19 Ağustos 2010 Perşembe

YENİ GİRİTLİLER...

Yeni Giritliler






Dedelerinin, ninelerinin kopup geldiği adayı keşfettiler, Giritlilik ruhunu canlandırdılar. Artık ‘ailemin evine gidiyorum' turları düzenliyor, Girit yemeklerini gün ışığına çıkarıyor, Girit lokantaları açıyor, Girit kitapları yazıyorlar.



Girit Yunanistan'ın Doğu Akdeniz'de büyücek bir adası. Gündüzleri denizi güneşi, akşamları kıyıda yenen lezzetli balıkları, gece taverna eğlenceleri, dar, denize açılan sokakları, o sokaklardaki küçük kafeleri, gezilecek tarihi yerleriyle, son yıllarda Türk turistlerin de daha çok rağbet ettiği bir yurtdışı tatil cenneti. Ancak hayatımızdaki yeri bununla sınırlı değil; Girit yüz binlerce Türk'ün geçmişteki anavatanı aynı zamanda.



1923'te Yunanistan ve Türkiye arasında imzalanan mübadele anlaşmasıyla topraklarından sökülüp atılan Giritli Türkler, o adayı hiç unutmadı. Uzaklaşmakta olan geminin güvertesinden son bir bakış attıkları topraklarını, çoğu bir daha hiç göremedi ama kalbinde, belleğinde, anılarında, dilinde, yemeklerinde, bugüne kadar yaşattı.



Giritli olmak, Yunanistan'ın diğer adalarından ya da kara şehirlerinden gelen biri olmaktan farklı oldu hep; çünkü dikbaşlı bir topluluk olarak tanınan Giritliler, kendilerini diğer Yunanlılar'dan da ayrı tutarlardı. Aynı şey Türkiye topraklarında yaşayan Rumlar'la yer değiştiren Giritli Türkler arasında aynen devam etti; onlar da kendilerine has dilleri, kültürleri, yemekleri ve anlayışlarıyla yayıldılar Anadolu'ya.



Son yıllarda bu kimlik daha bir göstermeye başladı kendini; Girit'e sadece turist olarak değil, özellikle köklerini aramaya giden Türkler'in sayısıyla birlikte, geçmişte orada yaşananlar üzerine yazılan kitapların sayısı da arttı. Girit mutfağı Yunan ya da Ege mutfağı içinden sıyrılarak kendini göstermeye başladı. Yıllar önce Anadolu topraklarına döküldüğünde, biraz saklanan Girit, şimdi günyüzüne çıkmaya başladı.



KİM DAHA ÇOK GİRİTLİ?



‘Kritimu Girit'im Benim' adlı romanında, yazar Sábá Altınsay, gazeteci karakteri Aziz Bey'e şu soruyu sordurur: ‘Cihan nereye gidiyor, Girit nereye gidiyor, bizler kimiz, onlar kim, siz de söylediniz ya, Giritli kim?' Doktor Ragıp Bey'e söyler bunu. Şöyle demiştir Ragıp Bey: ‘Fakat kimin toprağıdır bu, rica ederim. Bizim de değil midir? Hıristiyan Müslüman, hepimiz başka başka yerlerden gelip yerleştik Girit'e. Kim daha çok Giritlidir, nereden biliyorlar?'



Aradan geçen 81 yıla rağmen, bu cevaplanması zor bir sorudur hálá.



Mitolojik bir halk oldukları sanılan Minoslular'dan sonra adaya Dorlar, Atinalılar, Helenler, Romalılar, Bizanslılar, Araplar ve Venedikliler yerleşmiş, hepsi de bunun için çok kan akıtmış, Osmanlılar, 1645'te başlayan savaşlarla, adayı Venedikliler'den tam 24 yılda almıştır.



Ama iki buçuk yüz yıl ve 10-15 kuşak boyunca orada doğan, oraya gömülen, evini, toprağını orası bilen yüz binlerce Müslüman Giritli'nin ne suçu vardır bunda? Hıristiyan Giritliler'in zaman zaman ayaklanıp (Ki sık olmuştur bu, bazen de tersten) Müslümanları ‘kesme' harekátına girişmediği zamanlarda, kapı, dükkan komşusu, kahve arkadaşı, yemek misafiri olarak birarada yaşayabilmişlerdir. Birbirlerinin düğününe gitmiş, yortularda, bayramlarda birbirlerine saygı sunmuş, her sabah selamlarını almış, başları sıkıştığında birbirlerinin yardımına koşmuşlardır. Tehlike anlarında, birbirlerinin çocuklarını saklamışlardır.



Sonunda 1913 yılı gelip Osmanlı İmparatorluğu, batılı devletlerin de yardımıyla Girit'i ‘altın tepsi içinde' Yunanistan'a sunduğunda; Anadolu'yu toprakları bilmiş Rumlar gibi, onlar da devletler eliyle Girit'teki topraklarından sökülüp atıldıklarında, yani ‘al gülüm, ver gülüm' mantığıyla insanlar kaplumbağa misali yollara döküldüğünde, geride kalan mezarlarını yine o Hıristiyan komşularına emanet etmişlerdir.



TÜRKÇE BİLMEDEN GELDİLER



Yine Kritimu'da Hıristiyan Meletyos'la, komşusu Müslüman İbrahim, mübadeleden önce yemeklerini şöyle yer: Meletyos elinden bir kaza çıkmadan İbrahim defolup gitsin, İbrahim de Meletyos'un boğazını sıkmadan hayırlısıyla yatağını bulsun ister. Sonra bir an gelir, İbrahim en açılmaz dertlerini ona söyleyiverecek, öteki de bunu kendi derdi edecek kadar yakın, içten ve kardeş olurlar. İşin kötüsü hangisi olacakları belli değildir; belki hepsidirler. O anda bir silah patlasa, biri diğerine siper olur ya da namluyu birbirlerine doğrulturlar; artık neyin sırası geldiyse...



Ya da Ahmet Yorulmaz'ın ‘Savaşın Çocukları' romanının kahramanı Hasanaki, 1923'te Hanya'dan vapura, kesime giden kasaplık hayvan gibi bindiğinde, onu ağlayarak uğurlayan sevdiği ve sevildiği kadın Marigo'dan başkası değildir. O zaman, aşkın sırasıdır.



Tarih içinde bir onun, bir diğerinin sırası gelir, sonunda binlercesi ‘kendi vatanını' bırakıp, ‘kendi vatanına' gözyaşları içinde döner. Giritli Türkler Anadolu'ya ayak bastığında tek kelime Türkçe bilmeden, sonradan da hep Rumca'ya çalan bir şiveyle, eğreti bir ilişki kurar yeni hayatlarıyla. Kimisi hiç kurmaz üstelik; Yaşar Kemal'in Tanyeli Horozları adlı romanındaki kahraman ve bizzat tanıdığı birçokları gibi, Girit'e geri döneceğinden o kadar emindir ki sandıklarını bile açmaz.



Ama hiçbir zaman dönemezler; yıllar sonra Girit'e giden, onların torunları olur ancak...
ALINTI

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder