği andan itibaren kendisini dost bir insan topluluğunun karşılaması, neyi ve klasik musikimizi aşk derecesinde seven öğrencileri karşısında bulması onun da öğretme şevkini artırmış. Erdoğdular, okulda bulundukları süre içersinde zaman zaman duygusal anlara da şahit olmuş. Kendisinin de hocası olan ney üstadı Niyazi Sayın'ın ney taksimlerini dinleyen ve Onu kendilerine örnek alan gençleri görünce duygularına hakim olamayarak gözyaşlarını tutamamış.
Müzikle dostluk köprüsü Okulun ud hocası son dönemde yurtiçi ve yurtdışında ud'u en iyi temsil eden sanatçılardan Necati Çelik. Girit'teki okulda yıllardır ders veren Çelik, çok sayıdaki öğrencisine "Udu sevdirmek ve öğretmek benim için büyük bir zevk ve mutluluk" diyerek derslerine devam ediyor. Usta sanatçı Mehmet Erenler'i özellikle halk müziğinin klasik ve en zor eserlerine öğrencilerin ilgi göstermesi hayrete düşürmüş. Erenler, okulda verdiği derslerde saatlarce ara vermeden, bıkmadan usanmadan çalışan öğrencileri Türkiye'de müzik severlerin de dinlemelerini gertiğine inanıyor. Müzik ve sanatın politikanın önünde gittiğini ve yeni dostluk kapıları açtığını belirten Erenler, müziğin toplumlar arası iletişimdeki önemini vurguluyor. Kanun sanatçısı Halil Karaduman da gelecek günlerde öğrencilerinin kanun melodilerinin Yunanistan'ın her yerinden duyulacağını söylüyor.
Müze çalışmalarına destek bekliyorlar
Okulda çeşitli sazlar öğretilirken diğer yandan nota repertuar, yazılı, sesli ve görsel belgelerden oluşacak geniş bir arşiv çalışması yapılıyor. Çeşitli sazlardan oluşan müze oluşturma çalışmalarına dost Türkiye'den de destek bekleyen okul öğrencileri ve hocaları, desteğin esirgenmeyeceğinden emin olduklarını belirtiyor. Geleneksel müziğimizi sazın ve sözü ile aşk ve şevk ile öğrenen ve icra eden Yunanlı gençlerin en büyük arzuları, İstanbul'da verecekleri bir konser ile yeni yeni dostluk köprüleri kurabilmek.
alıntı
ŞAMİL KUCUR/İSTANBUL
Asırlarca Girit'in idaresine hakim olan Osmanlıların sanat ve musiki kültürü, adada silinmesi mümkün olmayan derin izler bırakmıştı. Girit'in Osmanlıdan koparılması ve Türk nüfusunun mübadele sonucunda Türkiye'ye göçetmesine rağmen adanın taşına, toprağına ve insanların ruhuna işlenmiş olan Osmanlı -Türk musıkisi sökülüp atılamamış. Son yıllarda Girit Adası'nda ney, tanbur, bağlama, ud ve kanun öğrenme arzusundaki Yunanlı gençlerin eğitim gördükleri bir okuldan nağmelerimiz tekrar ses vermeye başladı. Ross Dally adındaki ünlü bir müzikoloğun öncülüğünde Girit Adası'nda kurulan okul, tarihi bir binanın restorasyonu sonrasında hizmete girmiş. Geleneksel müziklerin öğretildiği okulda Yunanistan'ın değişik şehirlerinden gelen çok sayıda öğrenci, yılın belirli zamanlarında biraraya gelerek dersler alıyor. Yunan hükümeti tarafından desteklenen okuldaki öğrencilerin bir çoğu profesyonel piyano, gitar, flüt çalabilen bu öğrenciler konservatuar mezunu, bir bölümü de öğretim görevlisi. Okuldaki derslerde Klasik Türk Müziği, Tasavvuf müziği ve Halk müziği eserlerini meşk eden Yunanlı öğrenciler, iki ülke toplumları arasında kültürel ilişkilerin daha da geliştirilmesini gerektiğini dile getiriyorlar. Ders alan öğrenciler arasında en ilginç görüntüyü ise enstrüman çalmayı öğrenebilmek için Türk hocaların derslerine katılan Hristiyan rahipler oluşturuyor.
Türk hocalardan ders alıyorlar Girit Adası'ndaki okulda müziğimize aşık olan Yunanlı gençlere Türk musikisinin ünlü sanatkarları ud, ney, tanbur, kanun ve bağlama dersleri veriyor. Neyzen Ömer Erdoğdular, Girit'e gittiği andan itibaren kendisini dost bir insan topluluğunun karşılaması, neyi ve klasik musikimizi aşk derecesinde seven öğrencileri karşısında bulması onun da öğretme şevkini artırmış. Erdoğdular, okulda bulundukları süre içersinde zaman zaman duygusal anlara da şahit olmuş. Kendisinin de hocası olan ney üstadı Niyazi Sayın'ın ney taksimlerini dinleyen ve Onu kendilerine örnek alan gençleri görünce duygularına hakim olamayarak gözyaşlarını tutamamış.
Müzikle dostluk köprüsü Okulun ud hocası son dönemde yurtiçi ve yurtdışında ud'u en iyi temsil eden sanatçılardan Necati Çelik. Girit'teki okulda yıllardır ders veren Çelik, çok sayıdaki öğrencisine "Udu sevdirmek ve öğretmek benim için büyük bir zevk ve mutluluk" diyerek derslerine devam ediyor. Usta sanatçı Mehmet Erenler'i özellikle halk müziğinin klasik ve en zor eserlerine öğrencilerin ilgi göstermesi hayrete düşürmüş. Erenler, okulda verdiği derslerde saatlarce ara vermeden, bıkmadan usanmadan çalışan öğrencileri Türkiye'de müzik severlerin de dinlemelerini gertiğine inanıyor. Müzik ve sanatın politikanın önünde gittiğini ve yeni dostluk kapıları açtığını belirten Erenler, müziğin toplumlar arası iletişimdeki önemini vurguluyor. Kanun sanatçısı Halil Karaduman da gelecek günlerde öğrencilerinin kanun melodilerinin Yunanistan'ın her yerinden duyulacağını söylüyor.
Müze çalışmalarına destek bekliyorlar
Okulda çeşitli sazlar öğretilirken diğer yandan nota repertuar, yazılı, sesli ve görsel belgelerden oluşacak geniş bir arşiv çalışması yapılıyor. Çeşitli sazlardan oluşan müze oluşturma çalışmalarına dost Türkiye'den de destek bekleyen okul öğrencileri ve hocaları, desteğin esirgenmeyeceğinden emin olduklarını belirtiyor. Geleneksel müziğimizi sazın ve sözü ile aşk ve şevk ile öğrenen ve icra eden Yunanlı gençlerin en büyük arzuları, İstanbul'da verecekleri bir konser ile yeni yeni dostluk köprüleri kurabilmek.
alıntı
KARADENİZDEN GÖÇEDEN KEMENÇECİ MİCHALİS KALİONTZİDİS ALINTI
Yunanistan'da yaşayan Karadeniz asıllı Rum kemençecilerden büyük virtüöz Michalis Kaliontzidis ile Karalaha Karadeniz Gazete adına Atina muhabirimiz Vahit Tursun görüştü. Röportaj aşağıda (Pontiaka, romeika) Trabzon Rumcası orjinali ve Türkçe çevirisi olarak iki dilde yayınlanmıştır.
Kirie Kaliontzidi, thelo to viografiko suna. Eporite ke lete me pote ke pukeka eyenthete, pu ke nto e spudasete (egitim)?
Sayın Kalyoncidi; bir biyografinizi isteyecektim. Nerede ve ne zaman doğduğunuzu ve nerede eğitim gördüğünüzü anlatabilir misiniz?
Eyenetha to 1960 so xorio Dipotamo ti Dramas, as enan kiri ke mana nto erthane ason Ponton. Adaka epiğa so dimotiko (İlkokul) ke eteliosa ti mesi sxoli erğodiğon (Meslek Lisesi). Sin Kemence arnaşepsa aftodidaktos (otodidakt) ke istaro epiğa sin Athina ke espudasa (eğitim) so Odio ama ato pal k’ etone sxolio (okul) nto edonen idietera (özel) musika mathimata. Etone kanoniko (normal) sxolio.
1960 da Drama’nın Dipotamo köyünde, Karadeniz’den göç eden bir anne ve babadan doğdum. Burada ilkokula başladım ve sonuçta Meslek Lisesini burada bitirdim. Kemence üzerinde otodidakt yaptım. Daha sonra Atina’ya giderek, Evgenidio Odio da okudum ama burası normal bir okuldu. Özellikle müzik eğitimi veren bir okul değildi.
Eyenethete so xoriyon Dipotamo sin Elladan. En to proton xoriyon pu evren ke ekatsen oi oikoyenya sas t'erthen ason Ponton yam erthane se kapio aletero xorio ke istaro ekovalethane so Dipotamo?
Olon empro ontan erthane i temeteri, enkan ke ethekanatinus se enan xorio nto leğuna Karaburun ke istaro erthane so Dipotamo. Yati eyenthena ke ethrafane son Ponton ke ya t'ato ethelenan ena meros nto na işen potame, raşiya ke oros omon nto Ponto.
Bizimkiler ilk geldiklerinde, önce Karaburun adında bir köye yerleştirildiler. Daha sonar Dipotamo’ya geldiler. Çünkü bizimkiler Karadeniz’de doğup büyüdükleri için, Karadeniz gibi dereleri dağları ve ormanları bulunan bir yer istiyorlardı.
Ta CD ke ta kasetasuna uki puliskuntan sin Turkia ama eşite polus pou ağapune sas apes satinus nto ağapune tin kemence. Kapiyi ap atinus, ethelenan na en aso xoriyonatuna enas atoson kalos kemencecis omon esas. Esas aso piyo xoriyo tharune oti iste olon pola?
Cd ve kasetleriniz Türkiye'de satılmıyorsa da Türkiye'Deki kemençe tutkunları arasında pek çok hayranınız var ve böyle iyi çalan kemençeci bizim köyden çıkar düşüncesiyle eşe dosta hava atmak için en çok nereli olduğunuzu merak ediyorlar.
Sin Turkia nto tharune k’ eksero ama i ikoyenyam (ailem) ine as enan xoriyo nto eleğana Kosma ke en konta eki sin Maçuka, ti Trapezuntas.
Türkiye’de ne zannetiklerini bilmiyorum ama, ailem Trabzon / Maçka da Kosma denilen bir köyden idi.
Epiyete ke edevasete musiki so Evgenidio Odio. Sin Turkiya eligo sinantay kaynis na pay kapios so sxoliyo na mathan kemence. Eksu as avuto, poli musiki legune oti so sxoliyo xalayete i paleya grami, o paleyos kaytes ke yatato ouki thelun na pane so sxolio. esis nto nonizite epan s'avuto?
Evgenidio Odeio'da müzik eğitimi aldınız. Türkiye'de kemençecilerin bir okulda müzik eğitimi alması son derece nadir rastlanılan bir olaydır. Hatta pek çok virtüöz yerel çizginin bozulabileceği endişesiyle okul eğitimine karşıdır. Sizin konuya bakış açınız nasıl?
Atin nto k’ ekserune nto en epistimi (bilim) leğune ayets. I epistimi voithay (yardımcı oluyor) n’ eğrikay kaynis pos na en konta sin paradosin (gelenek). Atin nto leğune ayets, k’ ekserune nto eftene ke sin Kemence oti kativaz o nusatun eftene. Ayets athiğo morfosin (kültür), pos n’ ekseris ke n’ eğrikas nto en ato t’ eftes, na kratis ta paleya ke na ise panta konta sin paradosin? I ğnomim (düşüncem) en oti atin nto nonizun ayets, lathos (yanlış) nonizune. Ada sin Eladan eğnorizo epan asa 100 kemencecides i opiyi spudasane musiki ke pezune paradosiaka (geleneksel) ke akome alo empro asi paleus. An en ayets omon nto leğune, etote pos inete avuto? Kapiyos ya na pez tin kemence omon ti paleus, prepi (gerekli) na koft ta axilinat, nto en ato to kratiy so şerinat, nto en i musiki ke nto n’ eftey ya na en konta sa paleya ke n’ na peze ke alo kalitera. Eğo thelo o kathais nto eper so şerinat tin kemence, n’ esker nto kratiy so şerinat ke poso pola eş i kemence ken a min thariy oti ato nto kratiy en manaxo asa tele nto eğvalun laliya.
Bilimin ne olduğunu bilmeyenler böyle der. Bilim, nasıl geleneğe uyulması gerektiği konusunda kişiye yardımcı oluyor. Aksini iddia edenler, ne dediklerini bilmiyorlar ve Kemençe üzerinde, kafalarına göre davranıyorlar. Kültürsüz bir şekilde, nasıl ne yaptığını bilecek ve geleneğe daha yakın olmaya çalışacaksın ki? Benim düşüncem, farklı düşünenler yanlış düşünüyorlar. Ben Yunanistan’da 100’ü aşkın müzik eğitimi alan kemençeci tanıyorum ve hepsi de kemençeyi geleneğe uygun bir şekilde, hatta daha düzeyli çalıyorlar. Eğitime karşı çıkanların söylediği gibi ise, bu nasıl oluyor o zaman? Herhangi birisinin geleneklere uygun bir şekilde müzik yapabilmesi için, once elinde tuttuğu şeyin ne olduğunu bilmesi ve müziği anlaması lazim ki, geleneklere uygun ve daha da güzel çalabilsin. Ben kemençeyi eline alan kişinin onu iyi tanımasını, ne kadar çok özelliğinin bulunduğunu ve sadece ses çıkaran tellerden ibaret olmadığını bilmesini isterim.
Istin enerğos (aktif) musikos ke eşite pola albume. Eksu as avuto, pola pate sa panayire ce sa vradiyas sin Avrupa, Ameriki ke Avustralya, eki pou zune, yaşayevune temeteri. Avuto i duliya afinisas ksay (hiç) xrono ya n’ exorizite tin oikoyenya (aile) sas ke me ti aletero oğraşevite eksu asin musikin?
Faal bir müzisyensiniz, çok sayıda albümünüz var bunun yanısıra Avrupa, Amerika ve Avustralya'da Rum toplumun yaşadığı yerlere turneye gidiyorsunuz...yoğun çalışam düzeni hobilerinize ayıracak zaman bırakıyor mu? müziğin yerini tutabilecek ikinci bir tutkunuz var mı?
Eğo xrone en me t’ avuto ti duliya oğraşevo. Alo tipo k’ eftağo. I kemencem i zoim, i kemencem en ke omon i ikoyenyam (ailem). Pixta pixta k’ elepo ta pediyam ke ato stenaxorizime (üzüyor) ama nto n’ eftağo. Ada sin Eladan i zoin (yaşam) en kalo ama avuto i duliyam pal voithay (yardımcı oluyor) na tero ta pediyam. Ayets ta pediyam pal istaro n’ eporun ke n’ evriskun enan kalo dromo.
Ben yıllarca bu işle uğraşıyorum. Başka bir işim yok. Kemençem benim hayatım, benim ailem gibidir. Çoluk çocuğumu sık sık göremiyorum ve bu beni üzüyor ancak ne yapabilirm ki? Burada yaşam kalitesi iyi ama, bu işim ailemin geçimine yardımcı oluyor. Böylece, çocuklarım da gelecekte doğru bir yol bulabilecekler.
Nto na yasayevite sin Elladan san Pontios apo miya prosfigiki oikoyenya apo ton ponto, ti epiroes esh si zoisuna?
Yunanistan'da Karadeniz göçmeni bir ailenin ferdi olarak yaşamak günlük hayatınızı nasıl etkiliyor
Paleya olon empro ontan erthane i paleyimuna ada, ixane kapiya provlimata (problemler). I topiyi (yerliler) eleğane pola. Ato pal tora (şimdi) alo k’ en. Emis i nea yenea (yeni nesil), adaka zume (yaşıyoruz) kala ke athiğo provlimata.
Eskilerimiz geldiklerinde, burada bazı problemler yaşadılar. Yerliler çok laf söylüyorlardı. Ancak bizler, yeni nesil olarak burada iyi ve sorunsuz yaşıyoruz.
Prospathite, ograsevite na kratite zontani mia musiki mias alis geografias, sin opiya musiki edokan pshi ta tope, i thallasa nto eyenton topos ya ta sevtalidika tragudiyas, ta potame, ta parxare nte epominan 2000 xilometra makra. Avuto alaksen me ta tragude anamesa si paleus ke neus?
Anadolu kültürüne özgü bir müziği faklı bir coğrafya yaşatmaya çalışıyorsunuz. Bu şarkılara ilham veren, aşk şarkılarına mekan olan deniz, dereler, köyler, yaylalar 2.000 km uzaklıkta kaldı. Bu durum ilk kuşak müzisyenler ile sizin kuşağınızın ki arasında bir değişime yolaçtı mı? 1. Kuşak mübadillerin kullandığı Rumca Trabzon'da kolayca anlaşılabiliyorken yeni kuşağınkinde çok fazla modern Yunanca var.. bu belki de yaşamın kendisiyle ilşkili doğal bir süreç... Türk kemençecilerden dinlediğiniz ve beğendiğiniz isimler var mı?
Eporo ke leğo sas oti, tulaxiston (en azından) eğo pola oğraşepsa çe ekratesa pola trağodiyas, pola kaytedes omon nt’ ekusata asi paleyus. Ayets omon nto epezan ke eleğanata son Ponton. Eğo ixa kontam ton Yorğo Lafazanidi ke ap’ ekinona ematha pola. Ama ta teleftea (son) 30 xrone alaksane pola prağmata (şeyler). Pola eliği eporun ke pezune ke trağudune katena omon ti paleus.
En azından kendim çok uğraşarak, eskilerimden duyduğum gibi birçok türkü ve kaydeyi oldukları gibi saklayabildim. Aynen Karadeniz’de çalıp söyledikleri gibi. Kendim Yorgos Lafazandidis’ ten birçok şey öğrendim. Ancak son 30 yıldır çok şey değişti. Çok net bir şekilde eskilerimiz gibi çalıp söyleyebilenler artık çok azdır.
Eşite ena musiko sxoliyo, nonizete oti to sxolio ke i prosfiğikes ikoyenyes eftene ti duliyanatun kala, o kosmos (halk, toplum) eş me tin evesthitisia (hassasiyet) ke to endiaferon (ilgi) ya tin paradosi (gelenek)?
Kendinize ait bir müzik okulunuz var. Müzik eğitimi konusunda aile ve okulun üzerine düşen görevi yerine getirdiğine, Rum göçmeni ebeveynlerin doğru bilince sahip olduğunu düşünüyormusunuz?
Ato nto erotas eş dio plevras omon to maşeri. Ali ine pu diğun tin pşinatun ya mathanun ke na mathizun ta pediyatuna tin paradosin (gelenek). Ke ali ine nto terunese me mişon omati. Ine pola siloği (dernekler) ke poli kemencecides nto prospathune (uğraşmak) na kratune tin paradosin (gelenek) ama ato ki ftan. Ya t’ ato pali klokumes epan mereya ti sinentefksis (röportaj) ke pali thelo na leğose; i ğnosi (bilgi) ke i morfosi (kültür) ki afinun kaynena na tarayete sin laspi (çamur) ken a pay na xate. Ontan eşis morfosin (kültür) eporis ke kraits ke tin paradosin ke eporis na pas empro pal.
Sorduğun sorunun iki taraftan kesen bıçak gibi iki yönü vardır. Birileri var ki, öğrenip de çocuklarına gelenekleri öğretmek için canlarını veririler. Birileri de var ki, geleneksel olanlara pek iyi bakmazlar. Gelenekleri canlı tutabilmek için birçok dernek ve kemençeci var ama bu yeterli değil tabi. Bu nedenle, röportajımızın başında da söylediğim gibi; bilgi ve kültürün, kişinin çamura karışıp kaybolmasını önlemeye yaradığını tekrarlamak istiyorum.
Ontan legune Mavri thalasa, nto aporo, kako ke kalo erte so nusuna?
Karadenizli deyince aklınıza gelen olumlu olumsuz düşünceler neler?
Ontan leğune Mavri Thalasa so num k’ erxuntan pola. Yati (çünkü) tin Mavri Thalasa nto lete esist, me to onema Efksinos Pontos emathama emist. Ke ontan akuğo to onema Pontos, I kardiyam kruy alon pola i pşim laxtariz. So num erxuntan ke kala ke variya prağmata (şeyler). Alo nto na leğo sas?
Karadeniz dendiğinde aklıma pek çok şey gelmez. Çünkü sizing Karadeniz dediğinizi, biz Efksinos Pontos olarak öğrendik. Pontos adını duyduğumda da kalp atışlarım daha da hızlanıp, ruhum hareketleniyor. Aklıma hem iyi hem de ağır şeyler geliyor. Başka ne diyebilirim ki size?
Nonizis na dis sinavliya sin Turkiya? Ksai oğraşepses ya na puliskuntan ta albumes sin Turkiya?
Türkiye'de konser vermeyi düşünürmüsünüz? Albümlerinizin Türkiye'de satılabilmesi için bir girişimde bulunuldu mu?
Thelo ap’ apes mereya asin pşim nto na eporo ke diğo sinavlia (konser) son Ponton ke en to onirom. Ayets pal as eksere olos o kosmos (dünya, insanlık). Thelo pola ama pos na efteğa? An eporenen kaynis ke orğanonen aytiko prağman, pola xara n’ epina to ama pola zori pal en.
Kapu kapu elepo temeterus sin tileorasi (televizyon) ke sa videodes nto ferune kapiyi nto pane eki, elepo pos pezun ke xorevun sa parxare epankes ke pola sinkinume (duygulanıyorum).
Oso ya ta albümem, ethelena pola na puliskusane sin Turkia ke as esane olon ta fthinotera (ucuz). Ethelena i anthropi n’ eporenan ke ağorazanata me ta xrimata nto xartsevum ya n’ eğven enan albümi. Yati, thelo na akuğune i anthropi tin kemence ke ta kaytedes omon to esane paleya.
Pontos’ta konser verebilmeyi candan istiyorum ve bu benim hayalimdir. Bunu da dünya böyle bilsin. Çok istiyorum ama bunu nasıl yapabilirim ki? Birisi bir organizasyon ayarlasa çok sevinecektim ama bu da çok zor. Ara sıra televizyon ve bizimkilerden gidip gelenlerin getirdiği videolardan, ordakilerin yaylalarda kemençe çalıp horon oynadıklarını seyrettiğimde çok duygulanıyorum.
Albümlerime sıra gelince, en ucuz albumler olarak dahi olsa, Türkiye de satılmalarını isterdim. İnsanların albümlerimi maliyetine satın alabilmelerini isterdim. Çünkü, insanların kemençeyi ve kaydeleri, eskiden olduğu gibi dinlemelerini istiyorum.
Enas kalos Kemencecis, en me ce enas kalos sillektis liras? Esis eshite me kemence pu dixnite idieteri prosoxi?
Bir kemençe virtüözü aynı zamanda kemençe kolleksiyoncusumudur? Özel bir ilgi gösterdiğiniz, kayırdığınız kemençeniz var mı?
Eğo exo efta (yedi) kemencedes ke opio erte emprom epero ke me t’ ekino pezo ke trağodo. Pola omon to paleyin, alo ki kratoğa. Alaza ke epero aletero.
Bende yedi adet kemençe var ve önüme çıkanla da çalıyor söylüyorum. Çok eskidiğinde ise, onu daha tutmuyorum. Yenisi ile değiştiriyorum.
Thelite na lete alo tipo nto eshite so nusuna?
Ayrıca eklemek istediğiniz bir şey var mı?
Eporo na leğo ato nto exo apes sin kardiyam?
Kalbimin içinde olanını söyleyebilir miyim?
İpete oti thelite ke omon nto thelite.
İstediğinizi istediğiniz gibi söyleyin
Eğo ethelena n’ eporenan oli i temeteri anthropi n’ elepan t’ enan t’ alo. Thelo na eporiy o kosmos (halk) na pay ke erte. Thelo i trani ke i politiki na afinun ton kosmon na zi (yaşasın) elefthera (özgürce). Eğo avuto thelo. İstaro, ethelena olomanaxos ke ontan esurenena ipşim, na pağo n’ elepo ton topo nto eyenethen ke ethrafen o kirim ke i manam, A tora (şimdi) na lete me oti, o kosmos pay ke erte. Ne, pay ke erte ama, alon pola omadika (grup olarak) pane ke erxuntan. İ pşim ki thel na taksidevo (seyahat) omadika (grup olarak). İstaro, apo eki ada o kosmos pola pola k’ eporiy n’ eper vize ya na erte ke pay. Diladi (yani) o kosmos k’ en eleftheros omon nto eprepe, epan so na pay ke erte ke epan sin epikinoniyan (iletişim). Eğo thelo omon nto erxuntan apada eki, apo eki pal na erxuntan adaka. An i trani ki tarağuntan si duliya tu lağu (halk), o laos (halk) apesanat provliman ki zi.
Ben bizim insanlarımızın birbirini görmelerini isterdim. Halkın gidip gelebilmesini istiyorum. Yönetici ve politikacıların halkı bırakıp, onun özgürce yaşayabilmesini istiyorum. Ben bunu istiyorum. Ayrıca, annem ile babamın doğdukları ve büyüdükleri yeri, her canım çektiğinde ve tek başıma gidip görmek isterdim. Şimdi bana insanların gidip gelebildiklerini söyleyeceksiniz. Evet ama, çoğu kez gruplar halinde gidip gelebiyorlar. Grup halinde seyahati canım istemiyor. Sonra insanlar oradan buraya gelebilmek için pek vize alamıyorlar. Yani henüz insanlar, gidiş geliş ve iletişim açısından yeterince özgür değiller. Insanlar buradan oraya gelebildikleri gibi, oradan da buraya gelebilmelerini istiyorum. Eğer yönetici ve politikacılar halkın işine karışmazlarsa, halkın arasında problem çıkmaz.
Pontiaka, Rumca, Pontic Greek
Vahit Tursun tarafından yazıldı Perşembe, 03 Ocak 2008 08:41 Kalantari kalantari
Ğomato to sakonari
Tu inu to saçi efçero
Tu inu en pola vari
Ertha sin portas entoka
Aniksona mi klidonis
Aniksa ç’eğo to saçim
Permeno kati na valis
E peda tipo uç exo
To sakonarim efçero
Deva ağom si duliyas
To sarpim pal oloksero
alıntı
Kirie Kaliontzidi, thelo to viografiko suna. Eporite ke lete me pote ke pukeka eyenthete, pu ke nto e spudasete (egitim)?
Sayın Kalyoncidi; bir biyografinizi isteyecektim. Nerede ve ne zaman doğduğunuzu ve nerede eğitim gördüğünüzü anlatabilir misiniz?
Eyenetha to 1960 so xorio Dipotamo ti Dramas, as enan kiri ke mana nto erthane ason Ponton. Adaka epiğa so dimotiko (İlkokul) ke eteliosa ti mesi sxoli erğodiğon (Meslek Lisesi). Sin Kemence arnaşepsa aftodidaktos (otodidakt) ke istaro epiğa sin Athina ke espudasa (eğitim) so Odio ama ato pal k’ etone sxolio (okul) nto edonen idietera (özel) musika mathimata. Etone kanoniko (normal) sxolio.
1960 da Drama’nın Dipotamo köyünde, Karadeniz’den göç eden bir anne ve babadan doğdum. Burada ilkokula başladım ve sonuçta Meslek Lisesini burada bitirdim. Kemence üzerinde otodidakt yaptım. Daha sonra Atina’ya giderek, Evgenidio Odio da okudum ama burası normal bir okuldu. Özellikle müzik eğitimi veren bir okul değildi.
Eyenethete so xoriyon Dipotamo sin Elladan. En to proton xoriyon pu evren ke ekatsen oi oikoyenya sas t'erthen ason Ponton yam erthane se kapio aletero xorio ke istaro ekovalethane so Dipotamo?
Olon empro ontan erthane i temeteri, enkan ke ethekanatinus se enan xorio nto leğuna Karaburun ke istaro erthane so Dipotamo. Yati eyenthena ke ethrafane son Ponton ke ya t'ato ethelenan ena meros nto na işen potame, raşiya ke oros omon nto Ponto.
Bizimkiler ilk geldiklerinde, önce Karaburun adında bir köye yerleştirildiler. Daha sonar Dipotamo’ya geldiler. Çünkü bizimkiler Karadeniz’de doğup büyüdükleri için, Karadeniz gibi dereleri dağları ve ormanları bulunan bir yer istiyorlardı.
Ta CD ke ta kasetasuna uki puliskuntan sin Turkia ama eşite polus pou ağapune sas apes satinus nto ağapune tin kemence. Kapiyi ap atinus, ethelenan na en aso xoriyonatuna enas atoson kalos kemencecis omon esas. Esas aso piyo xoriyo tharune oti iste olon pola?
Cd ve kasetleriniz Türkiye'de satılmıyorsa da Türkiye'Deki kemençe tutkunları arasında pek çok hayranınız var ve böyle iyi çalan kemençeci bizim köyden çıkar düşüncesiyle eşe dosta hava atmak için en çok nereli olduğunuzu merak ediyorlar.
Sin Turkia nto tharune k’ eksero ama i ikoyenyam (ailem) ine as enan xoriyo nto eleğana Kosma ke en konta eki sin Maçuka, ti Trapezuntas.
Türkiye’de ne zannetiklerini bilmiyorum ama, ailem Trabzon / Maçka da Kosma denilen bir köyden idi.
Epiyete ke edevasete musiki so Evgenidio Odio. Sin Turkiya eligo sinantay kaynis na pay kapios so sxoliyo na mathan kemence. Eksu as avuto, poli musiki legune oti so sxoliyo xalayete i paleya grami, o paleyos kaytes ke yatato ouki thelun na pane so sxolio. esis nto nonizite epan s'avuto?
Evgenidio Odeio'da müzik eğitimi aldınız. Türkiye'de kemençecilerin bir okulda müzik eğitimi alması son derece nadir rastlanılan bir olaydır. Hatta pek çok virtüöz yerel çizginin bozulabileceği endişesiyle okul eğitimine karşıdır. Sizin konuya bakış açınız nasıl?
Atin nto k’ ekserune nto en epistimi (bilim) leğune ayets. I epistimi voithay (yardımcı oluyor) n’ eğrikay kaynis pos na en konta sin paradosin (gelenek). Atin nto leğune ayets, k’ ekserune nto eftene ke sin Kemence oti kativaz o nusatun eftene. Ayets athiğo morfosin (kültür), pos n’ ekseris ke n’ eğrikas nto en ato t’ eftes, na kratis ta paleya ke na ise panta konta sin paradosin? I ğnomim (düşüncem) en oti atin nto nonizun ayets, lathos (yanlış) nonizune. Ada sin Eladan eğnorizo epan asa 100 kemencecides i opiyi spudasane musiki ke pezune paradosiaka (geleneksel) ke akome alo empro asi paleus. An en ayets omon nto leğune, etote pos inete avuto? Kapiyos ya na pez tin kemence omon ti paleus, prepi (gerekli) na koft ta axilinat, nto en ato to kratiy so şerinat, nto en i musiki ke nto n’ eftey ya na en konta sa paleya ke n’ na peze ke alo kalitera. Eğo thelo o kathais nto eper so şerinat tin kemence, n’ esker nto kratiy so şerinat ke poso pola eş i kemence ken a min thariy oti ato nto kratiy en manaxo asa tele nto eğvalun laliya.
Bilimin ne olduğunu bilmeyenler böyle der. Bilim, nasıl geleneğe uyulması gerektiği konusunda kişiye yardımcı oluyor. Aksini iddia edenler, ne dediklerini bilmiyorlar ve Kemençe üzerinde, kafalarına göre davranıyorlar. Kültürsüz bir şekilde, nasıl ne yaptığını bilecek ve geleneğe daha yakın olmaya çalışacaksın ki? Benim düşüncem, farklı düşünenler yanlış düşünüyorlar. Ben Yunanistan’da 100’ü aşkın müzik eğitimi alan kemençeci tanıyorum ve hepsi de kemençeyi geleneğe uygun bir şekilde, hatta daha düzeyli çalıyorlar. Eğitime karşı çıkanların söylediği gibi ise, bu nasıl oluyor o zaman? Herhangi birisinin geleneklere uygun bir şekilde müzik yapabilmesi için, once elinde tuttuğu şeyin ne olduğunu bilmesi ve müziği anlaması lazim ki, geleneklere uygun ve daha da güzel çalabilsin. Ben kemençeyi eline alan kişinin onu iyi tanımasını, ne kadar çok özelliğinin bulunduğunu ve sadece ses çıkaran tellerden ibaret olmadığını bilmesini isterim.
Istin enerğos (aktif) musikos ke eşite pola albume. Eksu as avuto, pola pate sa panayire ce sa vradiyas sin Avrupa, Ameriki ke Avustralya, eki pou zune, yaşayevune temeteri. Avuto i duliya afinisas ksay (hiç) xrono ya n’ exorizite tin oikoyenya (aile) sas ke me ti aletero oğraşevite eksu asin musikin?
Faal bir müzisyensiniz, çok sayıda albümünüz var bunun yanısıra Avrupa, Amerika ve Avustralya'da Rum toplumun yaşadığı yerlere turneye gidiyorsunuz...yoğun çalışam düzeni hobilerinize ayıracak zaman bırakıyor mu? müziğin yerini tutabilecek ikinci bir tutkunuz var mı?
Eğo xrone en me t’ avuto ti duliya oğraşevo. Alo tipo k’ eftağo. I kemencem i zoim, i kemencem en ke omon i ikoyenyam (ailem). Pixta pixta k’ elepo ta pediyam ke ato stenaxorizime (üzüyor) ama nto n’ eftağo. Ada sin Eladan i zoin (yaşam) en kalo ama avuto i duliyam pal voithay (yardımcı oluyor) na tero ta pediyam. Ayets ta pediyam pal istaro n’ eporun ke n’ evriskun enan kalo dromo.
Ben yıllarca bu işle uğraşıyorum. Başka bir işim yok. Kemençem benim hayatım, benim ailem gibidir. Çoluk çocuğumu sık sık göremiyorum ve bu beni üzüyor ancak ne yapabilirm ki? Burada yaşam kalitesi iyi ama, bu işim ailemin geçimine yardımcı oluyor. Böylece, çocuklarım da gelecekte doğru bir yol bulabilecekler.
Nto na yasayevite sin Elladan san Pontios apo miya prosfigiki oikoyenya apo ton ponto, ti epiroes esh si zoisuna?
Yunanistan'da Karadeniz göçmeni bir ailenin ferdi olarak yaşamak günlük hayatınızı nasıl etkiliyor
Paleya olon empro ontan erthane i paleyimuna ada, ixane kapiya provlimata (problemler). I topiyi (yerliler) eleğane pola. Ato pal tora (şimdi) alo k’ en. Emis i nea yenea (yeni nesil), adaka zume (yaşıyoruz) kala ke athiğo provlimata.
Eskilerimiz geldiklerinde, burada bazı problemler yaşadılar. Yerliler çok laf söylüyorlardı. Ancak bizler, yeni nesil olarak burada iyi ve sorunsuz yaşıyoruz.
Prospathite, ograsevite na kratite zontani mia musiki mias alis geografias, sin opiya musiki edokan pshi ta tope, i thallasa nto eyenton topos ya ta sevtalidika tragudiyas, ta potame, ta parxare nte epominan 2000 xilometra makra. Avuto alaksen me ta tragude anamesa si paleus ke neus?
Anadolu kültürüne özgü bir müziği faklı bir coğrafya yaşatmaya çalışıyorsunuz. Bu şarkılara ilham veren, aşk şarkılarına mekan olan deniz, dereler, köyler, yaylalar 2.000 km uzaklıkta kaldı. Bu durum ilk kuşak müzisyenler ile sizin kuşağınızın ki arasında bir değişime yolaçtı mı? 1. Kuşak mübadillerin kullandığı Rumca Trabzon'da kolayca anlaşılabiliyorken yeni kuşağınkinde çok fazla modern Yunanca var.. bu belki de yaşamın kendisiyle ilşkili doğal bir süreç... Türk kemençecilerden dinlediğiniz ve beğendiğiniz isimler var mı?
Eporo ke leğo sas oti, tulaxiston (en azından) eğo pola oğraşepsa çe ekratesa pola trağodiyas, pola kaytedes omon nt’ ekusata asi paleyus. Ayets omon nto epezan ke eleğanata son Ponton. Eğo ixa kontam ton Yorğo Lafazanidi ke ap’ ekinona ematha pola. Ama ta teleftea (son) 30 xrone alaksane pola prağmata (şeyler). Pola eliği eporun ke pezune ke trağudune katena omon ti paleus.
En azından kendim çok uğraşarak, eskilerimden duyduğum gibi birçok türkü ve kaydeyi oldukları gibi saklayabildim. Aynen Karadeniz’de çalıp söyledikleri gibi. Kendim Yorgos Lafazandidis’ ten birçok şey öğrendim. Ancak son 30 yıldır çok şey değişti. Çok net bir şekilde eskilerimiz gibi çalıp söyleyebilenler artık çok azdır.
Eşite ena musiko sxoliyo, nonizete oti to sxolio ke i prosfiğikes ikoyenyes eftene ti duliyanatun kala, o kosmos (halk, toplum) eş me tin evesthitisia (hassasiyet) ke to endiaferon (ilgi) ya tin paradosi (gelenek)?
Kendinize ait bir müzik okulunuz var. Müzik eğitimi konusunda aile ve okulun üzerine düşen görevi yerine getirdiğine, Rum göçmeni ebeveynlerin doğru bilince sahip olduğunu düşünüyormusunuz?
Ato nto erotas eş dio plevras omon to maşeri. Ali ine pu diğun tin pşinatun ya mathanun ke na mathizun ta pediyatuna tin paradosin (gelenek). Ke ali ine nto terunese me mişon omati. Ine pola siloği (dernekler) ke poli kemencecides nto prospathune (uğraşmak) na kratune tin paradosin (gelenek) ama ato ki ftan. Ya t’ ato pali klokumes epan mereya ti sinentefksis (röportaj) ke pali thelo na leğose; i ğnosi (bilgi) ke i morfosi (kültür) ki afinun kaynena na tarayete sin laspi (çamur) ken a pay na xate. Ontan eşis morfosin (kültür) eporis ke kraits ke tin paradosin ke eporis na pas empro pal.
Sorduğun sorunun iki taraftan kesen bıçak gibi iki yönü vardır. Birileri var ki, öğrenip de çocuklarına gelenekleri öğretmek için canlarını veririler. Birileri de var ki, geleneksel olanlara pek iyi bakmazlar. Gelenekleri canlı tutabilmek için birçok dernek ve kemençeci var ama bu yeterli değil tabi. Bu nedenle, röportajımızın başında da söylediğim gibi; bilgi ve kültürün, kişinin çamura karışıp kaybolmasını önlemeye yaradığını tekrarlamak istiyorum.
Ontan legune Mavri thalasa, nto aporo, kako ke kalo erte so nusuna?
Karadenizli deyince aklınıza gelen olumlu olumsuz düşünceler neler?
Ontan leğune Mavri Thalasa so num k’ erxuntan pola. Yati (çünkü) tin Mavri Thalasa nto lete esist, me to onema Efksinos Pontos emathama emist. Ke ontan akuğo to onema Pontos, I kardiyam kruy alon pola i pşim laxtariz. So num erxuntan ke kala ke variya prağmata (şeyler). Alo nto na leğo sas?
Karadeniz dendiğinde aklıma pek çok şey gelmez. Çünkü sizing Karadeniz dediğinizi, biz Efksinos Pontos olarak öğrendik. Pontos adını duyduğumda da kalp atışlarım daha da hızlanıp, ruhum hareketleniyor. Aklıma hem iyi hem de ağır şeyler geliyor. Başka ne diyebilirim ki size?
Nonizis na dis sinavliya sin Turkiya? Ksai oğraşepses ya na puliskuntan ta albumes sin Turkiya?
Türkiye'de konser vermeyi düşünürmüsünüz? Albümlerinizin Türkiye'de satılabilmesi için bir girişimde bulunuldu mu?
Thelo ap’ apes mereya asin pşim nto na eporo ke diğo sinavlia (konser) son Ponton ke en to onirom. Ayets pal as eksere olos o kosmos (dünya, insanlık). Thelo pola ama pos na efteğa? An eporenen kaynis ke orğanonen aytiko prağman, pola xara n’ epina to ama pola zori pal en.
Kapu kapu elepo temeterus sin tileorasi (televizyon) ke sa videodes nto ferune kapiyi nto pane eki, elepo pos pezun ke xorevun sa parxare epankes ke pola sinkinume (duygulanıyorum).
Oso ya ta albümem, ethelena pola na puliskusane sin Turkia ke as esane olon ta fthinotera (ucuz). Ethelena i anthropi n’ eporenan ke ağorazanata me ta xrimata nto xartsevum ya n’ eğven enan albümi. Yati, thelo na akuğune i anthropi tin kemence ke ta kaytedes omon to esane paleya.
Pontos’ta konser verebilmeyi candan istiyorum ve bu benim hayalimdir. Bunu da dünya böyle bilsin. Çok istiyorum ama bunu nasıl yapabilirim ki? Birisi bir organizasyon ayarlasa çok sevinecektim ama bu da çok zor. Ara sıra televizyon ve bizimkilerden gidip gelenlerin getirdiği videolardan, ordakilerin yaylalarda kemençe çalıp horon oynadıklarını seyrettiğimde çok duygulanıyorum.
Albümlerime sıra gelince, en ucuz albumler olarak dahi olsa, Türkiye de satılmalarını isterdim. İnsanların albümlerimi maliyetine satın alabilmelerini isterdim. Çünkü, insanların kemençeyi ve kaydeleri, eskiden olduğu gibi dinlemelerini istiyorum.
Enas kalos Kemencecis, en me ce enas kalos sillektis liras? Esis eshite me kemence pu dixnite idieteri prosoxi?
Bir kemençe virtüözü aynı zamanda kemençe kolleksiyoncusumudur? Özel bir ilgi gösterdiğiniz, kayırdığınız kemençeniz var mı?
Eğo exo efta (yedi) kemencedes ke opio erte emprom epero ke me t’ ekino pezo ke trağodo. Pola omon to paleyin, alo ki kratoğa. Alaza ke epero aletero.
Bende yedi adet kemençe var ve önüme çıkanla da çalıyor söylüyorum. Çok eskidiğinde ise, onu daha tutmuyorum. Yenisi ile değiştiriyorum.
Thelite na lete alo tipo nto eshite so nusuna?
Ayrıca eklemek istediğiniz bir şey var mı?
Eporo na leğo ato nto exo apes sin kardiyam?
Kalbimin içinde olanını söyleyebilir miyim?
İpete oti thelite ke omon nto thelite.
İstediğinizi istediğiniz gibi söyleyin
Eğo ethelena n’ eporenan oli i temeteri anthropi n’ elepan t’ enan t’ alo. Thelo na eporiy o kosmos (halk) na pay ke erte. Thelo i trani ke i politiki na afinun ton kosmon na zi (yaşasın) elefthera (özgürce). Eğo avuto thelo. İstaro, ethelena olomanaxos ke ontan esurenena ipşim, na pağo n’ elepo ton topo nto eyenethen ke ethrafen o kirim ke i manam, A tora (şimdi) na lete me oti, o kosmos pay ke erte. Ne, pay ke erte ama, alon pola omadika (grup olarak) pane ke erxuntan. İ pşim ki thel na taksidevo (seyahat) omadika (grup olarak). İstaro, apo eki ada o kosmos pola pola k’ eporiy n’ eper vize ya na erte ke pay. Diladi (yani) o kosmos k’ en eleftheros omon nto eprepe, epan so na pay ke erte ke epan sin epikinoniyan (iletişim). Eğo thelo omon nto erxuntan apada eki, apo eki pal na erxuntan adaka. An i trani ki tarağuntan si duliya tu lağu (halk), o laos (halk) apesanat provliman ki zi.
Ben bizim insanlarımızın birbirini görmelerini isterdim. Halkın gidip gelebilmesini istiyorum. Yönetici ve politikacıların halkı bırakıp, onun özgürce yaşayabilmesini istiyorum. Ben bunu istiyorum. Ayrıca, annem ile babamın doğdukları ve büyüdükleri yeri, her canım çektiğinde ve tek başıma gidip görmek isterdim. Şimdi bana insanların gidip gelebildiklerini söyleyeceksiniz. Evet ama, çoğu kez gruplar halinde gidip gelebiyorlar. Grup halinde seyahati canım istemiyor. Sonra insanlar oradan buraya gelebilmek için pek vize alamıyorlar. Yani henüz insanlar, gidiş geliş ve iletişim açısından yeterince özgür değiller. Insanlar buradan oraya gelebildikleri gibi, oradan da buraya gelebilmelerini istiyorum. Eğer yönetici ve politikacılar halkın işine karışmazlarsa, halkın arasında problem çıkmaz.
Pontiaka, Rumca, Pontic Greek
Vahit Tursun tarafından yazıldı Perşembe, 03 Ocak 2008 08:41 Kalantari kalantari
Ğomato to sakonari
Tu inu to saçi efçero
Tu inu en pola vari
Ertha sin portas entoka
Aniksona mi klidonis
Aniksa ç’eğo to saçim
Permeno kati na valis
E peda tipo uç exo
To sakonarim efçero
Deva ağom si duliyas
To sarpim pal oloksero
alıntı
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)