25 Ağustos 2010 Çarşamba

GİRİT gezisinde yenilen GİRİT yemekleri...

Hanya’yı Konya’yı görmek diye bir laf vardır. Daha Konya’yı göremedik ama Hanya’yı gördük. Gerçi bu benim kendi ayıbım ama deniz çocuğu olduğumuzdan kara iklimi (kırmızı et) pek sarmıyor. Hanya Osmanlı döneminde adanın yönetim merkezi olmuş, o yüzden tarihi bir dokusu vardı, ayrıca Heraklion’a göre çok daha şirin ve turistikti.




Sabahtan güzel bir kahvaltı yapıp liman civarında dolandık. Denizin hemen dibideki Hasan Paşa Cami’de bayram dolayısıyla gelen Türklerle bayramlaştık. Mendireğin ucuna kadar yürüyüp deniz fenerinden uçsuz bucaksız ege denizine baktık.



Öğlene doğru internetten yaptığım araştırmayla bulduğum Girit’in içerlerinde gizli saklı bir cennet olan Milia’ya gittik. Hanya’ya 50 km uzaklıkyaki Vlatos’ta bulunuyor. Kolay kolay yoldan geçerken görülüp girilecek bir yer değil. Ormanın içerisinde gizlenmiş bir ekoturizm merkezi burası. Zaten web sayfalarında da görüldüğü gibi sloganları “Sessizlik, doğal kaynak suyu, temiz hava ve organik gıda”.



Milia’da denizden 500 metre yüksekte olduğumuz için hava oldukça serindi. Ormanda kısa bir yürüyüş yaparak, hem ciğerlerimizi tertemiz oksijen ile doldurduk hem de acıkmaya çalıştık. Çalıştık diyorum çünkü mutlaka acıkmalıydık ve bu çiftlikte yaşayan insanların dandik bir yemek yapma şansı olmadığına adım gibi emindim.



Restaurant’a oturduğumuzda Jorgos menü ile birlikte “Rakı”ları getirdi. “Hoppala bu da nedir” acaba derken buz gibi soğutulmuş rakıları (Tsikoudia’da deniliyor) bir dikişte mideye indirdik. Jorgos’ta bizimle birlikte bir tane kafaya dikti ve yunanca “İlaç bu ilaaaç” gibisinden bir şeyler söyledi. Dediğine göre göre, Yunan’lılar ouzo içermiş, Girit’liler ise Tsikoudia içerlermiş. Bizim rakıya tadi hiç benzemese de anason dışında içeriği ve üretim prosedürü aynıymış.


Girit rakısı bize biraz sert geldiği için kırmızı şarap istedik. Buz gibi koca bir sürahi su ile birlikte siparişlerimizde gelmeye başladı. Ekşi mayadan kendi yaptıkları ekmek, salata, peynir ve dakos ile şölene başladık.

İlk masamıza gelen peynir tabağında 3 çeşit peynir bulunuyordu. Mizitra bizim lor peynirine benziyor. Hatta onlarda da hem tuzlu hem de tatlı mizitra olarak ikiye ayrılıyormuş. Feta ise Yunan’lılaın medai iftiharı beyaz peynir. Fakat Feta koyun sütünde yapılırmış, bazı yerlerde de az bir oranda keçi sütü eklenirmiş. Graviera sanırım bizim kars gravyeri gibi bir diyeceğim ama bu yediğimiz bizim İzmir tulumuna daha çok benziyordu. Peynirlerin üzerine sızma zeytinyağı ve kekik konmuştu. Sanırım o gün bugündür ben de rakı masasına peynir istediğimde evde olsun, restoranda olsun hem zeytinyağını ve kekiği eklemeden yemez oldum.


Avrupa’daki bir çok restaurantta bulabileceğiniz Greek salat aslında bizim çoban salatanın üzerine peynir konulmuş hali. Nedense biz ayakta uyurken, Yunanlılar bu basit salatanın bile ismini almış, tescil ettirmiş. Ama buradaki salataya haksızlık etmemek lazım. bahçeden belkide bugün toplanmış domates, soğan, zeytin, semizotu ve mizitra peyniri ile hazırlanan salatanın üzerinde bir tutam kekik, kapari ve bol miktarda da zeytinyağı vardı. Salata ile şarap içer mi insan? İçer. Ekşi maya ile hazırlana o sıcacık ekmeklerden sadece salata ile üçer dörder yermi insan? Yer!


Hafiften iştahlar açıldıktan sonra ziyafete Dakos ile devam ediyoruz. Dakos kesinlikle bir Girit klasiği. O kadar Selanik’e gittik, Rodos’u, Sisam’ı, Kos’u, Simi’yi gezdik, ama hiç bir yerde bir daha göremedik. Arpa unundan yapılmış kıtır Girit peksimeti biraz suyla ıslatarak hafiften yumuşatılıyor. Olgun kıpkırmızı bir yaz domatesi ince ince kıyılıyor, bir güzel deniz tuzu ile lezzetlendiriliyor. Domateslerin üzerine de mizitra (lor peyniri) konduktan sonra sızma zeytin yağı ve kekik ekleniyor. Aslında malzemelerde, hazırlaması da çok basit ama malesef bizde pek bilinen bir şey değil. Lezzeti ise tam bir bomba! Hiç çiğ dometes yemeyen biri olarak ben bile bir lokma yedim.

Etlerimizi beklerken ara sıcak olarak peynirli mini çiğ börekler geldi. Çıtır çıtır incecik hamurun içerisinde mizitra peyniri ve soğan vardı. Hamuru bile oldukça lezzetliydi, sanırım sadece un ile değil, mısır nişastası da kullanılmıştı. Esas ilginç ve güzel olan çiğ börekler kızartıldıktan sonra üzerlerine sulandırılmış bal ile hazırlanan bir şerbet gezdirilmişti. Hem sıcak hem de tatlı olmasından dolayı gerçek bir iştah açıcıydı. Çatallar hazırdı, eh bize de çatal atmak düştü.

Gelelim ana yemeklerimize. “Fırında kuzu” ve “fırında keçi” var, hangisini tercih edersiniz sorusuna, 5 kişi olmanın verdiği avantajla “her ikisinide” diye cevapladık. İlk önce fırında kuzu geldi, odun ateşi yanan kuzinede pişirilmişti. Bizim tandır gibi uzuuun uzun fırında pişmiş, etin yağı şıpır şıpır damlamış ve etler lokum formatına geçmişti. Etin yağında pişen patates ise en az etler kadar lezzetlenmişti. İçerisinde sadece tuz ve kekik konarak hazırlanan etler kendi besledikleri kuzulardan yapılıyormuş.



Fırında keçide pek farklı değildi. Eti biraz daha gevrekti yanında da fırında pişen patates yerine, kızartılmış patates şeklindeydi. Ama derin dondurucudan dandik hazır patateslerden değil! Kendi yetiştirdikleri patatesleri, kendileri kalın kalın kesmişlerdi ve zeytinyağında kızartmışlardı.




Milia’da yediğimiz yemekten sonra damağımızda unutulmaz bir tad kaldı. Hesabı ödeyip, teşekkür ederek ayrılırken, Jorgos peşimizden koşa koşa gelip bize kendi yaptığı Tsikoudia’dan yolluk olarak bir şişe verdi.



Doğa ile başbaşa kalmak, adanın yerel yemeklerini organik sebzeler ile yemek, hayatında hiç yem yememiş kuzuların tadına bakmak isterseniz Girit’teki adresiniz Milia olmadı. Yemek için yaklaşık 20-25€ ödediğimiz Milia’da isterseniz konaklama şansınız da mevcut.



Yemekten sonra adanın güneybatısındaki Elafonissi’ye gittik. Şehri hiç dolaşmadan, kendimizi bembeyaz kumların olduğu plaja attık. Eylül ayının son günlerinde Akdeniz’in keyfini çıkarttık. Karnımız pekte aç olmadığı için deniz kenarında kalamar&bira olayına bile giremedik.



Akşam Hanya’ya döndüğümüzde Kondilaki sokağında dolaşıp dükkanlara bakındık. Bodrum barlar sokağı gibi bir yer, fakat esnaf kesinlikle insanların üzerine atlamıyor. Çok fazla müzik sesi yok, huzurlu ve sakin bir yer.



Akşam yemeğimizi Hanya’nın en eski ve meşhur lokantalarından birinde Tamam Taverna’da yemek üzere maalesef rezervasyon saatimizden 10 dakika sonra gittik. Garson çocuk hiç umursamadan “Lokantamızda yemek yemek bir çok insan var, o yüzden zamanında gelmediğiniz için masanızı başkasına verdik” dedi. Şimdi orada hır gür çıkartmanın hiç alemi yok, hata bizde. Ama Türkiye’de olsa, aman efendim hemen ayarlarız diyip bir yerlere oturturdu orası ayrı. Neyse 15 dakikalık bir beklemeden sonra kenar köşe bir yerde masa gösterdiler.



Tıklım tıklım dolu olan Tamam Taverna’ya bu kadar toleranslı davranmamızın bir sebebi vardı, oda elbetteki muhteşem yemekleri,özelliklede deniz ürünleri.


 

İlk masaya gelen kalamar dolasının Avli’de yediğimiz kalamar dolması ile hiç alakası yoktu. Ustam kocaman kalamarın içini doldurmuş sonrada sanki tencerede dolma pişirir gibi pişirmişti. Üzerindeki salçalı domatesli suyu ile pek bir vasattı.





Ege mutfağının vazgeçilmesi olan otlara Yunanlı kardeşlerimiz Horta diyorlar. Özellikle Ayvalık civarındaki bazı balıkçılarda bulabileceğiniz cibes, radika, turpotu, hindiba, ebegümeci, gelincik gibi otlar son derece şifalı, bir o kadarla lezzetlidir. Kimisi kaynar suda 1 dakika haşlar, kimisi de kaynayan suyun buharında pişirir. Soğuduktan sonra öyle sosa mosa gerek yok, tuzlayıp üzerine saf sızma zeytinyağı ve limon konur o kadar. Otları çok pişirmemek gerekir, yoksa hem rengi hem tadı kaçar. Burada yediğimiz Horta’da tam olması gerek kıvamdaydı. Otlar sanki yeni toplanmış gibi kıtır kıtırdı.






Midya Saganaki’nin bizdeki karşılığı “Sahanda midye” oluyor. Menemen hazırlar gibi zeytinyağında öldürülen domates ve biberin üzerine iç midyeler ekleniyor. Biraz hardal ile lezzetlendirildikten sonra servis tabağına alınıp üzerine beyaz peynir maydanoz ve kırmızı toz biber konuyor. Daha önce hiç midyeyi bu şekilde görmediğimiz için bayağı ilginç gelmişti. Sanki hardal olmasa daha güzel olurdu. Yemek lezzetli ama hardalın yoğun tadı midyenin lezzetini almamıza izin vermiyordu.

İşte Özenç’in beklediği an ve jumbo karidesler masaya geldi. 7 adet jumbonunda babası olan karidesler zeytinyağına batırılıp mangalda bir güzel ızgara edilmişti. Çatalın boyutları ile karşılaştırırsanız, bu yemeğin toplam kaç gram olduğunu kabaca tahmin edebilirsiniz. Ben İstanbul’dan Hatay’a kadar tüm kıyıyı gezdim, bir porsiyonda bu kadar fazla karides vereni hiç görmedim.

Benim iştahla beklediğim yemek ise “Kırmızı şarap soslu ahtapot” nihayet masaya teşrif etti. Salça, domates ve kırmızı şarapla hazırlanan ahtapotumuzun içinde bir miktarda kapari ve zeytin bulunmaktaydı. Çoğu kaliteli lokantada olduğu gibi burada da donmuş patates değil, gerçek patetes kullanılmıştı. Acaba nasıl oluyorda ahtapotu bu kadar yumaşak hale getiriyorlar diye merak etmedim değil. Mutfağa giripte ustayla konuşamadığım için, hiç tereddüt etmeden sırf bu yemeği öğrenebilmek için ertesi gün bir Yunan usulü deniz ürünleri yemek kitabı aldım.






Meğer ahtapotun 8 bacağı kesilip, hiç su koymadan kendi suyu ile 30-40 dakika kısık ateşte pişermiş. Daha sonra toprak güveçte zeytinyağında ince kıyılmış soğan ve sarımsak öldürülürmüş. Sonra 2 domates rendelenip, kırmızı şarapla birlikte kaynatılırmış. Sos kaynadıktan sonra ahtapot bacakları ve 2-3 defne yaprağı atılırmış. İster fırında istersen kısık ateşte 1 saat daha pişirdikten sonra sos koyulaşıp ahtapotun içine işlemeye başlıyor, önce burnunuz, sonra gözünüzü, son olarakta dilinizi damağınızı mutlu ediyor.
 

Son olarakta fırında tavşan geldi. Türkiye’de kolay kolay bulabileceğiniz bir et değil. Seneler önce Avusturya’da tavşan yemiştim ama nasıl bir şeydi hatırlamıyorum bile. Bizim tavşanımız et sote şeklindeydi. İçinde soğan, kuşüzümü, çam fıstığı ve domates vardı. Kırmızı et desen değiiil, beyaz et desen hiç değil. Kuzu eti ile hindi eti arası bir şeydi, löplöp gitti






Tamam Taverna yolu Hanya’ya düşenler için gidilesi bir yer. Fakat mutlaka rezervasyon yapın, rezervasyon saatinize de sadık kalın, bizim gibi kapıda kalmayın! Fiyatlar normal, kişi başı 15-20 €.

30/09/2008 Hora Sfakia


Löplöp  SİTESİNDEN ALINTIDIR...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder